'Bütün mülteciler düzenli maaş alıyor' söylemi: Öyle bir yardım yok
Dünya Mülteciler Günü'nde Mamak Sığınmacı Danışma ve Koordinasyon Merkezi Hukuk Danışmanı Selen Vargün Alıtkan ve Hayata Destek Derneği Sosyal Hizmet Sektör Yöneticisi Dicle Yücekaya ile konuştuk.
ANKARA- BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNCHR) bilgi notuna göre Türkiye’de uluslararası koruma ihtiyacı içinde 4 milyon mülteci bulunmakta. Afgan, Irak, İranlı ve diğer ülkelerden 320 bine yakın uluslararası koruma başvuru ve statü sahibi var. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün son güncel verilerine göre ise Türkiye’de geçici koruma altında yaklaşık 3,7 milyon Suriyeli varken 0-18 yaş arasında 1 milyon 743 bin 463 Suriyeli mülteci bulunmakta.
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü sebebiyle mültecilerin pandemi öncesinde ve sonrasında yaşadıkları sıkıntıları, haklarında yanlış bilinenlerin doğruları ve uygulamaların eksiklikleri üzerinden Mamak Sığınmacı Danışma ve Koordinasyon Merkezi Hukuk Danışmanı Selen Vargün Alıtkan ve Hayata Destek Derneği Sosyal Hizmet Sektör Yöneticisi Dicle Yücekaya ile konuştuk.
‘DEVLETTEN YARDIM ALIYORLAR’ SÖYLEMİ
Öncelikle, Selen Vargün Alıtkan bütün mültecilerin düzenli maaş aldığına dair çok güçlü bir inanç olduğunu ifade ederek başlıyor. “Oysaki devletin böyle bir maaş yardımı kesinlikle yok. Muhtarlıklar ve kaymakamlıklar yardım dağıtmıyor. Sadece Avrupa Birliği’nin mülteciler için ayırdığı bir bütçe vardı, o bütçeden her ay belli ailelere kişi başı 150-155 lira bir Kızılay sosyal uyum yardımı (SUY) yapılıyor. Bu parayı da almak o kadar kolay değil. Kişiler çok dezavantajlı durumda olduklarında bu parayı almaya hak kazanıyor. Onun dışında okuyan çocuklar için 40-50 lira gibi bir cüzi yardım/şartlı eğitim desteği var. Bu para zaten insanların açlıktan ölmemesi için gereken para” diyor.
Dicle Yücekaya ise ‘maaş alıyorlar’ söyleminin sıkıntılı olduğuna, medyada ve çevresindeki yaygınlığına vurgu yapıyor. Yücekaya, “Olayın aslı şudur: Türkiye’de bir etnik gruba ait olmaktan dolayı kimseye sağlanan bir yardım yok. Türkiye’nin öyle bir sosyal yardım sistemi yok. Kızılay tarafından sağlanan bu yardım yurtdışı fonlu bir yardım. Bu da sosyal uyum yardımı. Her Suriyeli o yardımdan faydalanamıyor ve sağlanan rakam çok cüzi bir miktar. Bütün mültecilere de verilmiyor" diye belirtiyor.
HUKUKİ İŞLEMLER
Selen Vargün Alıtkan hukuki işlemlerdeki sorunlara da dikkat çekiyor. Dil bariyerinin mültecileri sıkıntıya düşürdüğünü belirten Alıtkan, bunun yanı sıra hukuki işlemlerin masraflarının ve uzun süren davaların hak arama konusunda vazgeçirici olduğunu vurguluyor. “Mesela biz Ankara Barosu’nun adli yardım birimine yönlendirme yapıyoruz. Fakat adli yardımdaki sıkıntı, baro iyi bir şekilde ilgilense bile yargılama ve noter masraflarının çok fazla olması. Adli yardım sadece avukat ücretini karşılıyor, bazen mahkeme masraflarını da karşılıyor ama diğer yüksek meblağları karşılamıyor. Mesela avukatlık vekâletnamesi diyelim, yerel halk 150-200 liraya çıkarırken bir yabancı vekâletnameyi tercümesiyle birlikte 700-800 liraya çıkıyor. Bu nedenlerle, işçilik alacağı davalarında, SGK’ye karşı açılan davalarda çok fazla sıkıntı yaşıyoruz. Hatta dava bile açamıyorlar çoğu zaman, şikâyet de etmek istemiyorlar. Bize dava açmak için danışmaya gelenler çok kararlı ve mücadele etmeyi göze alanlar oluyor. Onun dışındakiler, özellikle iş davaları açısından 2-3 yılı göze alamıyorlar, davalar uzun sürüyor” diyor.
ÇALIŞMA İZNİ
Mültecilerle ilgili diğer bir konu ise çalışma izni. ‘Çalışma izniyle her yerde çalışabiliyor’ söyleminin yanlışlığına vurgu yapan Alıtkan, en önce işverenlerin maliyet hesabı yapıp mültecileri sigortasız çalıştırdığını hatırlatıyor. Bununla birlikte Alıtkan, çalışma izni çıkarmanın zorluğunu da belirterek “Uzun süre Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı izinleri onaylamıyor, bekletiyordu. Şu anki durumda hâlâ bekletiliyor diye biliyorum. Bizim hali hazırda çalışma izni alan danışanımız olmadı” diyor.
SINIR DIŞI ETME
Çalışma izni verilmemesiyle yaşanan hak kayıplarının yanı sıra bir diğer hak kaybının yaşandığı alan: Çok ciddi araştırma olmaksızın sınır dışı etmeler. Alıtkan, “Geri gönderme yasağı olmasına rağmen bu hiç gözetilmiyor ve insanlar götürülüp sınırdan bırakılıyor. Daha sonra orada muhalif mi, öldürülebilir mi hiç düşünülmediği için öldürülenler olabiliyor, ya da Türkiye’ye bir daha giriş yapamıyor, ya da bir süre giremiyor. Aile büyük bir travma yaşıyor. Kişinin eşi bunu bir anda öğreniyor. Hiçbir hazırlığı yok, evde yiyecek ekmekleri yok, paraları yok. Mültecilerin bırakın çok iyi koşullarda burada tutulduğuna dair dedikoduyu, çok fazla durumla aynı anda mücadele etmeleri gerekiyor. Hukukun cezai boyutu bir yana, ekonomik şartlar ve dil bariyeri gibi durumlar onları çok fazla zorluyor” ifadelerini kullanıyor.
Sınır dışı etme konusu bir başka konuyu açıyor. Mültecilerin sebebini bilmedikleri şekilde ‘geçici koruma’ kimlik kartlarının iptal edilmesi. Alıtkan bunu karşılaştığı vakalardan örnek vererek açıklıyor: “İl Göç İdaresi güvenlik gerekçesiyle iptal diye mültecinin kendisine iletiyor. Fakat güvenlik, örgütle bağlantı denmesinin arkasından şöyle bir durum ortaya çıkabiliyor: Telefon hatları çok fazla dolandırıcılığa maruz kalıyor biliyorsunuz. Kişinin telefon numarası çoğaltılıyor ve yasadışı eylemlerde kullanılıyor. Bu nedenle mağdur olan çok fazla insan var. Mülteciler de bu konuda mağdur oluyorlar. Direkt suç duyurusunda bulunmaları gerektiğini bilmedikleri için suç duyurusunda bulunmamış oluyorlar ve bu daha sonra önlerine bu şekilde çıkıyor.”
‘SORUNLAR KOORDİNELİ ŞEKİLDE ÇÖZÜLMÜYOR’
Bu tip hukuk vakalarının yanı sıra, Alıtkan geçici koruma verme hızından kaynaklı kimliğe yanlış verilerin girilmesi, verilerin güncellenmesindeki zorluklar ve kimlik almaya dönük taleplerin de hukuk vakalarında önemli bir yer tuttuğunu söylüyor. Kimlik iptali, güncellenmesi ya da verilmemesinden doğan sıkıntılardan etkilenen mülteci çocukları hatırlatıyor. Alıtkan, mülteci çocukların yaşadığı sıkıntıları şu şekilde ifade ediyor. “Kimliğini henüz edinememiş mülteci çocuklar okula kayıt yaptıramıyorlar. Sorun okul ve il göç idareleri arasında koordineli bir şekilde çözülmüyor ve aileler bireysel olarak çok uğraşarak bu sorunları çözmeye çalışıyorlar. Uluslararası koruma sahibi mülteciler açısından çok ağır olaylar yaşanıyor. Özellikle Afgan Mülteciler…çoğu mülteci kimlik alamıyor. Arafta gibiler. Burada kimliksizlik demek, ölü gibisin, hiçbir sağlık, eğitim hakkından faydalanamıyorsun demek. Kimliği olmayan mültecinin çocuğu da okula gidemiyor, uluslararası korumada çocuğa da kimlik verilmiyor.
Şimdi çocuk mahkemelerinde şöyle bir tavır başladı: Kayıtsız çocuk olmasını teşvik etmemek için bu çocuklara mahkemeden eğitim tedbiri çıkarmıyorlar. Mahkeme diyor ki ‘Bana bir kayıtlı olduğuna dair belge getir, ona göre işlem yapayım.' İl Göç İdaresi böyle bir kayıt vermiyor. Son vakalarımızda, kimliği olmayan çocuklar gelmişti. Mahkeme talebimizi reddetti. Bu konuyla hâlâ uğraşıyoruz ve büyük sıkıntılar yaşıyoruz.”
‘ÇOCUĞUN YÜKSEK YARARI İLKESİ’
Bu noktada kurumsallaşmanın gerekliliğine vurgu yapan Alıtkan, sorunu çözmek için oradan oraya sürüklenen mültecilerin durumunu şu şekilde özetliyor. “Mesela karşına bir çocuk geliyor. Çocuğun yüksek yararı ilkesi var. Ülkemizin taraf olduğu çocuk hakları sözleşmeleri var. Hem ulusal hem de uluslararası birçok sözleşme, kanun ve içtihat var. Sen kurumdaki kişi olarak muhatapsın ve diğer kurumla senin iletişime geçmen gerekir. Böyle olması gerekirken sistem kişiyi çözüm bulma arayışında tek başına bırakıyor. Kişi İl Göç İdaresi’nden Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderiliyor, okula gönderiliyor. İl Göç İdaresi’nden bir uzman kurumu arayıp da bu sorunu çözemiyor. Oysaki kişiler bir yerden bir yere dolmuş parası bile bulamıyor.”
‘MÜLTECİ ÇOCUKLAR SAHİP OLMALARI GEREKEN HAKKA ERİŞEMİYOR’
İşte süregiden bu tabloya bir de uzaktan eğitim ekleniyor. Hayata Destek Derneği’nden Dicle Yücekaya “çocuklar istedikleri okula kaydoluyor” yanlışını şöyle düzeltiyor: “Mülteci çocukların bir okula erişiminde büyük sıkıntıları var, istedikleri okula kayıt olamadıkları gibi zaman zaman eğitim haklarından mahrum kalıyorlar. Mülteci çocuklar adres temelli kaydediliyor. Fakat babasının veya annesinin kimliği farklı bir yerde diye ya da ebeveynlerinin henüz kimliği yok diye kaydedilmeyen çocuklarla karşılaşıyoruz. Mülteci çocuklara farklı, fazladan bir muamele yapılıyormuş gibi gösteriliyor ama buradaki çocuklar sahip olmaları gereken haklara bile erişmekte sıkıntı yaşıyorlar.”
‘TOPLUMUN DA YÜKÜMLÜLÜKLERİ VAR’
Yücekaya okullaştırma için 5395 Çocuk Koruma Kanunu temel yürütücüsü olan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile de birlikte çalışıyoruz diyor ve diğer kurumlar ve toplum açısından yükümlülükleri de vurguluyor: “Fakat tabii ki tüm kurumların sorumluluğu var. Toplumun da yükümlülüğü var.”
Bununla birlikte, Dicle Yücekaya pandemiyle beraber artan sorunları ve mülteci aile ve çocukların yaşadıklarını anlatıyor: “Bizim beraber çalıştığımız kişiler genellikle sosyo-ekonomik olarak düşük gelir düzeyindeki kişiler ve genellikle hizmet sektöründe çalışanlar. Biliyorsunuz ki pandemi de hizmet sektörünü çok etkiledi ve çok fazla insan işsiz kaldı, bununla birlikte çocuk işçiliği arttı. Hem yerel hem mülteci grupta işsizlik arttı.”
'TÜRKİYE 1990’DAN BERİ ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ’NE TARAF’
Fakat bu noktada yerel halkın öfkesini yanlış yere yönlendirdiğini belirten Yücekaya, medyadaki söylemlerin nereye vardığını da açıklamak istiyor: “Bundan birkaç ay önce Suriyeli mülteci bir çocuk yerel halktan biri tarafından öldürüldü ve öldüren de bir çocuk. Medyadaki yaygın nefret söyleminin hem bir çocuğun hayatını kaybetmesine hem de başka bir çocuğun suça sürüklenmesine sebep olduğunu görüyoruz. İki çocuk için orada bir korunma ihtiyacı doğuyor.”
Yücekaya aynı zamanda 2011’den beri alanda sıklıkla karşılaştığı durum olarak refakatçi çocukları (fiili olarak yasal ebeveyninden veya geleneksel olarak kendisine bakmakla yükümlü kişiden ayrı düşen, herhangi bir yetişkinin rehberliğinde olmayan çocuklar için biz refakatçi çocuk) hatırlatıyor.
Yücekaya haklarından mahrum bırakılan tüm çocuklar için şunu belirtiyor: “Türkiye 1990’dan beri BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin tarafı bir ülke. Onun dışında Türkiye’de Çocuk Hakları Sözleşmesi var, 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu var. Ulusal ve uluslararası kanunlara baktığımızda Türkiye’deki çocuk koruma faaliyetlerinin mülteci ve yerel halktan bütün çocukları kapsaması gerekiyor.”
‘ÇOCUKLAR İÇİN KORUYUCU VE ÖNLEYİCİ TEDBİRLER GEREKLİ’
Bu durumun yanı sıra pandemiyle katmerlenen sorunu “pandemide özellikle emek sömürüsü konusunda en çok risk altında olan çocuklar, ekonomik yoksunluk yaşayanlar, okulla bağı zayıf olan ve mülteciler” diyerek ifade eden Yücekaya, “Okul çocuklar için biraz koruyucu etmen görevi görüyordu. Öğretmenler çocukların istismar edilme durumlarını fark edip ilgili kurumlara bildirimlerde bulunabiliyorlardı. Çocuklar okuldan uzak kaldılar ve bu bildirimlerin eskisi kadar olmamasına neden oldu, tespiti zorlaştırdı. Bütün bunlarla beraber bizim beraber çalıştığımız mülteci gruplar EBA’ya erişemediler. Evin içinde tek bir televizyon veya telefon olması ya da olmamasıyla beraber çok sıkıntı yaşadılar. Bunun dışında mevsimlik tarım sahalarında çadırda yaşayan çocuklar var. Kuyu başlarında yaşayan mülteciler var mesela. Onlar internetin çekmediği bir bölümde olduklarından çocuklar eğitim sürecinden tamamen uzaklaştılar.
Aileler ilgili materyallerin ve internetin olmaması ya da eksikliği sebebiyle zaten hali hazırda çocukların eğitime erişimini destekleyemiyorlar. Bu noktada ilgili kamu kurumları tarafından ailelerin izlenmesi ve desteklenmesi çocuklar içinde koruyucu, önleyici tedbirlerin alınması gerekiyor.”
‘İNSAN HAKLARI BİLİNCİNİN YERLEŞMESİ VE KURUMSALLAŞMASI GEREKİYOR’
"Hukuk vakaları için peki ne yapılabilir?" sorusuna hukuk danışmanı Selen Vargün Alıtkan şu şekilde cevap veriyor: “Hukuk sistemi bir an önce revize edilmeli, arabuluculuk yöntemleri çözüm olmadı. Mantıklı bir reform gerekiyor. İlk başta dezavantajlı gruplar için titiz, dikkatli bir bakış, insan hakları ve demokrasi bilincinin biraz yerleşmesi ve kurumsallaşması gerekiyor. Mülteciler açısından ise şöyle bakmak lazım: Devlet, ülke, cinsiyet bunların hepsi görünürdekiler… Hepimiz aynı gezegeni paylaşıyoruz. Yerel toplum gelene önyargıyla yaklaşıyor, bazen şiddet gösteriyor. Hepimiz aynı gezendeyiz. Her yer herkesin. Keşke bu bakışla bakabilsek.”
‘GEÇİM KAYNAKLARIYLA BAĞLANTILANDIRMA GEREKLİ’
Dicle Yücekaya neler yapılabileceğine dair ilk adımı misafir-ev sahipliği algısından uzaklaşma ve hak temelli yaklaşım olarak ifade edip kalıcı çözümlerin gerekliliğini vurguluyor: “Sosyal yardımlardan bahsettik. Fakat insanları yardıma bağımlı hale getirmemek gerekiyor. Geçim kaynaklarıyla daha fazla bağlantılandırma gerekiyor. Mesela çocuk işçiliği sahada çok karşılaştığımız ve temelde ekonomi kaynaklı bir problem. Çocuk işçiliğiyle mücadele ederken aileleri geçim kaynaklarıyla bağlantılandırma, kamunun daha fazla sorumluluk üstlenmesi de önemli. Uzun vadeli önlemler düşünülmeli. Ailedeki yetişkinin güçlü yanlarının tespiti sonrasında doğru kanallara yönlendirerek bir geçim kaynağına ulaştırılması uzun vadede önemli” diyor.