YAZARLAR

Bu muz asla sadece bir muz değildir

Duvara bantlı o muz, 6.2 milyon dolara satılan ‘Komedyen’, sadece bir muzdan ibaret değil. O esasen bir fikir. Duvarda bir sanat eseri olarak basit bir muzun sergilenmesinin fikri… Beğenin, beğenmeyin; o bir sanat eseri. Peki o kadar eder mi? İşte orada biraz düşünelim. Çünkü bir muza o kadar para verilmiş olması, kelebek etkisi misali, hepimizi yakından ilgilendiriyor.

1.

Manhattan’ın tüm o meşhur müzeleri, sanat galerilerini, şık mağazaları barındıran Upper East Side semtindeki bir kaldırım tezgâhında çalışan bir adam… Bangladeşli Şah Alam… 74 yaşındaki bu adam, New York’un bu pahalı mahallesindeki tezgâhın sahibi değil, bir işçisi. İşlek caddedeki tezgâhta haftada dört gün, saati 12 dolara, 12 saatlik vardiyalarla çalışıyor. Bronx’ta, altı kişi paylaştıkları bir bodrum dairesine ayda 500 dolar veriyor. Şah Alam, New York şehrinin, normalde ‘bir haber değeri taşımayan’ ve kıt kanaat geçinen, işinde gücünde insanlarından biri…

Ama bir haber değeri varmış meğer! Yaş, saat, ücret, kira… Bu kadar sayı vermemin nedeni de işte bu haber değeri. Zaten bu başlı başına bir değer yazısı olacak. Hayatımızın değeri, işimizin değeri, paranın değeri, sanatın değeri…

Önce haber değerine geleyim. Bangladeşli Şah Alam’ın kim olduğunu ve hayatındaki son derece ilginç gelişmeyi New York Times’ın Sarah Maslin Nir’in güzel ve son derece ilginç haberinden öğrendim. Şah Alam’ın çalıştığı tezgâh, York Avenue’deki ünlü Sotheby’s Müzayede Evi’nin çok yakınında... Bu müzayede evinin bir görevlisi 20 Kasım’da, Şah Alam’ın tezgâhından, tanesi 35 sente satılan muzlardan satın aldı. Alelade bir muz… İşte o 35 sentlik muz, birkaç saat sonra Sotheby’s Müzayede Evi’ndeki açık artırmada tam 6.2 milyon dolara bir daha satıldı.  

Alelade bir muzun değeri birkaç saat içinde 18 milyon kat arttı. 

2.

Muzun hikâyesini neredeyse hepimiz biliyoruz. Yine de tekrara düşme pahasına anlatmalıyım. 

‘Komedyen’ isimli bu muz, daha doğrusu bu muzun kendisi değil de fikri, daha da doğrusu ‘Komedyen’ isimli bu sanat eseri, sanat piyasasını ve kültür âlemini beş yıldır meşgul ediyor. Eserin sahibi, İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan, Uluslararası Basel Sanat Fuarı’nın Miami edisyonuna, duvara bantladığı bu muzla katılmış ve şakacı eseriyle hem kendine bir tanınırlık yaratmış hem de neyin sanat olduğu neyin olmadığı ve buna kimin karar verdiği gibi bin yıllık soruların bir daha sorulmasına vesile olmuştu. 

Sorular eski ama belli ki hâlâ iştah kabartıyor. Cattelan’ın duvara bantlı muzdan ibaret ‘Komedyen’i Miami’de 120 bin dolara satılmıştı. Satılan tek bir eser değildi. Bu eserin üç ayrı versiyonu vardı. 120 bin dolar iki ayrı versiyona ödenmişti. Üçüncüsü de ismini vermeyen biri tarafından satın alınmış ve sonra da Guggenheim Müzesi’ne bağışlanmıştı.

Sotheby’s’de 6.2 milyon dolara satılan, 2 numaralı versiyon, 120 bin dolara satın alınan eserlerden biri. Bu işten kâr eden kişi de, müzayede eviyle birlikte işte bu 2 numaranın sahibi. Kim olduğunu bilmediğimiz bir yatırımcı. Sanatçının kendisi, Miami’deki satış sırasında basına açıklanmayan bir pay aldığından ve Amerikan yasalarına göre bu satışla da haklarını devretmiş kabul edildiğinden yeniden satıştan bir pay almıyor. Şöhretinin artmasını bir kazanç kabul etmezsek tabii..

Bu arada, peşinen söyleyeyim, ben bu muz için “böyle de sanat olur mu” diyenlerden değilim. Olur. Bence epey bayat bir fikir ama böyle de sanat olur. Peki böyle fiyat olur mu? Olursa ne olur? Ben işin burasındayım…  

Sahiden bir daha soralım: Böyle fiyat olur mu?

3.

6.2 milyon dolarlık ‘Komedyen’, tahmin edileceği üzere sadece bir muzdan ibaret değil. Dedim ya, o esasen bir fikir. Duvarda bir sanat eseri olarak basit bir muzun sergilenmesinin fikri… İşte Sotheby’s 20 Kasım’da bu fikri yeniden sattı ve muzun alıcısı olarak ilan edilen, Çinli kripto para zengini Justin Sun’a, sanatçı tarafından hazırlanmış 14 sayfalık ‘yerleştirme yönergesi’ ile birlikte bir rulo bant vermeyi taahhüt etti. Eserin yeni sahibi, muz çürüdükçe onu duvardan alıp yiyebilir -ki basın huzurunda yedi- ve yerine yenisini koyabilir. Neticede eser olan o muz değil. Eser olan: Bir muz, herhangi bir muz…

Mesela Bangladeşli Şah Alam’ın tezgâhından 35 cent’e alınan bir muz… New York Times’ın haberinden, bizzat sattığı muzun daha sonra ne kadara satıldığını öğrendiğinde, 74 yaşındaki tezgâhtarın ağladığını öğreniyoruz. “Ben hayatımda öyle bir para görmedim” diyor boğuk bir sesle. “Onu satın alan insanlar nasıl insanlar? Bir muzun ne olduğunu bilmiyorlar mı?”

Onu alan insana gelelim madem. Justin Sun. Çin doğumlu, 34 yaşında. Kripto para birimi Tron’un kurucusu. Milyonlarca dolarlık bir servetin sahibi. Bir başka New York Times haberine göre, geçen yıl, ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu (SEC) tarafından, kayıt dışı kripto varlık menkul kıymetlerinin satışı ve dijital para birimlerine olan yatırımcı ilgisini yapay bir şekilde güçlü gösteren manipülatif uygulamalar kullanmak nedeniyle suçlandı. 2021’de 78 milyon dolarlık bir Giacometti heykeli ve 20 milyon dolarlık bir Picasso tablosu satın alan da o. 

Sun, kripto paradan kazandığı ölçüsüz serveti sanata çeviriyor; bu şekilde saygınlık ve tanınırlık da kazanıyor. Bu yazının konusu olabiliyor mesela. Sadece o değil. Birçok kripto paracı, sanat eserlerinin peşinde. Başka kripto girişimcileri de, ‘Komedyen’in fahiş ücretle satıldığı açık arttırmada kendilerinin de pey sürdüğünü açıkladı. 

İşte Şah Alam’ın “bir muzun ne olduğunu biliyorlar mı” dedikleri kişiler bunlar. Yeni dünyamızın yeni zenginleri… Bir günde, bir gecede, bir anda, hiçbirimizin hayatta görmeyeceği, görmesinin de gerekmediği paraları kazananlar ve yine bir anda o paraları harcayanlar…

4.

Geçen haftaki yazımda, tekno-feodalizm konusuna girmiş, bu konu üzerinde biraz daha devam etmek istediğimi de söylemiştim. Tekno-feodalizm, yazıda görüşlerinden faydalandığım Yanis Varoufakis gibi bazı düşünürlerin, kapitalizmin bir anlamda kendi kendini öldürmesiyle ortaya çıktığını söylediği düzenin adı. Bu düzenin büyük oyuncuları, kapitalizmin ana motifi olan kârı değil, feodal düzenin temelindeki rantı/kirayı kovalıyor. Kâr etmiyorlar, kira kazanıyorlar. Parayı tekrar dolaşıma sokmuyorlar; bir koleksiyon, bir hisse ya da kripto para halinde tekrar kendilerine yatırıyorlar.

Kim peki bu büyük oyuncular? Silikon Vadisi’nden çıkan dev bilişim şirketleri; enerjiyi merkeziyetsizleştiren yeni enerjiciler; otomobilleri motordan öte bilgisayarla tarif eden yeni otomotivciler; kripto paracılar; Varoufakis’in deyişiyle ‘bulut’ sermayesi. Bulutçular. 

Yunanistan’da ekonomi bakanlığı da yapmış iktisatçı Varoufakis, ‘Techno-feudalism - What Killed Capitalism?’de bulutçuların servetlerine nasıl servet kattığının analizini yapıyor. Buraya analizin bu yazıyı ilgilendiren kısmını alacağım: 

Varoufakis’e göre dünyada birçok merkez bankasının, 2008 krizinin ardından yeni para basmasıyla ve bu parayı sermaye sahiplerine neredeyse bedava dağıtmasıyla başlayan süreç, pandemide kullanılan benzer yöntemlerin de katkısıyla, büyük servetleri bulut şirketlerinde topladı. Bu para, bulut şirketlerinin kâr yerine rantı önceleyen yapısı yüzünden, yeni yatırımlar olarak ekonomiye yönelmedi. Peki nereye gitti? Mala mülke…  Tam olarak, kripto paralara, kata yata ve sanat koleksiyonlarına… 

Peki… Gitmesine gitsin, zenginin malı züğürdün çenesini yorar mı diyelim? Ya da bu kripto para servetlerinin, duvardaki bu muzların, hatta bu milyonlarca dolarlık Giacomettilerin, Picassoların durup dururken değerlendiğini, karşılığının bir hiç olduğunu mu varsayalım? 

Hayır, karşılığı hiç değil bunların. Karşılığı çok fazla şey… Karşılığı bizim hayatlarımız… Evvela şu: Piyasaya sürülen fazla paranın karşılığı enflasyon. En basitinden, fiyatların yükselmesi ve satın alma gücümüzün de azalması. Tasarruflarımızın değer kaybetmesi… Gelir eşitsizliğinin artması… Hayattan aldığımız zevkin azalması.

Bunların üzerine kripto para sarmalını da ekleyin. Kripto para kavramının kendisi hem zaten yüksek sermayeli insanlara daha iyi hizmet ettiğinden hem de müthiş oynaklığından dolayı, gelir eşitsizliğinin artmasına ve servet transferine zemin hazırlıyor. Regülasyon eksikliği, vergi kaybı, kara para aklama kolaylığını da hesaba kattığınızda uçurum biraz daha açılıyor. Dahası, enflasyonla beraber kripto paraya yönelim artıyor, o arttıkça enflasyon da artıyor. 

Bir önceki yazıda, üretim araçlarından giderek uzaklaştığımızdan ve bu araçların az sayıda elde toplandığını yazmıştım. Adına ister tekno-feodalizm, ister başka bir şey diyelim, yeni dünyanın manzaralarından biri işte bu… Sadece üretim araçlarının gücüne değil, piyasayı keyiflerince dalgalandırma gücüne de sahip olan isimler, hayatınızda borsaya, kripto paraya, şuna buna bir lira yatırmış olmasanız bile sizi negatif yönde etkileyebiliyor. Bunca güç az sayıda elde toplanınca, piyasanın da bir hakikati kalmıyor.

Enflasyon zaten kendi başına, piyasanın hakikatinin azalması anlamına gelmiyor mu?

5.

İşte bu düzende, bu hakikatsiz piyasada duvara yapıştırılmış bir muz 6,2 milyon dolar edebiliyor. İşte bu düzende, geçen yıllara damgasını vurmuş yeni sanat ürünü NFT’ler önce milyonlarca dolar edip sonra bir anda sıfırlanabiliyor. İşte bu düzende kripto paralar, ekonomideki herhangi bir gelişmeye bile bağlı olmadan anlamsızca yükselip alçalabiliyor. İşte bu yüzden birçok ülkede enflasyon, bazılarında hiperenflasyon körükleniyor. İşte bu yüzden başkalarının yatırımları; kazançları veya kayıpları size enflasyon olarak dönüyor. 

Ya da duvardaki bir muz olarak dönüyor. 

Belçikalı sanatçı René Magritte, onlarca yıl önce, ‘Bu bir pipo değildir’ demişti zaten… Kripto para servetiyle alınmış, anlamsızca değerlenmiş o eser, tabii ki bir muz değildir. Bangladeşli tezgâhtar Şah Alam, “bu insanlar bir muzun ne olduğunu biliyorlar mı” diye sormuştu ya… Biz biliyor muyuz?

Duvarda bantlı duran o muz, beğenelim ya da beğenmeyelim, muhakkak ki  bir sanat eseridir. 

Ama o yine de bir muz değildir. 

Çünkü o sanat eseri, tıpkı çok büyük fiyatlara satılan ve eti budu kendisinden çok daha fazla olan onlarca yüzlerce başka sanat eseri gibi hakikatte asla o kadar etmez. Bu absürt fiyatlanma, piyasadaki, sistemdeki dengesizliğin bedelidir. Bu muzdan ileride daha çok göreceğiz. Duvarda bantlı duran o muz, gelir eşitsizliğinin artmasının resmidir. Hem bir fikir olarak hem de realite olarak… 

O muz, bizim rüyalarımızın yitip gitmesidir.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.