YAZARLAR

Bu kimin ızdırabı Melike?

Toplumun her alanında ağır abi ve ablalıktan, divalıktan, racondan, güçlünün yanında saf tutan figürlerden bıkanlar yorgun divaların değerini anlıyorlar. Cinsel ve politik kimliğini, yaşam tarzını, tercihlerini savunmak zorunda kalmaktan kaynaklanan bir yorgunluk dinleyicide karşılık buluyor. On yıllardır süren hoyrat politik iklimin ruhsal coğrafyamızı tarumar etmesinin de etkisiyle...

Müzik endüstrisinde şarkılarını kendileri yapan (yazan, besteleyen, hatta aranje eden) kadınların sayısı yavaş da olsa artıyor, ne mutlu! Yaratıcı, üretken ve entelektüel birikimi olanlar, piyasa koşullarıyla baş edemedikleri veya bu kavgaya girmek istemediklerinden, eserlerini çoktandır sosyal medya ve Sofar gibi minimal ama namı zamanla yürüyen mekanlarda adrese teslim ediyorlar. Eril tahakkümün hayatımızı muhasara altına aldığı bu coğrafyada söz konusu şarkıların birer başkaldırı hikayesi, kırılganlığın gücünü gösteren birer manifesto, dünyada kapladığımız yeri esneterek genişletme mücadelesi ve nihayet geçmişle hesaplaşma kararlılığı olduğu söylenebilir.

Melike Şahin vokalist olarak başlayan hikayesini bir “diva bebe” olarak sürdürüyor ve müzik endüstrisinin dayatmalarına çok da teslim olmadan hayatta kalıp, dinleyici kitlesini genişletmenin yolunu bulmuş görünüyor. Konser biletlerinin uzun zamandır yok satması bunu gösteriyor. Melike Şahin konserinden çıktığında bir kavgadan, buluşmadan, kavuşmadan, halleşmeden, en çok da psikoterapi seansından çıkmış gibi olan hatırı sayılır bir kitle var. Biz de konsere birlikte gittiğimiz arkadaşlarımdan Naz Hıdır’la, Melike Şahin’in “bizim gibiler” nezdinde önlenemeyen yükselişini konuştuk. Bizim gibilerin kimler olduğunu da sohbet ilerledikçe anlarsınız zaten.

Funda: Melike Şahin’de her yaştan, sınıftan, kültürden, cinsiyetten insanı çeken ne var sence? Kendi adıma, konserden çıktıktan sonra, samimiyeti olabilir mi, diye düşündüm. Biraz mesafeli bakmaya çalıştım. Büyük ölçüde samimi geliyor bana, hani dertleşiyor ya seyirciyle, “eski ilişkilerim toksikti” gibi itiraflarda bulunduktan sonra “ay amma da açıldım ben size” diyor mesela. Derken bir şarkıyı niye yazdığını anlatıyor. Şarkının yazılış hikayesinin içinden birçok insanın mahrem sayabileceği ayrıntılar çıkıyor. Bunu mesela Kalben de yapıyor. Onun hiç konserini izlemedim ama konserlerinden videolar paylaşıyor, oradan görüyorum.

Bu tavra asla bütünüyle sahte demiyorum. Çünkü son yıllarda özel olanın politize edilerek oradaki sorunların çözülmeye çalışılması kadınlar ve LGBTİ bireyler için bir çıkış yolu. Sosyal medya da buna riskli ama elverişli bir mecra teşkil etti. Ama bir yandan böyle bir persona yaratmak, aynı dertlerden muzdarip kişilerden oluşan bir kitlenin ilgisini çekerken ticari başarıyı da beraberinde getirecek bir hamle.  Sıla ile görünür olmuştu kadınların cinsiyet belası ile ortalık yerde mücadeleleri. Ondan sonra, çok popüler olan biyografik filmle magazin basınının karşımıza getirdiği Bergen gibi örnekler vardı. Ama Bergen bir kurban gibi lanse ediliyordu. Sıla, Kalben, Ceylan Ertem, Melek Mosso ve benzerleri ise mağdur pozisyonuna sığınmıyorlar. Mücadeleyi ürettikleri işlerle birleştiriyorlar. Bedenleri ile barışık olmak için çaba harcayanlara, cinsel istismara, şiddete uğramış olanlara cesaret veriyorlar. Popüler figürlerin alışageldiğimiz mazbut çizilmeye çalışılan profiline veya bir başarı hikayesi gibi kurulan, saçlarının teli bozulmadan verdikleri pozlarda sembolize olan kariyerlerine bir tür isyan gibi. Bahsettiğim isimlerinse çoğunda seçilmiş aile kavramı öne çıkıyor. Mesela Melike Şahin’in çevresinde, düğün yaparken de, tatil yaparken de, konsere hazırlanırken de, kederliyken de ailesinden çok arkadaşları var. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?

Naz: Melike'nin şarkı sözleri dostluğu ya da aşkı söz konusu olduğunda heteronormatif kalıplara yer yok. Aşk şarkısı olabilir o şarkı ama dostluğa dair de olabilir. Konserlerinde “Ellerin Hani?” şarkısını bir dostuyla yaşadığı küslük üzerine yazdığını anlatıyor mesela. Şarkılarında ayrılık, güçlenme, toparlanma, iyileşme ve sık sık karşımıza çıkan “merhem elimdeymiş, hepsi geçti, bedelini ödedim” gibi ifadeler ile kendine şifa olma vurgusu var. Şu sözler mesela:

Hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün / Ayna elimde, durur yara izi, içim üşütür / Yine düşsem yine yenilsem sil baştan / Ne mümkün yıkılmak, yine doğruldum bak

Bu dinleyici kitleye çok iyi geliyor diye düşünüyorum. Bu ve benzeri göndermeler bana güçlenmeye dair bir çağrı gibi geliyor ama bir o kadar da dayanışmaya... Sosyal medyada sunduğu şey de, söyleşilerde vurguladıkları da bu yönde. Okuyan, üreten, eleştiren, yazan biri olduğunu sosyal medya mecralarından takip ediyoruz. Direnişlere selam gönderebiliyor, erkek baskın müzik ortamındaki zorlukları eleştirebiliyor. 8 Mart'ta bir konserinde, o günkü gece yürüyüşüne gidemediği için mesajını konserde okuyor. Sözünü sakınmıyor. 25 Kasım’lardaki Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı yürüyüşlerde, 8 Mart’larda onun şarkı sözlerine gönderme yapan, “hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün” pankartları görüyoruz. LGBTİ’ler de çok sahip çıktı, sözleri çok sahiplendi.

Funda: Acaba Melike biraz daha ulaşılabilir mi geliyor? Kendisine “diva” diyor ama aslında o kategorinin paradosini yapıyor. Bizde çok vardır ya kaprisli assolist. Bir yandan, dediğin gibi bir LGBTI göndermesi de var, belki trans divalara da gönderme var. İnsan, Melikşah Altuntaş’ınki gibi sosyal medya kanallarından Melike’yi izlerken, “bu benim arkadaşım olabilir” hissi alıyor. “8 Mart yürüyüşüne birlikte gideriz” hissi veriyor.

Naz: Evet bunu ben de çok hissediyorum. Sanki biz bir araya gelsek, otursak çok ortak konuşacak konu var. Ülkenin gündemi, geçmiş, travmalar, kadınlık, hayaller gibi pek çok deneyimi paylaşabiliriz. Bu ortaklık hissi çok geçiyor bana ve çevremdeki pek çok kişiye.

Bu seçilmiş aile meselesiyle de çok ilgili diye düşünüyorum. Melikşah’la, Mabel’le dostlukları da çok ortada ve samimi geliyor. Hatta şu “diva yorgun” hikayesi beni çok etkiledi. Mabel, dostu Melike’ye hediye olarak onun hikayesinden etkilenip şarkı sözü yazıyor.  O şarkının klibinde Mabel de var. Klip kuir bir pavyon. O kadar zamansız bir klip ki. Türkiye’nin son dönemde artan baskıcı politik ortamında farklılıkları bir araya getiren kapsayıcı bir klip olmuş. Fit olmak, güzel olmak, şık olmak, genç olmak hiç dert edilmemiş. Bu bize umut oluyor, nefes aldırıyor ve dayanışma hissimizi güçlendiriyor. Bu coğrafyada, bu dönemdeki konumumuzu da düşünürsek... Hatta ben bir söyleşide bunu da Melike’ye sormuştum. “Şarkılarınız hep feminist güçlenmeye işaret ediyor. 8 Mart’larda sahaya bu kadar ineceğini, kuir komitenin bu kadar sahipleneceğini öngörüyor muydunuz?” diye. Gözleri doldu, “Bu topluluklara yakınım, dahilim, bu coğrafyada benzer deneyimlerden geçmiş kadın olarak, bu acılardan geçip bu sözleri söylüyorsun ve bunun karşılık bulması şaşırtıcı değil” diye cevap vermişti. Kadınlara ve lubunyalara selam gönderdiği bir ödül töreni oldu mesela. Hem Mabel, hem Melike o törende ödül aldılar. Bunun üzerine bazı konserleri iptal edildi. Sosyal medyadan da saldırı oldu. Buna rağmen geri çekilmediler. Bunu güçlü bir politik duruş olarak görüyorum. Böylesi saldırılar altında geri adım atanlar oluyor çünkü.

Sahnede sadece şarkı söylemiyor Melike, performans yapıyor, o ruh durumunu bedeniyle de yaşıyor ve izleyene de yaşatıyor. Sosyal medyada bedenine dair olumsuz eleştiriler alabiliyor. Ama bunlar onun o ideal güzellik algısıyla ilgili bir adım atmasına sebep olmuyor, ne ise o olmaya devam etmesi önemli geliyor.

Funda: Ankara konserinde ayağıma bir şey batarsa fenalaşıyorum diyerek terliklerini giydi mesela. Başka konserlerde de onu terlikli gördüm. Terliğin temsil ettiği samimiyet, özel alana yaptığı gönderme basit ama görmezden gelinemez. Birazdan ayağını altına alıp bir kanepeye kıvrılacak ve sohbete başlayacağız gibi bir his.

Naz: Heyecanını, üşümesini, korkusunu da sahnede anlatabiliyor. Mesela ODTÜ’de Devrim Stadyumu’nda bir konserine gittim ben. İnanılmazdı. O alan binler alıyor. Orada çok heyecanlandı. Bu heyecanını da paylaştı. Bu bir performans ve işini yapan biri gibi değil de, bir özne olarak orada olduğunu, zayıflıklarını, yaralarını, korkularını, cesaretini hepsini ortaya koyabiliyor. Bu zayıflık meselesi bence güçlenmeyle de çok ilgili. Bir kadın için hele de ünlü bir kadın için travmalar, kalp kırıklıkları gibi özel olan şeyleri aktarmak kolay mı?

Funda: Kırılganlık, şaşırtıcı biçimde, çok güçlü ve hatta zulmeden için ürkütücü bir özelliktir. Kırılgalığına, korkularına, kayıplarına, yasına sahip çıkmak, deva aramak ve güçlenmek için temel çıkış noktası. Melike’nin ve bahsettiğimiz diğer isimlerin şarkı sözleri, popüler diğer şarkılarınki gibi nakarata dayanarak ilerleyen, prozodiyi gözeteceğim derken anlamsızlaşanlardan değil. Şiire daha yakın duran türden. Tabii bir de manifest nitelikleri var. Bunun en popüler olmuş örneği Kalben’in Çünkü Başka Sen Yok’u.

Naz: Melike’de de o kadar çok gördüğümüz bir şey ki bu. Konserde de diyordu ya, “ne çekmişim ben de!” ama sonra da ekliyor “iyi ki de çekmişim, buralardan geçtim ve buraya geldim.” Söyleşilerinde terapi aldığını da söylüyor.

Funda: Terapi aldığını, çoğumuz maddi gücümüz yettiği kadar terapi aldığımız için fark ediyoruz. Hatta Melike Şahin’e uyarlanmış bir karikatür var ya, terapistin masasının önü boş, Melike Şahin’in masasının önünde kuyruk var.

Naz: Melike’nin sahneden yaptığı iş aracılığıyla mesajlarını iletmesi, bizlerin de kendi çalışma alanlarımızda yaptığımıza benziyor. Melike bunu sözleriyle müziğiyle yapıyor. O yüzden de Melike bana çok yoldaş hissi de veriyor.

Funda: Sanatın iyileştirici, güçlendirici yanı...

Naz: Mesela ben de Melike’ye eve kapandığımız o kaotik pandemi günlerinde sardım. Pek çok insanın da o dönemde keşfettiğini ve bağlandığını görüyorum. Bu da bence tesadüfi değil. Pandemi çok fazla içimize ve kendimize dönmek zorunda kaldığımız bir dönemdi. Kimin Izdırabı?, Hepsi Geçti, Tutuşmuş Beraber, Merhem… her birine dair çok düşündüm. Bu kadın nelerden geçmiş, benim hikayemde bu nerelere değiyor? Neler yaşamış ama bir yanıyla buralardan nasıl da güçlenerek ve üreterek çıkmış. Bence etrafımızdaki birçok kadın ve kuir arkadaşım da bu şarkı sözlerine dair benzer hissediyor.

Funda: Erillik eleştirisi çok yoğun olarak var. Mesela Pençe şarkısında:

Ah deli dolu kaplan/Sözde yüreğimi avlar/Merhametin ayazında/Pençen inadına parlar/Ah, yakışıyor mu kaptan/Bu fiyakalı laflar/Kaygılarımız apayrı/Kendi dümenine katlan

Erkeklerin bu palavracı, pozcu, burnundan kıl aldırmayan tavırlarını eleştiriyor. Sen bunları benim külahıma anlat havası. Bu alaycı bir eleştiri, çoğumuzun aklından geçirip dillendiremediği şey.

Naz: Belki dönemin getirdiği bir şeydir. Melike’nin bir eser ortaya çıkana kadar geçen sürece dinleyiciyi dahil etmesi. Ya da en azından ettiğini hissettirmesi. Şarkılarının arka planını konserde anlatması, canlı yayınlar açması, evinden bir şeyleri, kedilerini, kitaplarını, yaşam alanlarını, hayatını paylaşması. Toplumdan kopuk olmaması, magazin nesnesi gibi bir konumda olmaması da ilgi çekici.

Funda: Bu, dönemin bir eğilimi bence. Deniz Tekin evinde klip çekiyor veya orasının evi olduğunu düşündürüyor, Ceylan Ertem ev gibi düzenlediği bir stüdyoda konuk ağırlayıp düet yapıyor vb. Biraz ekonomik koşulların zorlaması da var ama o samimiyet hissini, yakınlığı vurgulayan şeyler bunlar. Ve bunun karşılık bulduğunu da söyleyebiliriz gösterişten, sahtelikten bıkan kesim için. Toplumun her alanında ağır abi ve ablalıktan, divalıktan, racondan, güçlünün yanında saf tutan figürlerden bıkanlar yorgun divaların değerini anlıyorlar.  Cinsel ve politik kimliğini, yaşam tarzını, tercihlerini savunmak zorunda kalmaktan kaynaklanan bir yorgunluk dinleyicide karşılık buluyor. On yıllardır süren hoyrat politik iklimin ruhsal coğrafyamızı tarumar etmesinin de etkisiyle...

Naz: Özel alanda olan her şeyin kıymetli olmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Kliplerini izleyince mekan seçimlerini de anlamlı buluyorum. Biraz önce gazino konuştuk. Diva Yorgun klibinde mesela. Öpmem Lazım klibi bir kuir hamam adeta, cinsiyetler arası ilişkiler çok akışkan, beden ile ilişkilenme de öyle.

Bu arada, türkü de söylüyor epey. Sivaslı olduğunu, Alevi bir aileden geldiğini, Sabahat Akkiraz türküleriyle büyüdüğünü biliyoruz. Kadın kimliği kadar sahiplendiği diğer kimlikleri de ön planda. Kadınlara ait kılınan ya da onlara uygun bulunmayan mekanlarla da bir derdi var gibi geliyor. İşte tren garında da bir klibi var, Tony Gatlif’in çektiği, çok farklı kadınların bir arada olduğu bir klip. Kamusal alanın bu kadar kadın yoğun olarak temsil edilmesi önemli. Diğeri de yolda mesela. Geri Ver şarkısının klibinde yolda gidiyor ya, araba kullanmak bana cinsiyet ilişkileri açısından çok özgürleştirici gelir. Trafik, şoförler dünyası çok eril alanlar olduğu için herhalde. Melike’nin yolculuğu bir kadın olarak yapması, arabayı sürmesi kenara çekip durması, bunların her biri bile tercih olarak rastlantısal gelmiyor bana.

Funda: Sen kliplerden söz ederken, yine çok dinlediğim Madrigal grubunun albümünün adını hatırladım da şimdi: Neogazino. Bir neogazinoculuk devrinde yaşıyoruz sanırım. Melek Mosso da öyle. Ceylan Ertem, coverlarını ciğer dağlayan bir formatta söylüyor. Selami Şahin’in yeniden revaç bulması. Kılık kıyafetler frapan, florasan renkler, otrüşler, dekorlar, mekanlar. 80’lerin gazino ortamı geri dönmüş gibi oldu bir anlamda.

Naz: Ayta Sözeri de mesela gazino gibi bir formatta yapıyor, tuvaletler giyiyor.

Funda: Bir de ekip işi meselesi var. Mesela Sezen Aksu yeni nesiller yetiştirirdi. Ama o hep karar vericiydi, kraliçeydi. Şurekası içinden seçtiklerini lanse ederdi. Yeni nesil, Melike tarzı sanatçılarda kolektiviteye inanan ve bunu sergileyen bir tavır var. Seyirci önünde herkese emeğin hakkını teslim etmeye çalışan. Yine de “yıldız benim” tavrı var tabii. İzleyici profiline değinelim. Her sınıftan, kültürden insan görüyoruz konserlerde.

Naz: Bu da çok önemli. Neredeyse 9-10 konserine gittim Melike’nin, çok kısa sürede. Her bir konserde bu çeşitlilik en dikkatimi çeken şeylerden biri oldu. En önde ben, yanımda çok farklı insanlar. Şarkılar çok farklı kitleleri birleştiriyor. “Hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün”, “tutuşmuş beraber, yüreklerimiz yangın ezelden” derken biz hep bir ağızdan söylüyoruz. “Ayyy UBB’yi (Uykumun Boyununu Bükme) söyleyecek”, “Ay bu hangisiydi?”, “Dur sen öne geç, ben fotoğraf çekeyim” gibi sözlerin havada uçuştuğu bir laf atma, dayanışma ortamı da oluşuyor. Bir anda “Melikko konsercilik” dayanışması oluyor. Son dönemde, deprem bölgesine gidip geldikçe de dikkatimi çeken bir diğer şey, Melike Şahin’in çok farklı yerlerde farklı kesimlerce dinlendiği. Araçlarda eşlik eden şoförler mesela. Diva Yorgun şarkısına kadar radyoda çok çalınan biri değildi. Her sınıftan, her kimlikten kişi dinliyor.

Diğer dikkat çekici bir şey yine politik duruşla ilgili. Melike Şahin geçen yıl Elif Dikeç ve Fotini Kokkala ile Uluslararası Hrant Dink Ödülleri’nde Adana Ağıdı’nı yorumladı. Bu baskı ortamında bu duruşlardan geri adım atmaması konserleri yasaklanacak olsa da, ben böyle biriyim deme hali kritik. Örneği var mı, diye düşündüm. Bu kadar kimliği ile öne çıkardığımız başka müzik yapan kadın var mıydı? Sezen Aksu’yu, Selda Bağcan’ı düşündüm. Hepsinin politik duruşları sevilen ya da eleştirilen yönleri elbette var. Bu devir yüzünden mi biz Melike’ye bu kadar takıldık? Sonra cinsiyetle ilgili mi diye düşündüm. Ahmet Kaya politik bir figürdü ama erkekti. Zülfü Livaneli politik bir figürdü, müziği hep politikti ama o da erkekti.

Funda: Bir de kimlik belirleyici, onlarınki sınıftı, Marksizm’di sosyalizmdi, komünizmdi. Şimdi kimlikler siyasetinin içine gömüldüğümüz bir çağda yaşıyoruz. Mesela solcuyum, sosyalistim demekle yetinilmiyor. LGBTİ’yim, Aleviyim, Kürdüm, Müslüman feministim beyanı yapılıyor. Veganım, vejetaryenim, savaş karşıtıyım, onların da mücadelesini ayrıca verme dönemi. Her şeyin mücadelesini ayrı ayrı ve gurur duyarak yapma dönemi bu. Onunla da ilgili olabilir. Mesela Bülent Ersoy transtı ama empati kurulamayacak kadar agresif ve milliyetçiydi. Çok acı çekmiş, hapis, sürgün falan insan anlıyor tabii. Melike ve başka isimler mensubu olmadıkları ezilen tarafların mücadelesini de veriyorlar. Alevi olmasa da Alevileri, Kürt olmasa da Kürtleri kollayacak gibi.  

Tanındıkça, yükseldikçe bu tavır bir iç dökme fantezisine mi dönüşecek, performansın bir parçası mı olacak? Alıştığımız şöhretler dünyasının bizde yarattığı kirlilik var ya, birilerinin samimiyetine inanmamızı zorlaştırıyor. Oynuyor mu acaba seyirciyle diye düşünmeden edemiyorsun.

Naz: Ben samimiyetine inanıyorum ve yoldaşım gibi hissediyorum. Ama bir yandan zaten öyle iyi geliyor ki, galiba bu bir oyunsa da bu oyunu bile bir direniş biçimi olarak görüyor ve bu oyuna kanmak istiyorum.

Funda: Haklısın. Hepimiz oyun oynuyoruz çünkü gündelik performanslarımızda. Melike’yle yan yana yola düzüldük, kol kola gidiyoruz ve hep böyle yürümeyi umut ediyoruz. Bu söyleşi güzel bir anı, bizi birleştiren bir hikaye oldu.

Haftanın Kitabı: 19. Yüzyıl’da İngiliz taşrasında yaşayan bir kadının toplumsal baskılara direnişini adeta senfonik bir formda anlatıyor Anne Bronte Wildfell Konağının Kiracısı’nda. Çev. Mehtap Gün Ayral, Yedi Yayınları, 2021


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.