Bütçeden empatiye de pay ayırır mısınız lütfen?
Empatiyi müfredatın bir parçası yapabilmek, yalnızca daha anlayışlı bireyler değil, aynı zamanda daha uyumlu bir toplum yaratmak demektir. Hepimizin birbirini daha dikkatle dinlediği, birbirinin ayakkabısıyla yürüyebildiği, birbirini daha derinden anladığı bir dünya mümkün.
Öğretmenleri, Charles, Julie ve Dennis’e bugün bir ödev verdi: “Empatinin varlığı veya yokluğuna dair bir cümle düşünmek”.
Bulacakları cümleyi daha sonra sınıftaki diğer öğrencilere okuyacaklar ve hep beraber bu ödevde üçünün ifade ettiği duyguları tespit edecekler.
Bakan Gabriel Attal liderliğinde ve Fransız Millî Eğitim Bakanlığı’nın bir pilot projesi çerçevesinde, bu yılın Ocak-Haziran ayları arasında 1000’e yakın anaokulu ve ilkokulda çeşitli pedagojik yöntemlerin de test edildiği “empati dersleri” verildi.
Bu deneysel proje başarılı olunca Eylül ayından itibaren anaokulundan ilkokul sonuncu sınıfa dek “empati derslerine” başlandı. Öğretmenler, bu konuda meslekiçi eğitimden geçirildi.
Dersin amacı, hem çocuklarda erken yaşta empati duygusunu geliştirmek, hem de başkalarının duygu durumlarını fark etmelerini sağlamak, böylelikle okul ortamında şiddet ve zorbalığın önüne geçerken, akademik başarıları da psikososyal boyuttan desteklemek.
Peki, kulağa çok hoş gelen, güzel bir özelliği çağrıştıran, çok fazla anlam yüklediğimiz, ancak varlığından çok yokluğundan yakındığımız şu “empati” nedir?
Empati, temel olarak, başka bir kişinin duygularını anlamaktır. Başarılı insan etkileşimlerinde asli bir rol oynar. Başkalarının ne hissettiğini algılamamızı ve bu duygulara uygun tepkiler vermemizi sağlar.
“Her şey bitti de şimdi de okul ortamında empati geliştirmenin faydası nedir?” diye sorduğunuzu işitir gibiyim. Ama aslında empati, sosyolojiden siyasete kadar birçok açmazımızın yanıtını veren, kolektif yaşam becerilerimizi geliştiren bir erdem… Empati yoksunu bir lider, bir şirketi iyi yönetemez; empati yoksunu bir siyasetçi seçmen tabanını doğru analiz edemez; empati yoksunu bir anne ileride çocuğunun veya yeğeninin duygularını anlayamaz.
Fransa’nın altı aylık pilot projesi şunu gösterdi: Empati duygusu okullarda öğretilerek geliştirildiğinde saygılı bir öğrenme ortamını teşvik ediyor; öğrenci-öğrenci ve öğrenci-öğretmen arasında işbirliğini destekliyor ve çatışmaları azaltıyor; çocukları, başkalarının gerçeklerine ve hassasiyetlerine duyarlı ve sorumlu yurttaşlar olmaya hazırlıyor.
Empatinin bağlantılı olduğu üç ana beceri türü var: Bilişsel beceriler (yani düşünce ve duyguları anlama ve onları analiz etme); duygusal beceriler (kendi duygularını ve başkalarının duygularını hissedip düzenleme); ve sosyal beceriler (diğerleriyle etkili bir iletişim kurma).
Fransa Eğitim Bakanlığı’nın yeni eğitim-öğretim yılında başlattığı empati eğitimi programı, bu üç beceri türüne dayanıyor ve bunları daha da detaylandırarak 16 yetkinlik alanına doğru genişletiyor.
Dolayısıyla, yeni başlatılan empati derslerinde toplam 16 adet psikososyal beceri tespit edilmiş. Psikososyal beceriler, bir kişinin gündelik yaşam becerileri kazanması ve toplumsal yaşama aktif şekilde katılması için gereken beceriler. Bu sepetin içine empatiden duyguların yönetimine, adaptasyon kapasitesinden etkin iletişime dek birçok beceriyi eklemek mümkün. Böylelikle kişinin hem kendisiyle hem başkalarıyla ilişkileri gelişiyor, bu da beraberinde eğitim hayatında ve toplumsal yaşantıda başarıyı getiriyor.
Geliştirilmesi istenen empati becerileri arasında; duyguların tanımlanması, stres yönetimi, empatik iletişim yöntemleri, çatışma çözümü gibi aslında çocukların olduğu kadar yetişkinlerin de eğitilmesi gereken alanlar var.
Örneğin bilişsel beceriler arasında kendisini pozitif şekilde değerlendirmek, güçlü ve başarılı yanlarını belirleyip kendisine değer verip motivasyonunu artırmak, sorunlarını yaratıcı şekilde çözmek, ani tepkilerini yönetmek varken; duygusal beceriler arasında heyecanlarını tespit etmek, stresini düzenlemek, duygularını yapıcı bir şekilde ifade etmek bulunuyor. Sosyal beceriler arasında sosyal bağlar geliştirmek, empatik şekilde iletişim kurmak, karşısındaki can kulağıyla dinlemek, kendi sınırlarını net ve saygılı bir şekilde belirtmek, istemediği bir şeye “hayır” diyebilmek yer alıyor.
Empatik iletişimin özünde kişinin önce kendisini ve karşısındaki değerli bir varlık olarak görmesi, ne istediğini söyleyebilmesi, kırgınlık veya kızgınlıklarını ifade edebilmesi yer alıyor.
Bu proje elbette gökten paraşütle inmedi. Tam tersine, oldukça kıymetli bir bilimsel temele dayanıyor. Fransa Sağlık Bakanlığı, 2022 yılında hazırladığı bir raporla, psikososyal beceri eğitimi programlarının akademik başarıya, duygusal iyi olma haline pozitif etkileri olduğunu, zorbalığın da önlenmesine katkı yaptığını ortaya kondu.
Farklı yaş gruplarında duygusal, bilişsel ve sosyal becerilerin empati odaklı olarak geliştirilmesi yönündeki eğitsel müdahaleler, daha sağlıklı bir okul ortamı sağlarken, madde bağımlılığı veya intihar gibi risk içeren davranışlarda da azalmaya yol açıyor. Zira çocuk erken yaştan sorun çözme becerileri edinip anksiyetesini yönetmeyi öğreniyor.
Öte yandan, akademik zorlukları olan çocuklara yönelik empati duygusunu da güçlendirerek, öğrencilerin okul ortamına entegrasyonunu artırıyor.
Empati derslerinin içerikleri de oldukça ilginç. Örneğin anaokul çağındaki çocuklara “Şu konuda kendimle gurur duyuyorum” cümlesini tamamlamaları isteniyor. Böylelikle erken yaşlarda özgüvenlerini geliştirmeleri amaçlanıyor. Zira kişi güçlü yanlarını bildiği sürece zayıf yanlarını veya kırılganlıklarını düzeltebiliyor.
Ayrıca, 6-11 yaş aralığındaki çocuklarla “Nitelikler Oyunu” oynanarak hem kendi kişisel özelliklerini, hem de sınıf arkadaşlarının özelliklerini fark edip ifade etmeleri isteniyor.
Başka bir kart oyununun ismi ise “Yedi Duygu Ailesi”. Bu interaktif metot ile öğrencilerin farklı duyguları tanımlamaları, isimlendirmeleri ve kategorilere ayırmaları isteniyor. Bunlar arasında mutluluk, öfke, korku, üzüntü, nefret ve sevgi gibi duygular var. Başka bir kişinin duygularını fark etmek ve onu anlamak, empatik iletişimin ilk aşaması.
Bundan sonraki aşamada ise, duygulara dair edindiğimiz bilgiyi, davranışlarımızda doğru şekilde kullanmak, yani uyaran ile tepki arasında doğru bir bağ kurmak geliyor. Duyguları tanıdıkça öğrenciler “haklı olmaya çalışmak” gibi bir yarışa girmiyorlar, karşısındakini yardım etmeye çalışıyorlar, onu manipüle etmek veya zarar vermek yerine anlayışlı ve çözüm odaklı bir iletişimi tercih ediyorlar, çünkü karşısındaki kişinin duygularını daha iyi tanıyarak davranışların arkaplanını fark etmiş oluyorlar.
“Tatlı Sır” isimli bir aktivite ise öğrencilerin birbirlerine iltifat etmelerini teşvik ederken aralarında pozitif iletişimi güçlendirip sosyal bağları güçlendirmeyi hedefliyor.
Fransa, empatiyi okul ortamına dahil eden ilk ülke değil. Bu konuda İskandinavya’ya ve özellikle de Danimarka örneğine, eğitim çevrelerinde sıklıkla referans veriliyor.
İskandinavya’da, psikososyal becerilerin erken yaşlardan itibaren okul müfredatına entegre edilmesi, zorbalığın belirgin şekilde azalmasına ve öğrencilerin ruh sağlığında gözle görülür bir iyileşmeye yol açmış.
Danimarka’da, empati eğitimi 1993 yılından beri okul müfredatının bir parçası. Evet, doğru okudunuz: 1993!
Danimarka’da her hafta, 6 ila 16 yaş aralığındaki öğrenciler, “Klassens tid” (sınıf saati) süresince empati sınıflarına katılıyorlar. Bu derslerde karşılaştıkları sorunları tartışıp birlikte çözüm yolları buluyorlar.
Bu uygulama, öğrencilerin birbirlerini aktif bir şekilde dinlemelerini ve sorunlara iş birliğiyle yaklaşmalarını teşvik ederken, başkalarının duygularına saygı gösterme ve anlama becerilerini de güçlendiriyor. Başkalarını dinlemeyi öğrenmeleri ve duygudaşlık geliştirmeleri isteniyor. Böylelikle, hem zorbalığın önlenmesi hem de okul ortamında kişiler arası ilişkilerin güçlendirilmesi hedefleniyor.
Empati eğitimi, Danimarka’da öğrencilerin iyi oluşlarını güçlendirdiği gibi, işbirliği ve karşılıklı yardımlaşmanın önemini sürekli vurgulayan bir müfredat sayesinde akademik başarı ve sosyal becerilerin de geliştirilmesini sağlamış.
Empati eğitiminin okul dışında da devam etmesi için velilerle işbirliği yapılması da önemseniyor. Zira evde empati yoksunu bir aile tarafından yetiştirilen çocuğun okulda aldığı eğitim de bir düzeye kadar etkili olabiliyor, sonra ailedeki baskın yaklaşım veya dışlama mekanizmaları öne çıkıyor.
Örneğin öğrenciler yaşgünü partilerine veya evlerindeki buluşmalara ya tüm sınıfı, ya da sadece kızları veya sadece erkekleri çağırabiliyorlar. Böylelikle sınıf arkadaşlarından birinin veya birkaçının herhangi bir sebepten dolayı dışarıda bırakılması önleniyor çünkü çocuklar “ya o kişi ben olsaydım?” diyerek böyle bir ayrımcılığın önüne geçiyorlar.
Zaten bu sonuç, birçok ulusal ve uluslararası endekste de kendini gösteriyor. Danimarka’nın sürekli olarak “çocukların dünyadaki en mutlu olduğu ülkeler arasında yer alması”nın sırrı burada gizli olabilir mi acaba?
Empati eğitimi konusunda bir diğer örnek ülke de Kanada. Kanada’da da empati eğitimi, öğrencilerin sosyal etkileşimlerini, akademik başarılarını ve iyi oluşlarını geliştirmeyi amaçlayan sosyo-duygusal gelişim programlarıyla entegre ediliyor.
Bu programlar, öğrencilerin duygularını anlamalarını ve yönetmelerini teşvik ediyor, başkalarıyla olumlu ilişkiler kurmalarını sağlıyor.
Kanada’da tüm bu girişimlerin kökleri 1990’lara uzanıyor. Sosyal girişimci Mary Gordon tarafından 1996 yılında geliştirilen “Roots of Empathy” (Empatinin Kökleri) adlı okul programı da temel referans noktasını oluşturuyor.
Öğrencilerin duygusal zekalarını geliştirip empati yeteneklerini güçlendirmek hedefiyle uygulanan bu program, bir bebeği gözlemleyerek, empatinin, toplumsal anlayışın ve “duygusal okuryazarlığın” nasıl geliştirileceğini anlamak üzere tasarlanmış.
Program kapsamında bir okul yılı boyunca, partner bir aile ve onların -programın başında 2-4 aylık- bebekleri, öğrencileri belirli periyotlarla sınıflarında 27 kez ziyaret ediyorlar.
Bu benzersiz etkileşimler, öğrencilerin bebeğin gelişimini ve davranışlarını doğrudan gözlemlemelerine olanak tanıyor ve böylece kendi duygularını ve başkalarının duygularını daha iyi anlamalarını sağlıyor.
Program sonucunda öğrenciler, bebekle etkileşime girmelerinin verdiği deneyimle, başkalarının hislerine karşı daha duyarlı hale geliyorlar, zorbalık gibi davranışlardan imtina ediyorlar, daha sağlıklı sosyal ilişkiler geliştirip kendi duygularını da tanıyıp düzenliyorlar, öz farkındalık geliştiriyorlar.
Empatinin Kökleri programının etkileri yıllardır düzenli olarak izlenip raporlanıyor. Kanada’nın birçok eyaletinde uygulanan bu empati öğretim modelinin, katılımcı öğrencilerde ilişki kaynaklı saldırganlığı azalttığı, paylaşma, şefkat gösterme ve kapsayıcılığı artırdığı, yılmazlığı ve genel iyi oluşu iyileştirdiği kanıtlanmış durumda. Programın okul iklimi üzerinde olumlu etkileri arasında zorbalık olaylarını azaltması ve öğrenciler arasındaki etkileşimleri geliştirmesi gösteriliyor.
Programın öğrenci başına maliyetinin ise, yaklaşık 400 Kanada doları olduğu tahmin edilmektedir.
Dolayısıyla Kanada, Fransa, Danimarka gibi gelişmiş ülkeler, “maarif modeli” adı altında sürekli müfredat değiştirmek ve eğitimi deneme tahtasına çevirmek yerine, öğrencilerin kişisel ve toplumsal var oluşlarını güçlendirip iyileştirecek “nokta atışlarla” uluslararası toplumun sağlıklı ve model ülkeleri haline geliyorlar.
Empati yalnızca başkalarını anlamak değil, aynı zamanda onların yerine kendimizi koyarak dünyayı onların gözünden görmeye çalışmak, “sen değilim ama seni anlayabilirim, seni anladıkça da seninle daha sağlıklı ilişki kurabilirim” demektir. Tıpkı o meşhur Kızılderili deyişi misali: “Bir başkasının deneyimini, onun ayakkabılarıyla bir mil yürüyene kadar anlayamazsınız.”
Empati kurmanın dönüştürücü etkisi ve çocukların empati aracılığıyla nasıl daha anlayışlı bireyler olarak yetiştirilebileceğini anlatan Wonder (Mucize) filminde 10 yaşındaki Auggie’nin hikayesini anımsıyor musunuz?
2017 yılı yapımı film, Treacher Collins sendromuyla doğan, bu yüzden de yüzünde genetik bir farklılık olan Auggie Pullman adlı bir çocuğun, yıllar boyu evde eğitim aldıktan sonra ilk kez beşinci sınıfta bir okula başlamasıyla yaşadığı zorlukları ve çevresindekilerin ona olan yaklaşımlarını konu alır.
Auggie, yeni sınıf arkadaşları ve çevresi tarafından kabul edilmek için mücadele verir. Görünüşü farklıdır. Önyargılara ve türlü zorbalıklara göğüs germesi gerekir. Ama arkadaşları onu tanıdıkça, onun “ayakkabılarıyla yürüdükçe” farklılıklar peyderpey anlamını yitirir. Filmi izlerken “onun yerinde ben olsaydım ne hissederdim?” veya “onunla arkadaşlık kurabilir miydim?” gibi sorular sürekli zihnimi kurcalamıştı.
Müfredatla ilgili makro ölçekteki birçok haklı tartışmanın yanı sıra, “empati” gibi mikro ölçekteki iyileştirme ve çağdaş dünyaya eklemlenen adımların atılması, toplumsal uyumumuz açısından da çok büyük bir katkı sağlayacaktır.
Empatiyi müfredatın bir parçası yapabilmek, yalnızca daha anlayışlı bireyler değil, aynı zamanda daha uyumlu bir toplum yaratmak demektir. Tıpkı Auggie’nin hikayesinde olduğu gibi, hepimizin birbirini daha dikkatle dinlediği, birbirinin ayakkabısıyla yürüyebildiği, birbirini daha derinden anladığı bir dünya mümkün.
Belki de bir gün, Sema, Hanife, Vedat, Yeşim ve Defne’nin ‘empati’ hakkında düşündüğü cümleler, sadece bir hayal olmaktan çıkıp sınıflarımızda yankılanır. O gün, hep birlikte daha mutlu bir toplumun ilk adımını atmış oluruz.
Menekşe Tokyay Kimdir?
Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.
Diyabetli çocuklar için sensör lüks değil, hak 17 Kasım 2024
Eğitim İzleme Raporu ışığında, Aydınlanma’nın izinde 10 Kasım 2024
Sanata geçit var mı? 03 Kasım 2024
Onlar bıraktığınız yerde, peki siz neredesiniz? 27 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI