Bu karanlıktan nasıl çıkacağız?

Sorunun cevabı, eğer aranırsa Kore deneyiminde bulunabilir. Gezi, Türkiye’nin Gwangju’su sayılabilir. Gwangju direnişçileri nasıl bir gün başarılı olduysa Gezi direnişçileri de başarılı olacak.

Google Haberlere Abone ol

Sorunun cevabını hiç ilgisi olmayan bir yerde, Kore tecrübesinde arayalım.

18 Mayıs, Güney Kore’de Gwangju katliamının 41'inci yıldönümüydü. O sıralarda genç bir demokrasi aktivisti olan bugünkü Cumhurbaşkanı Moon Jae-in, günün anısına yaptığı konuşmada Myanmar’da askeri cuntaya direnen Burma halkının onurlu mücadelesini selamlayarak, dün Gwangju’da olanların bugün Myanmar’da tekrarlandığını, birgün Burma halkının da Kore halkı gibi zalimleri yeneceğini, demokrasinin kazanacağını söyledi.

1980 yılının 18 Mayıs günü Seul’ün 329 km güneyindeki Gwangju kentinde Chun Doo-hwan liderliğindeki askeri cunta yönetimine karşı üniversite öğrencilerinin başlattıkları direniş kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Kente gönderilen elit birlikler, öğrencilerin ve onları destekleyen halkın üzerine ağır silahlarla saldırarak on gün boyunca acımasız bir katliam gerçekleştirmişti. Dünya bu vahşetten şehrin abluka altına alınması nedeniyle ancak Jurgen Hinzpeter adlı cesur ve vicdan sahibi bir Alman gazetecinin çektiği filmlerin gizlice Almanya’ya kaçırılması sayesinde sonradan haberdar olabildi.

Gwangju’da 1980 yılının mayıs ayında gerçekte neler olup bittiği uzun süre gizlenmeye çalışıldı. Sağ iktidarlar, Hinzpeter’in vahşeti kayda geçirmesine rağmen, Gwangju’da bir katliam değil, komünist bir silahlı kalkışma vuku bulduğunu, ölenlerin sayısının abartıldığını iddia ettiler ve anma eylemlerini yasaklamaya çalıştılar.

Bugün artık gerçekler, vahşetin tanıklarının kamuoyu önünde konuşmaya cesaret etmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. Gwangju Chonnam Ulusal Üniversitesi öğrencilerinin Chun Doo-hwan cuntasına karşı başlattıkları protesto eylemini bastırmak için kente sevk edilen elit komando birliklerinin tanklar, zırhlı araçlar, helikopterler ve makineli tüfeklerle giriştiği katliama tepki gösteren halkın öğrencilerin yanında direnişe katılmasıyla büyüyen olaylar sırasında 2 bin civarında sivilin sokaklarda acımasızca öldürüldüğü, binlerce insanın yaralandığı, genç kızların ırzına geçildiği, çok sayıda direnişçinin yıllarca sakıncalı vatandaş muamele gördüğü artık biliniyor. Gwangju katliamı daha önceki bir yazımda referans gösterdiğim Man Booker ödüllü Koreli yazar Han Kang tarafından “Çocuk Geliyor” (Türkçe çevirisi Göksel Türközü) adlı eserde çarpıcı bir dille anlatılır.

Bugün artık Gwangju katliamı Kore Cumhurbaşkanının katıldığı resmi törenlerle anılıyor. Gwangju’da bir zamanlar toplu mezarlara atılan katliamın kurbanları için bir devlet mezarlığı inşa edildi. Katliam için kentte bir de anı müzesi var. Ve bugün Güney Kore, Gwangju direnişçileri sayesinde Asya’da örnek alınan bir demokrasi haline geldi.

Güney Kore’de demokrasi, Gwangju’da ve ülkenin başka yerlerinde on yıllar boyunca askeri rejimlere ve otoriter tek adam yönetimlerine karşı kararlılıkla direnen yüz binlerin mücadelesi sayesinde bedel ödenerek elde edildi. Gwangju’da yenilen ama yılmayan Kore halkı askeri diktatörlüğü “1987 Haziran Mücadelesi” ile tarihin çöplüğüne gönderdi. 1989 yılında ülkenin demokratik anayasası kabul edildi. Başta cunta lideri Chun Doo-hwan olmak üzere katliamın suçluları yargılandılar ve hak ettikleri cezalara çarptırılarak tarih önünde mahkum edildiler. Gwangju olaylarını kışkırtmakla suçlanan ve askeri cunta yönetiminin suikast teşebbüslerinden sağ kurtulan Kim Dae-jung 1998’de cumhurbaşkanı seçildi. Kim Dae-jung Kuzey Kore’ye yönelik “Güneş Işığı” (Sunshine Policy) açılım politikası nedeniyle Nobel Barış Ödülü aldı. Bir zamanlar hapislere atılan, savcılık sınavlarına ve devlet hizmetine alınmayan, sakıncalı piyade olarak mayınlı ara bölgede askerlik yaptırılan insan hakları hukukçusu Moon Jae-in, bugün Güney Kore’nin saygın devlet başkanı.

Moon Jae-in Washington’da Biden tarafından ağırlanan ikinci dünya lideri olacak. İki lider Kuzey Kore tehdidi, Çin, pandemi ile mücadele, dünya ekonomisinin sorunları ve çevre konularının yanı sıra otokratik rejimlere karşı alınacak ortak tutumu da görüşecekler. Biden’ın Kuzey Kore rejimi ve Myanmar hakkında Moon Jae-in’in söyleyeceklerini can kulağı ile dinleyeceğine kuşkum yok.

Gwangju direnişi Güney Kore’de nasıl “1987 Haziran Mücadelesi”ne zemin hazırladıysa, 1987 Haziran Mücadelesi de 1989 yılında Çin’de Tiananmen demokrasi eylemcilerine ilham kaynağı oldu. Tiananmen direnişçileri Gwangju direnişçileri gibi yenilmiş olabilirler, ama arkalarında Çin’de demokrasinin geleceği için çok değerli bir miras bıraktılar. Gwangju direnişinin mirası bugün Asya’da dalga dalga yayılıyor. Gwangju direnişçilerinin anısına bestelenen “March for the Beloved” (Yitik Sevgililer Marşı) bugün sadece Güney Kore’de değil, Hong Kong’da ve Myanmar’da protesto gösterilerinde kitleler tarafından söyleniyor.

Kıssadan hisse: Bu dünya zalimlere kalmıyor. Demokrasi ve insan hakları için direnen mazlum halklar bir gün mutlaka kazanıyor/kazanacak.

Güney Kore sadece yarattığı “Han Nehri” ekonomik mucizesi sayesinde bugünkü konumuna gelmedi. Güney Kore’nin başarıları sadece halkının çalışkanlığıyla, ağır sanayi yatırımlarıyla, ekonomik dışa açılma ve serbest rekabete dayanan ithalat rejimiyle, yüksek ar-ge harcamalarıyla ve teknolojik eğitime verilen önemle açıklanamaz. Güney Koreliler ekonomik mucizenin yanı sıra bir de demokrasi devrimi gerçekleştirdiler. Bu gerçek çoğu zaman göz ardı edilir. Güney Kore demokrasisinin bugün ulaştığı seviye göz önünde tutulmadan bu ülkenin bugünkü başarılarını anlamak mümkün değildir. Güney Kore Türkiye’yi ekonomide 1960’larda yakaladı, 1970’lerde geçti. Ancak demokratik sicil bakımından Türkiye 1970’lerde, tüm sorunlarına rağmen hala ilerideydi. Koreli dostlarım bana bu gerçeği hep ifade etmişlerdir. Bugünkü durumumuz ise ortada. Dünya demokrasi sıralamasında Kore listenin en üstlerine tırmanmışken, Türkiye şimdi en altlarda.

Başlıktaki sorunun cevabına artık gelebiliriz. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu sorunun cevabı, eğer aranırsa Kore deneyiminde bulunabilir. İçinde bulunduğumuz karanlıktan kurtuluş yolu ancak Koreliler gibi cesaretle demokrasi mücadelesi verilerek elde edilecek. Bu mücadele, bedel ödenerek veriliyor. Gezi direnişi Türkiye’nin Gwangju’su sayılabilir. Gwangju direnişçileri nasıl bir gün başarılı olduysa, Gezi direnişçileri de başarılı olacak. İktidar bu yüzden aradan geçen onca yıla rağmen hala Gezi ruhunu öldürmeye çalışıyor. Gezi ruhunu yaşatmak demokrasi ve çağdaş bir Türkiye özlemi çeken hepimizin görevi. Ali İsmaillerin, Berkin Elvanların göremediği güzel günleri sağlamak hepimizin yeni nesillere borcu. Bu mücadelede herkese ve her kesime bir rol düşüyor.

Demokrasi, bazılarının iddia ettikleri gibi her ülkeye özgü farklı anlayış ve uygulamalara cevaz veren bir yönetim tarzı değil. Belli evrensel kurallar ve kurumlar olmadan demokrasi olmuyor: Özgür ve serbest seçimlerle iktidarların barış ve huzur içinde değişebilmesi, şeffaf, denetime açık ve hesap veren yönetim anlayışı, insan hakları, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı, bağımsız yargı, kısıtlamasız örgütlenme ve ifade özgürlüğü, özgür ve bağımsız basın, bağımsız ve tarafsız kurumlar ve denetim mekanizmaları yoksa, bir ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Bunlar yüzyıllardır insanlığın elde etmek için mücadele ettiği demokrasinin olmazsa olmazları. Bunların mevcudiyeti ve işlerliği garanti altına alındıktan sonra, yönetim sisteminin başkanlık veya (güçlendirilmiş) parlamenter sistem olup olmamasının hiçbir önemi yok. Bugün adına cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen ucube ve kokuşmuş sistemin demokratik yönetim anlayışları arasında yeri bulunmadığını artık sağır sultan dahi biliyor. Mesele bunun yerine neyin, nasıl ikame edileceği.

Mevcut tek adam yönetiminin Türkiye’de başkanlık sistemine karşı belli bir alerji yaratmış olması anlaşılır bir durum. Oysa Güney Kore’de demokrasi başkanlık sistemi altında kusursuz işleyebiliyor. Güney Kore’de güçler ayrılığı katı bir şekilde uygulanır. Moon Jae-in’den önceki devlet başkanı Park Guen-hye yaptığı yolsuzluklar nedeniyle çoğunluğa sahip olduğu Kore Parlamentosunda namuslu parlamenterler tarafından görevden alındı. Yargılandı ve hapse mahkum oldu. Park Guen-hye’nin yolsuzluklarını basın ortaya çıkarmıştı. Bizim de özlemimiz bu. Biz de sorumluluklarını yerine getiren devlet kurumlarını, görevlerini tarafsızlıkla, cesaretle yapan basın ve kamu görevlilerini hak ediyoruz.

Tek adam rejiminin ileride de hortlayabileceği korkusuyla muhalefetin tünelden çıkış için çözümü parlamenter sistemde araması olağan karşılanmalı. Ancak, adı her ne olursa olsun, Türkiye’de parlamenter sisteme dönüş Kore örneğindeki gibi mutlaka gerçek demokratik ilkeler ve anlayışlar temelinde şekillenmeli. Bu konuda sadece muhalefet partilerine değil, sivil toplum önderlerine ve aydınlara da büyük görevler düşüyor.

Gazete Duvar’da çıkan ilk yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi Kürt meselesinin çözümü Türkiye’de demokrasinin önündeki en önemli sınama. İyi Parti’nin ideolojik kökleri nedeniyle Millet İttifakı’nın bu konuya çağdaş ve adil bir çözüm yolu bulabilmesi oldukça kuşkulu. Ama yine de umutlu olmak istiyorum. Umarım akıl ve vicdan galebe çalar. Zira, kangren olmuş Kürt sorununun çözümü konusunda geniş bir mutabakat sağlanamadığı takdirde, Türkiye içinde bulunduğu çatışmalardan çıkamaz. Demokrasi umudu ufuktan kaybolur, ülke daha da yoksullaşır. Buna karşılık mafya çeteleri ve derin devlet yapılanmaları puslu ortamda cirit atmaya devam ederler, kan durmaz. Bunu Türkiye’ye reva görmemek lazım.

HDP’nin şeytanlaştırılarak ona oy veren milyonlarca Kürt seçmeni demokrasiden ve Türklerle bir arada yaşamaktan uzaklaştırmak ülkeye yarar sağlamadı, bundan sonra da sağlamayacak. Selahattin Demirtaş’ın ve diğer HDP temsilcilerinin uğradıkları haksızlıklara ve kayyum uygulamalarına son verilmesi için herkesin sesini yükseltmesi gerekiyor. Tutukluların serbest bırakılması ve belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesinden sonra, yerel yönetimlerin statü ve yetkilerinin güçlendirilmesi ve anadilde eğitim hakkı için somut adımlar atılmalı. Bunu yapacak cesur siyasetçilerin var olduğuna inanmak istiyorum.

Bu, daha iyi bir Türkiye için bedel ödeyen Gezi şehitlerine, Osman Kavala gibi aydınlarımıza namus borcumuzdur. Bu, ormanları ve dereleri için direnen İkizderelilere ve sayısız Anadolu köylülerine, fedakar çevrecilere, barış akademisyenlerine, okullarını korumak için aylardır direnen Boğaziçili öğrencilere ve hocalara, KHK’larla hayatı karartılan binlerce masum insana, yoksulluk nedeniyle intahar eden yüzlerce çaresiz vatandaşımıza, hakları için her türlü şiddet ve baskıya göğüs geren kadın hareketine, yoksulluk ve işsizlik altında ezilen emekçi sınıflara, daha iyi bir ülkede yaşamak isteyen gençlere borcumuzdur.

 

Etiketler Gezi Gwangju