Burak Eldem: Ne yaşıyorsak, kendi tercihlerimiz ve irademizle yaşıyoruz

Yazar Burak Eldem'in yeni romanı 'Tavuskuşu Güncesi', Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Eldem, "'Tavuskuşu Güncesi'nin temel fikri, daha Gezi'den önce doğmuştu kafamda. Ben daha ilk bölümleri yazarken Gezi direnişi gerçekleşti ve hikâyedeki hayali direnişten çok daha etkili ve "gerçek" bir resim çıktı ortaya" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Gül Er

DUVAR - Bir yanda Gezi direnişinin son günlerinde ağır bir fiziksel travma yaşayıp hayatı altüst olan aktivist bir avukat; diğer yanda 12 Mart’ın karanlık günlerinde cuntanın gazabından kurtulmak için ülke dışına kaçmaya çalışan bir gerilla… Ve onları birleştiren bir günlük…

Son olarak 'Marduk’la Randevu' isimli kitabı ile hatırladığımız araştırmacı yazar Burak Eldem’in yaklaşık on yıl aradan sonra yazdığı dördüncü romanı 'Tavuskuşu Güncesi', Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Ürpertici labirentleriyle “gerçeklik” kavramını sorgulatan, bu sürprizli roman için Burak Eldem ile konuştuk.

On yıllık bir aranın ardında yeni romanınız 'Tavuskuşu Güncesi' geçtiğimiz günlerde yayımlandı, bu uzun aranın sebebi kitabınızın araştırma süreci mi?

Kurguyu istediğim akışkanlığa getirmek, olay örgüsünün ayrıntıları üzerinde kılı kırk yarmak gibi dertlerim oldu bu romanda. Bu nedenle, hemen her bölümde, yazma işi bittikten sonra metni bir süre demlenmeye bıraktım. İçime sinecek hale gelene kadar üzerinde çalıştım kısacası. Verdiğim uzun aranın nedeni bu.

'Tavuskuşu Güncesi'nde bir tarafta 12 Mart’ın karanlık günleri, diğerinde Gezi direnişi var. Yakın tarihimizin çok tartışılan zamanları… İnsanların çok fazla anlam yüklediği ve hafızalarında henüz taze olan politik olayları fantastik sayılabilecek bir romana yerleştirme fikri nasıl doğdu?

'Tavuskuşu Güncesi'nin temel fikri, daha Gezi'den önce doğmuştu kafamda aslında. Dünyadaki "Occupy" eylemleri benzeri bir sivil itaatsizliğin İstanbul'da yaşanıp sertlikle bastırıldığını varsayan, hayali bir "direniş" hikâyesini çıkış noktası olarak kullanacak ve 1968'den bu yana belli aralıklarla yaşanan baskı dönemlerinin yarattığı travmaları, aktivist bir avukat üzerinden sorgulayan bir hikâyeydi bu. Ben daha ilk bölümleri yazarken Gezi direnişi gerçekleşti ve hikâyedeki hayali direnişten çok daha etkili ve "gerçek" bir resim çıktı ortaya. Bunun üzerine, yazdığım bölümleri revize edip Gezi üzerinden anlattım avukat Metin'in hikâyesini. Kitabın yazılmasının uzun sürmesinin nedenlerinden biri de bu. Altyapıdaki bu siyasi doku, romanda kendisini zaman zaman hissettiren bir zemin niteliğinde. Bu zeminin üzerinde, "gerçeklik" ve "özgür irade" kavramlarının sorgulanmasına yönelik, fantastik bir hikâye inşa etmeye çalıştım. Birbirinden farklı gibi görünen bu iki anlatı, aslında ortak bir eksende birleşiyor.

Tavuskuşu Güncesi, Burak Eldem, 512 syf., Doğan Kitap, 2021.

İnsanların –özellikle de solcuların– çok fazla anlam yüklediği ve değerli saydığı olayları yazmanın zorlayıcı tarafları var mı? Yazarken tereddüde düştüğünüz oldu mu?

Elbette var. 12 Mart gibi, Fatsa gibi, Gezi gibi, ağır bedeller ödenen mücadele süreçleriyle ilgili, bunları birebir yaşayan insanlarda belli hassasiyetler söz konusu ki bu, sözcükleri bile dikkatle seçmenizi gerektirebiliyor. Çoğuna benim de tanık olduğum, yaşananların sarsıntısını içimde hissettiğim dönemler bunlar. Tereddüt hissetmedim ama her ayrıntının üzerinde titizlikle durdum.

'Tavuskuşu Güncesi' 500 sayfalık bir roman, pek çok konuya değiniyorsunuz, kurgu adeta ince ince örülmüş. Yazmadan önce nasıl bir yöntem izliyorsunuz, mesela sinopsis mi yazıyorsunuz ya da bazı şeyler yazarken mi gelişiyor?

Her ikisi de geçerli diyebilirim. Romanlarımda genellikle bir temel fikir ya da temadan yola çıkıp, onun çevresinde biçimlenen bir sinopsis hazırlıyor ve bir tür yol haritası belirliyorum. Ardından olay örgüsü üzerinde çalışıyorum biraz. Akış genel hatlarıyla zihnimde netleştikten sonra da yazma süreci başlıyor ki, işte o yolculuk sırasında "kervan yolda düzülür" benzeri, kurguyu oluşturan unsurların bazıları kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çerçeveme bağlı kalıyorum ama zihnimi de olabildiğince serbest bırakmaya çalışıyorum yazarken. Bazen roman kahramanları ya da hikâyedeki olayların bazıları, size kendi kendilerini yazdırabiliyorlar.

Mitolojiden, efsanelerden, tarihten yardım alarak yazıyorsunuz. Tabii sinema ve müzik de kitaplarınızda hayli yer tutuyor. 'Tavuskuşu Güncesi'nde daha çok kişisel gelişimcilerin ilgilendiği ama aslında bir psikoterapi yöntemi olan aile dizimi konusu da var. Sizin bu tür akımlar ve yaklaşımlarla aranız nasıl?

Anlatıyı zenginleştirecek, insanların ruhuna dokunabilen, akışa yardımcı olacak her türlü malzemeyi kullanıyorum. Bu konuda hiçbir kısıt yok kafamda. Müzik ve sinema elbette çok güçlü, çok canlı unsurlar. Çoğu şarkı, insanların hayatında bir yerlere dokunur ve belleklerde hem duygusal, hem zihinsel bir karşılık bulur. Bu nedenle romanlarımın içinden şarkılar mutlaka geçer. Aile dizimi de, bu anlamda güçlü malzemelerden; çok izlediğim, katıldığım ve beni bir hayli etkileyen bir grup terapisi yöntemi. Kurgunun içinde belli noktalardaki akışkanlığa olumlu katkıda bulunacağını hissettiğim için kullandım ve getirdiği renk hoşuma gitti. Mitoloji ve sembollere gelince, orası bir derya. Kendimi bildim bileli ilgi alanım olduğu için, o deryadan hikâyelere su taşımayı çok seviyorum.

Kitabınızdaki anlattığınız Gözcü olsaydınız, bugün hangi olayı tersine çevirir ya da kimi kurtarırdınız?

Aslında romanda da alttan alta hissettirildiği üzere, gerçekte böyle bir sihirli nokta yok. Tarihte hangi noktaya geri gidip bir kırılma noktası arasanız, mutlaka ona neden olan, ortaya çıkışını hazırlayan, daha eskiye ait böyle bir nokta daha çıkar karşınıza ve bu sorgulama bitmez. Yine de insan düşünüyor böyle şeyler tabii, ben de zaman zaman kendime soruyorum. Cinsiyetler arası eşitliğin bozulup, dengenin kaba güç ve erkek-egemen şiddet tarafından bozulduğu somut bir an bulmak mümkün olsa, ilkin onu düzeltmek isterdim herhalde. Ama yapılacak herhangi bir müdahalenin işe yarayacağından hiç emin değilim. Roman da bunu anlatıyor zaten: Ne yaşıyorsak, kendi tercihlerimiz ve irademizle yaşıyoruz. Bugün ortaya çıkan resim de, binlerce yıllık o tercihler zincirinin bedeli.