YAZARLAR

Bu cenaze ‘layığıyla’ defnediliyor!

Behram filmini sonlandırırken hikayesine, kendisini tamamen kaptırmış seyirciyi de, inandırıcılık eksikliğini hisseden seyirciyi de tatmin edecek net bir final sunuyor. Hiçbir gereksiz açıklamaya, ekstra romantik bir tada, durumun vahametini hafifleştiren bir eyleme başvurmadan adeta şöyle diyor ve bir soru soruyor: ‘Beklenen tarzda bir korku filmi yapmadım ve hikayemi tutarlı bir şekilde toparlamaya ve net bir şekilde bitirmeye çalıştım! Nasıl buldunuz?’…

Bilindiği üzere sinemamızda son 15-20 senedir, korku türü filmlerde ciddi bir ‘kısırlık’ daha doğrusu ‘konu kısırlığı’ durumu mevcut! Cinler ve onların getirdiği lanet filmlerini bir kenara koyarsak özgün temalı denebilecek korku filmleri nerdeyse yok denecek kadar az. Arada Taylan kardeşlerin 2006 yılında imzaladıkları (bizce çok başarılı ve özgün olan) ‘Küçük kıyamet’ gibi örnekler görüyoruz ama çoğunlukla etrafımızı ‘cinler sarıyor’!

Orçun Behram bizce bu ‘özgün’ listeye eklenen yeni isimlerden… Gerek Sundance dahil birçok festivalde görücüye çıkan ilk uzun metrajlı sinema filmi ‘Bina’ gerekse geçen cuma sinema salonlarımızı ziyaret eden yeni filmi ‘Cenaze’, bunun kanıtı… Cesur olduğu kadar tehlikeli de olan bu ‘yeni yol’ bizce artık sıradanlaşmış korku öğelerine ‘sırt dönmek’ için göze alınabilecek bir risk! Çünkü Behram’ın yönettiği filmleri beğensek de beğenmesek de hem yeni bir korku tarzını müjdeliyor hem de korku sinemamızda konulan veya dayatılan kuralları aşmaya çalışan hatta aşan bir gayretin ipuçlarını taşıyor!

Konuya bakacak olursak: Cemal, cenaze tabutlarını taşıyan araçların birinde şoför olarak görev yapmaktadır. Bir gece amirlerinden biri ona yüklüce bir miktar para karşılığında garip bir görev verir. Genç bir kız ölmüştür ve esrarengiz sebeplerden dolayı Cemal’ın (cenazeler için özel soğutmalı) aracıyla bu kızın cesedini alıp yaklaşık bir ay ortalıktan kaybolması, ‘uzaklara’ gitmesi gerekmektedir. Ama acaba bu genç kız tam anlamıyla gerçekten ölü müdür?

İYİ BİR BAŞLANGIÇ, AMA…

‘Cenaze’ filminin ilk dikkat çeken noktalarından biri, senaryosunun asıl karakterini, işini ve belli ölçüde iç dünyasını fazla vakit kaybetmeden seyirciye tanıtması oluyor. Birçok başka yapım, bu ‘tanıştırma’ süreci için ciddi bir zaman harcayacakken, yönetmen buna ihtiyaç duymuyor. Ama işin asıl ilginç tarafı buna rağmen hikaye, bu başlangıç noktasında ‘aceleye getirilmiş’ bir hissiyat da yaratmıyor.

Ama aynı şeyi Cemal’in yaşayan ‘ölü kız’ Zeynep’le tanışma süreci için ne yazık ki söyleyemeyiz: her ne kadar bu noktada yönetmenin hikayenin fantastik yönüne ağırlık verme gayreti ve olayın özüne inmeye hız verme isteğini anlasak da…Cemal’in burada Zeynep’i tanıma, onu tekrar hayatın içine sokma, kabul etme, ilgi duyma ve sonrasında aşık olma etapları, sonrasında belli bir düzene otursa da ‘başlangıç’ (ölmediğini fark etme ve tekrar diriltme) noktası biraz sert oluyor.

Ancak yönetmen Behram hikayede yine de hakimiyetini kaybetmiyor: önem verdiği süreçleri ön plana çıkarmayı başarıyor, çok gerçekçi durmayan tepkileri belli bir (hazmedilebilir) şekle sokmayı beceriyor ve hikayesine ciddi bir tempo katmayı da biliyor.

Bu iki ‘dışlanmış’ karakterin yolculuğu uzadıkça senaryonun kanlı, vahşi ve bir anlamda zalim yanı daha bir ortaya çıkıyor. Sinemamızda nerdeyse hiç görmediğimiz derecede ‘gore’ sekanslar arka arkaya önümüze gelmeye başlıyor. Ama burada da bizce seyirciyi sadece şoke etme ve irkiltme (veya iğrendirme) isteğini düşünmüyoruz. Kuşkusuz birçok kanlı hatta yamyamlığa giden sahneler var ancak bu kanın ve şiddetin ana karakterlerden birinin ‘beslenme yolu’ ve diğerinin için ise ‘sevdiğini hayatta tutma’ yöntemi olduğunu göz önüne aldığımızda bu şiddet hovardaca boca edilmiş veya anlamsızca kullanılmış gibi durmuyor.

ESİNLENİLEN USTALAR VE AKLA GELEN FİLMLER…

‘Cenaze’ filminde Cemal ile Zeynep arasındaki sapkın ve bir anlamda gerçeküstü ilişki ve onların uzun yolculuğu aklımıza bazı filmleri de getiriyor: tabii ki bu filmler aynı doğrultuda ilerlemiyor hatta tür olarak bile ayrışabilirler ama bazı noktalarda benzerlikler taşıdığı da bizce bir gerçek… Örneğin Cemal ile yaşayan ölü Zeynep arasındaki tutkulu ilişki, büyük yönetmen John Carpenter’ın 1998 yılında imzaladığı ‘Vampires’ filmindeki (vampir avcısı) Montoya ile (vampir haline dönüşen) Katrina karakterleri arasında oluşanı belli ölçülerde anımsatıyor. Hatta belki biraz zorlayacağız ama biz, Tim Burton’ın ilk dönem filmlerinden ‘Edward: Makas eller’ (1990) ve efsanevi masal ‘La Belle et La Bete’ten (Güzel ve çirkin) bile bazı esintiler bulduk!

Ancak bizce yönetmen Behram’ın asıl esinlendiği ve sinemasını yaklaştırmayı çalıştırdığı isimler çok daha açık: aklımıza gelen ilk isimler (özellikle erken dönem filmleriyle) David Cronenberg ve David Lynch oluyor.

Senaryonun adeta omurgasını oluşturan esrarengiz ve ‘sonu belli olmayan’ yolculuk sırasında rastlanan veya buluşulan yan karakterlerin, hikayeye belli bir çeşitlilik katsa da ciddi bir yön vermediklerini de söyleyebiliriz. Sırasıyla bir barda tanışılan biri, araba tamircisi eski arkadaş, uzun zamandır görüşülmeyen abla ve devriye gezen polis gibi yan karakterler daha çok fonksiyonel duran tiplemeler. Sadece belki abla karakterinin hikayeye yeni bir yol açtığını söyleyebiliriz.

Ancak bizce hikaye bu süreçlerde biraz sarksa da genel anlamda tempolu, ‘derli toplu’ ve sürükleyici bir düzeyde ilerliyor. Bu başarıda kuşkusuz en büyük ‘yardım’ da özenle seçilmiş dekorlardan, başarılı oyunculuklardan, dikkat çeken kadrajlardan ve özellikle olay örgüsüne ciddi bir anlamda enerji katan kurgudan geliyor.

Senaryonun bir anlamda ‘Climax’ini oluşturan final sekansına gelirsek: sürprizleri bozmamak adına detaylarına girmeyeceğiz ve kısaca etkileyici, iyi sahnelenmiş, filmin depresif ve karamsar atmosferine sadece uyan değil aynı zamanda da adeta bu atmosferi ‘şaha kaldıran’ bir sekans olduğunu söylemekle yetinelim.

Sonuçta Behram filmini sonlandırırken hikayesine, kendisini tamamen kaptırmış seyirciyi de, inandırıcılık eksikliğini hisseden seyirciyi de tatmin edecek net bir final sunuyor. Hiçbir gereksiz açıklamaya, ekstra romantik bir tada, durumun vahametini hafifleştiren bir eyleme başvurmadan adeta şöyle diyor ve bir soru soruyor: ‘Beklenen tarzda bir korku filmi yapmadım ve hikayemi tutarlı bir şekilde toparlamaya çalıştım ve hikayemi net bir şekilde bitirdim! Filmi nasıl bulduk diye sorarsanız?

Cevabımız net. ‘Beğendik’!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .