YAZARLAR

Bu Genç Kız Artist Olmak İstiyor

Ferda Ferdağ her şeyi istedi. Azıyla yetinmeye razı olmadı. Böyle bir hayali olmasına rağmen, yıldız sisteminin beklentilerini karşılamaması ve sisteme uyum göstermeye yanaşmamasının da etkisiyle, sinema piyasası onu dışına attı. Deli dolu, huysuz, yıkık bir çocuk, genç ve yetişkin olarak yaşadı kısa denebilecek hayatını.

Fikriye Dumrul, Edremitli bir kahvehane sahibinin iki kızından biridir. Yaşıtlarıyla kıyaslandığında baskın bir karakterdir. İçi içine sığmaz. Mahalle arkadaşlarını yaramazlığa teşvik eder, kendisi bir kenara çekilip ortalığın karışmasını keyifle izler. Babaannesi ve dedesinin şefkatiyle büyüdüğü halde hep sevgi açlığı çeker. Çünkü anne-babasından uzaktadır. Kendisinden birkaç yaş küçük kız kardeşi doğup da aile bir araya geldiğinde bu açlık daha da artar. Babası, “kara kızım” diye sevdiği küçük kardeşine Fikriye’den daha fazla ilgi ve sevgi göstermektedir. O da çok sevmesine rağmen kız kardeşini hırpalamaktan geri duramaz.

Teyzesinin kızı gazetecidir. Onun sayesinde henüz 13 yaşında Yeşilçam’ın birçok yıldızını parlatan magazin gazetecisi Oğuz Özdeş ile tanışır. O dönemde de magazin gazeteleri ve dergileri bir yıldız veya yıldız adayını rezil yahut vezir etme potansiyeline sahiptirler. Üstelik, televizyonun, internetin adının geçmediği dönemde eğlence endüstrisinin temel taşlarındandır bu yayınlar. Fikriye, Özdeş’le birlikte sektörün acımasız kurallarıyla da tanışır: “Seni meşhur romancı Oğuz Özdeş’e götürüyorum” der teyze kızı. “15 yaşındayım diyeceksin. Hakkında yazı yazılacak, resimlerin çekilecek. Artist olacaksın. Fikriye adın da hiç güzel değil. Adını Ferda koydum. Ferda ne demek biliyor musun? Gelecek, ati demek. Çabuk ezberle, beni rezil etme.” Genç kız, bu iğreti ismi içinden tekrar ede ede Cağaloğlu’nu adımlar.

Bu arada aile artık İstanbul sakini olmuştur. Artist olmak için yanıp tutuşan Fikriye, Özdeş’le tanışıklığının kapıları aralamasını beklemez. Kendisi zorlayacaktır kapıları. Şehir Tiyatroları’ndaki Kül Kedisi oyununun provalarına katılır. Gösteri dünyasının ışıltılı atmosferine bu hızlı girişi, başrol oyuncusunu kıskanıp provalardan kaçmasıyla sona erer. Haksızlığa uğradığına ilişkin bu ilk izlenimi ve bu dünyada parlayan kadın yıldızlara duyduğu haset, Yeşilçam’da ve sonra sahnede geçireceği yıllar boyunca peşini bırakmayacaktır: “Bu kıskançlığın cezasını Yeşilçam’da 40 sene çekecektim. Çünkü Yeşilçam’ın starları bana hiç rol vermeyecekti” der yıllar sonra kaleme alacağı anılarında.

Fikriye, tiyatro sahnesinde yer edinemeyeceğini anlayınca şansını yeniden Yeşilçam’da denemeye karar verir. Halk Film Stüdyosu’nda çekilen bir film için “istidatlı genç kız” arandığını duyunca bir mektupla filmin yapımcısı Münir Hayri Egeli’ye başvurur. Artık Sarı Zeybek filminin kadrosundadır. Taşralı tınısının dezavantaj olacağını düşünen teyze kızının hoyratça çekip aldığı adını, filmin çekimleri sürerken, bu kez Egeli değiştirir. Artık Fikriye, Egeli’nin kaybettiği bir yakınının adını taşıyacaktır: Emine Eren.

Şimdi zamanının çoğunu şöhretlerin devam ettiği mekanlarda, sinema fuayelerinde, kulislerde, ressamlar, şairler, yazarlar ve aktörlerle geçirmektedir. Tokatlıyan, Pera Palas, Baylan ve Park Otel’de Gönül Yazar, Oğuz Aral, Egemen Bostancı, Bedii Faik, Cahit Irgat, Ümit Deniz gibi oyuncu, şarkıcı, gazeteci ve organizatörlerin masalarının müdavimidir. Sıradışı bir tipi olan bu incecik, beyaz tenli, hülyalı bakışlı kız kendisine hayranlar, dostlar, aşıklar edinir. Aile çevresinin dışında bohem bir hayat kurmuştur. Büyük ölçüde kendi inadı ve medeni cesareti, biraz da eğlence dünyasından edindiği dostlar sayesinde Yeşilçam’da ilk önemli rollerini elde eder. Ama bu saltanat kısa sürecek, asıl hikaye o birkaç parıltılı rolün ardından içine hapsolacağı ikincil rollerle sürecek ve derken figüranlıkla nihayetlenecektir.

***

Yeşilçam’da adı “manyak, uyumsuz, sivri”ye çıkan Ferda Ferdağ’ın oyunculuk serüveni böyle başlayıp biter. Kendisinden sonra ünlü olan ve yıllarca başrol oyuncusu olarak büyük bir şöhret ve epey bir varlık edinen kız kardeşi Sevda’nın gölgesinde geçen mesleki hayatını, hayal kırıklıklarını, Yeşilçam’da yaşanan acımasız rekabeti, sektörün dayatmalarını birkaç anı kitabında anlatır Ferda Ferdağ. Bu Genç Kız Artist Olmak İstiyor, Benim Terbiyesiz Ev Sahiplerim, Zübeyde Hanım Huzurevinden Mektuplar ve Huzurevinde Genç Kaldım adlı bu kitapları kapı kapı dolaşıp satarak geçimini sağlayacaktır son yıllarında.

Yeşilçam’ın altın yıllarında, yani 50’lerin sonu ve 60’larda film yıldızı olmanın birkaç yolu vardır. Tiyatroda, sahnede, podyumda parlayıp sinemaya geçmek veya bir yapımcının, yönetmenin yakını olmak. Sıradan genç kız ve erkekleri hayallere sevk eden ve bugün sinema tarihinde yer etmiş birçok ismin keşfedilmesini sağlayan bir diğer yol ise magazin dergilerinin organize ettiği artist ve kapak yıldızı yarışmalarında derece almaktır (kapak yıldızlığından yetişen şöhretlerle ilgili çok eğlenceli ve kapsamlı kısa belgesel için bkz). Fikriye bunlardan farklı bir yolla, inadı ve cesaretiyle girdiği sektörün yıldız sisteminin genç ve gözü kara heveslileri nasıl yutup yok ettiğini anlatır kitaplarında:

“Hıçkırık filmindeki kız tam bana göreydi. Zayıf, veremli bir tipti. Neticede bir yıla yakın tantana yaptı yönetmen. Sonunda sayın Nedret Güvenç’i oynattı. Bu arada yüzlerce genç kız elenmişti, ‘Hıçkırık’ filminden benim gibi. Genelde filmciler reklamlarını böyle yaparlar, sonra da usta bir sanatçıya rolü verirlerdi. Peki genç kızlar ne olacaktı? Yani benim gibi artist olmak isteyen genç kızlar… Yeşilçam’da kimin umurundaydı genç kızlar…”

Önce başroller için çabalar Ferda, sonra pes eder. Çünkü artık bakması gereken bir oğlu, sağlığını bozan, zindeliğini yok eden bir alkol problemi ve kronik bir parasızlığı vardır. Henüz 30 yaşında bile değilken anne, teyze ve nine rolleri teklif edilir ona: “Joan Collins Amerika’da 50 yaşında seks yıldızı olarak anılırken, ben 25 yaşında Yeşilçam’da ihtiyar oldum” diye sitem eder. Setlerde karşılaştığı yönetmenler, ışıkçılar, kameramanlar yaşını öğrenince çok şaşırırlar. Hatta birisi, “Ferda abla, bu rolleri senden başka kimse oynamıyor, yani kimse ‘moruğum’ demiyor” der. Alkolün hırpaladığı bedeni ve ruhu onu kavgacı bir kişiliğe dönüştürür. En çok arkasından “alkolik” denmesine kızar. “Bizlere çok haksızlık yapıyorlar. Ne acılar, ne dramlar yaşanıyor. Ben 13 yaşında Şehir Tiyatroları’ndan içeri, elimde rakı şişesiyle mi girdim?” diye sitem eder.

Henüz çocukken güzelliğiyle önce babasını, sonra yakın çevresini büyüleyen kardeşi Sevda’nın gölgesi hep üzerine düşer. Kardeşinden önce sektöre girmiş, yine yapımcılar tarafından kendisine yakıştırılan Ferdağ soyadını onunla paylaşmıştır. Fakat kardeşinin güzelliği ve cazibesi yetişkinliğinde de galebe çalar. Babasının kara kızı, Yeşilçam’ın esmer bombası olmuştur. Yoksulluk ve perişanlık içinde kapısını çaldığı yapımcılar, yönetmenler, oyuncular onu hep Sevda’ya yönlendirirler. “Kardeşin sana bakmıyor mu?” diyerek canını yakarlar. Dayanacak gücü kalmayınca Almanya’ya, oradan da Hollanda’ya geçer ve kaçak işçi olarak çalışmaya başlar. Bulaşıkçılık, garsonluk yapar, dayak yer, hatta hapse bile düşer. Türkiye’ye dönünce, çocukluğunun kucağına, Balıkesir’e yerleşir.

Ferda’nın hayatında bir telefonlar, bir de mektuplar önemlidir. O yıllarda çok zor bağlatılan telefonların başında, bazen bir komşu evinde, bazen bir otel odasında saatlerce beklediği olur. Telefon arızalı mı diye ikide bir ahizeyi kaldırıp sesini dinleyecek kadar çaresiz ve beklenti içindedir. Araması muhtemel kişi ya bir yapımcı, ya bir yönetmendir. Kostümlerini kendi hazırlayacağı, hatta bazen yol ve otel parasını kendi ödeyeceği bir film veya dizideki ikinci, üçüncü sınıf, kısa bir rol için, borç-harç İstanbul’un yolunu tutar. Bu gidişlerden birinde gençken kendisine itibar etmeyen Atıf Yılmaz’ın çektiği Seni Seviyorum filmindeki helacı kadın rolüyle Sinema Yazarları Özel Ödülü’nü alır. Bir kraliçe edasıyla afişlerde boy gösterme hayaliyle sektöre giren bir oyuncu için yenik bir zaferdir bu.

Bir de çok sık mektup yazar Ferda. Gençliğinde beğendiği erkek oyunculara, yapımcılara, yönetmenlere, ihtiyarlığında ise hayal kırıklıklarını, dertlerini, çocuksu coşkusunu paylaştığı, erken yaşta ölen oyuncu Nuran Aksoy’a. Anı kitabının sonuna bu mektuplara iliştirilip gönderilen, samimi bir hitapla imzalanan erkek oyuncu fotoğraflarını koyması, ömrü boyunca peşini bırakmadığı arzulanan kadın hayalini canlı tutmanın bir yolu olsa gerektir.

Açlık sınırına dayanan yoksulluğa daha fazla katlanamadığı günlerden birinde, sinema piyasasındaki güvencesizliği protesto etmek için kefen giyerek SESAM’dan Taksim Anıtı’na kadar yürüyecek kadar isyankardır. Jübile yapıp üç beş kuruş toplamak ister, yüzlerce davetiye yollar Yeşilçam camiasına fakat jübile gecesine iki çelenk dışında gelen giden olmaz. Son çare olarak Uğur Dündar aracılığıyla İzmir’deki bir huzurevine yerleşir. Henüz 54 yaşındadır. 1996’daki ölümünden kısa süre önce ayrılacaktır buradan. “Bütün param zemin katlarına, o akmayan sularına, jeton yutan telefonlarına, yanmayan kaloriferlerine, ikide bir kesilen elektriklerine, ayakta duracak yer bulamadığım otobüslerine, koli basilli denizlerine gitti. Bir kere daha haram olsun İstanbul…” diye yazar anılarının sonunda. 13 yaşındayken teyzesinin kızı tarafından takdim edildiği Oğuz Özdeş’in onu sinema seyircisine tanıttığı yazısının başlığı, anı kitabının da başlığı olacaktır: Bu Genç Kız Artist Olmak İstiyor. Küskün bir çocukluğun, genç ve güzel bir kız kardeşin gölgelediği gençliğin ardından, Yeşilçam’ın hoyratlığına kurban giden bu zorlu yaşantının izlerini, kitabının sonunda Özdeş’e seslendiği satırlarda hissederiz: “Sevgili Oğuz Özdeş, ben yine Cağaloğlu’na geldim. Sizinle tanıştığımız yokuşun başındayım. Bin 54 yaşındayım.”

***

Ferda Ferdağ her şeyi istedi. Azıyla yetinmeye razı olmadı. Böyle bir hayali olmasına rağmen, yıldız sisteminin beklentilerini karşılamaması ve sisteme uyum göstermeye yanaşmamasının da etkisiyle, sinema piyasası onu dışına attı. Deli dolu, huysuz, yıkık bir çocuk, genç ve yetişkin olarak yaşadı kısa denebilecek hayatını. Çocuklukta açılmış bir yarayı yamamaya çalıştı belki. Telefonun başında nöbet tutar, kendisine sahip çıkmadıkları için rejisörlere, şöhretli oyunculara, yapımcılara sitem ederken, her fırsatta dile getirdiği gibi, Yeşilçam’dan, İstanbul’dan, sahne ışıklarından uzakta daha iyi hissettiğine inanmak zor. Ferda Ferdağ’ı unutmayalım ki, o huzursuz ruhu biraz huzur bulsun.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.