'Boğa Boğa' ya da sinekten yağ çıkara çıkara

"Boğa Boğa", kahramanının adı gibi yalın bir anlatı sayılmaz. Duru doğa resimlerine, soluk renklerdeki başarılı çalışmaya karşın neden sonuç ilişkisini alelacele kuruyor.

Google Haberlere Abone ol

Yılın bu zamanları cemreler havaya, suya ve toprağa düşmüş olur ancak baharın geldiğini ekrana düşen son bir cemreyle anlarız! Onur Saylak-Hakan Günday ikilisi Netflix platformunda boy gösterir ve yeni işleri yayınlanır. Geçtiğimiz sene "Uysallar"la dikkat çeken ikili bu kez "Boğa Boğa" filmiyle geldi. Yanı sıra artık neredeyse her ay bir platform yahut televizyon işinde boy gösteren Kıvanç Tatlıtuğ da filmin başrolü. O her mevsimin aranan jönü olarak yılın tüm iklim olaylarına dağılıyor! Tatlıtuğ'a Funda Eryiğit'in eşlik ettiği "Boğa Boğa" ise hakkındaki davadan serbest kalıp Assos'a yerleşen bir iş insanının başından geçenleri konu alıyor. 

İSTANBUL'DAN ASSOS'A 'MEN DAKKA DUKKA'!

Filmin hikâyesini kısaca aktaralım. Yalın (Kıvanç Tatlıtuğ) karıştığı dolandırıcılık davasından ortaklarını ihbar ederek kurtulmuş, kısa süreli tutukluluğun ardından serbest kalmıştır. Eşi Beyza (Funda Eryiğit) ile yaşananları unutmak, İstanbul'dan uzaklaşmak için soluğu Assos'ta (Behramkale) alır. Babası Mahir Bey'in tanınıp sevildiği, bir zamanlar kendisinin de yaşadığı kasabada yeni bir sayfa açacaktır. Nedir ki bu dingin yerleşim yerinde işler umduğu gibi gitmez. Daha ilk günden düşmanca bakışlara maruz kalan Yalın kendisine inanarak yatırım yapan birçok ailenin ocağına incir ağacı dikmiştir. Varını yoğunu yitiren insanlar bir bir intihara kalkışırken; kendini yakanlar, asanlar varken herkes aynı tepkiyi vermez, derdini kendine yöneltmez. Zira Yalın'ı öldürmek isteyenler de eksik değildir. Bir iki saldırı derken Yalın kendisini içinden çıkılmaz bir halde bulacaktır. Suçlu geldiği Assos'ta her geçen gün daha da suçun içine çekilecektir.

KUZEY EGE'DE GÖÇ TRAFİĞİ, UMUDA YOLCULUKLAR VE ORGANİK YAŞAM SEVDALILARI

Onur Saylak-Hakan Günday işbirliği, "Şahsiyet" ve "Uysallar" gibi İstanbul ekseninde geçen anlatıların yanı sıra Ege-Akdeniz taşrasını sosyal meseleler üzerinden irdeleyen öykülere de yoğunlaşmakta. 2017 yapımı "Daha"da insan kaçakçılığını işleyen ikili yeni filmlerinde dingin doğayı hırstan gözü dönmüş insanla bir kez daha yan yana getiriyor. Üstelik göçmen kaçakçısı Gaza karakterine yer vererek "Daha"ya da göz kırpılıyor. "Taşrada suç", malum pek sevilen bir tema... Gerek doğanın kuşatıcı atmosferi ile suç-ceza ilişkisini vurgulaması gerek kültürel açmazlar ile çatışmanın diri tutulması taşrada geçen sosyal içerikli polisiyelere rağbeti artırıyor. Geçtiğimiz haftalarda Orta Anadolu'da, bilinmeyen bir şehirde geçen "Bozkır" dizisi ikinci sezon finalini yaptı. "Boğa Boğa"nın geçtiği mekan Assos ise Çanakkale'nin hoş manzaralarını öne çıkarmakta. Saylak ile Günday'ın yerleşim tercihi "kenti geride bırakmak" fikriyle de örtüşüyor. Zira epey zamandır bir "İstanbul'dan kaçış" efsanesi dilden dile yayıldı. Özellikle pandemi sonrası altyapısının yetersiz olduğu, doğal sınırlarını aştığı anlaşılan şehir, orta-üst sınıflar için ayrı olanak ve imtiyazlar sunsa dahi yıldırabiliyor. Bu sınıfların mensupları da "konforu reddederek" imkan yarattıkları ölçüde Kuzey Ege'ye belki daha aşağılara göçüyorlar. Filmin geçtiği Çanakkale ise organik yaşam göçerleri bakımından namlı bir şehir... Bu iç göç yıllardır süregelen mülteci sorununu da tamamlar nitelikte... Can derdi ve umutla ölümü göze alanların hareketliliği dinginlik ve yaşam kalitesi arayan bir iç hareketlilikle çakışıyor. Dolayısıyla Çanakkale Assos, Saylak-Günday ikilisinin üslubuyla örtüşüyor ve iyi bir fon meydana getiriyor diyebiliriz. "Büyük şehir-organik yaşam" hattında ilginç bir detaya, suçun çıkış noktasının İstanbul oluşuna değinmeliyiz. Yani Yalın suçlarını, günahlarını kabaca kirli geçmişini peşine takıp getiriyor. Küçük şehirde arınmak istese de amacına eremiyor çünkü büyük şehirlerde kurulan iktidar ilişkisi geçerliliğini ve haliyle suça teşviğini sürdürüyor. Dayanaklar değişmeden mekânın değişmesi bir anlam ifade etmiyor. 

AKSAK KAHRAMAN, CİNNETE ADIM ADIM... 

Genel çizgisine kısaca değindikten sonra filmin anlatısına eğilmek niyetindeyim. Evvela şunu söylemeli: "Boğa Boğa" oldukça özensiz işlenmiş. Bu durumda ise büyük ölçüde yeni sinema dilinin tutarsızlığı, kararsızlığı rol oynamakta. Çevrimiçi platformlara çekilen filmlerde bir dizi havası seziliyor. Üstelik havasını soluduğumuz bu diziler de alıştığımız dizi mantığından oldukça farklı. Biz bir Netflix filmi izlediğimizde Netflix dizisi izliyor gibi oluyoruz çünkü platform esas gücünü dizilerden alıyor, anlatılarını da kendi dizi matematiğine göre kuruyor. 45-50 dakikalık dramalarla iş görülüyor Netflix'te. Böyle alışılmış! "Boğa Boğa" da dizi olsa bir ihtimal başarı sağlayabilir, daha tok bir anlatı sunabilirmiş. Ancak ortada kalmış. Öykünün orta yerinden dalındığı (ki bu, altından kalkılırsa pekala işlevsel bir yöntem) için çoğu ayrıntıya girilmemiş, kolaya kaçılıp "taşra sıkıştırması"na yönelinmiş. Zaten filme baktığımızda Yalın'ın öyküsünden çok geldiği kasaba sakinlerinin agresif tavrını ve saldırı girişimlerini, taşranın boğuculuğunu izliyoruz. Saylak burayı bir doğal hapishaneye çevirmektense sosyal ilişkiler vasıtasıyla bir kuşatma yeğlemiş. Filmde tüm yollar çıkmaz, Yalın'ın İstanbul'dan getirdiği yahut kasabada kurduğu tüm ilişkiler sakat... Kimse iyi gözle bakmıyor bu kardeşimize! Dost görünenler de maddi manevi bir şeyler umuyor dolandırıcı iş insanından. Belki kendisini de dolandırmasını umuyor; umut vermesini, yol göstermesini arzu ediyor belki birlikte dolandırmaya, voliyi vurmaya talip oluyorlar. Bu iki uç dışında bir yaklaşımdan söz edemiyoruz. Ya dost görünüyor ya boğmaya çalışıyorlar. İlişkilerin bu denli kısır olduğu, derinlere inilmediği bir anlatıda taşraya sığınılması anlaşılır. Saylak'ın elinde başka bir argüman bulunmuyor. Taşra sıkıştıracak ki ortasından dalınan anlatı bir yere varacak. 

Bu yolculukta Yalın'ın dönüşümü de sırıtıyor. Zorla seri katil oluyor adam! Cinnete sürükleniyor. Ama bir şeyi fark ediyoruz: Yalın'ın hiçbir değeri, ilkesi hatta gücü yok. Beyza'nın korkuluk yakıştırması haklı çıkıyor. İlk fırsatta ortaklarını harcayan, geleceğini garanti altına alacak kadar para zulalayan... Yalın hapse girmektense hatta bırakın hapse girmeyi biraz olsun değişmektense bütün dünyayı yakacak tıynette bir adam. Asıl ürpertici olan da bunu karşı tarafa hissettirmesi... Öyle renksiz ki -son cinayeti hariç- cinayetleri dahi meşru müdafaayla işliyor! “Kötü adam” olamayacak kadar bulanık bir karaktere sahip. Filme şöyle bir baktığımızda olay örgüsü ve karakterlerin işlenişi bakımından bir sürükleniş/zorlanış öyküsü olduğunu fakat kendini açmakta yetersiz kaldığını görüyoruz. Baş kahraman Yalın'ın çekingenliği filmin anlatım tercihine de yansımış ve bir çekimserliğe yol açmış. 

SEMBOL VE MEKAN KULLANIMI: MANZARADA SIKIŞMAK

Onur Saylak sembol kullanmayı seviyor. "Uysallar" sembollere dayanan bir anlatıydı. Burada bir yanılgıdan söz açabiliriz. Yönetmen politik atmosferin sembollerle kurulacağına inanıyor yahut sembollerin kolaylaştırıcı etkisine fazla kapılıyor. "Uysallar"da steril aile babasının gençlik hevesi olan punkçılığa dönüp part time asiliğe meyletmesi başlı başına köşeli bir üsluba işaretti. Saylak adeta girdiği siyaset yolunda kaybolmamak için etrafa ekmek kırıntısı serpiyordu! Semboller "Boğa Boğa" filmine de hakim... Toprağa dikilen kaktüs, üzerinde "Yalın Bey" yazan fıçı, fıçıya daha sonra yılan ölüsü konarak yazının "Yılan" olarak değiştirilmesi (yazı filmin sonundaki barışla birlikte aslına/Yalın'a dönüyor), Aristo büstüyle işlenen cinayet ve felsefecinin Assos'la ilişkisi. Yol kenarında rastladığı kurban satıcısının yaptığı işi bildirdiği boynuna astığı mukavva tabela... “Kurban” yazan tabela av-avcı tartışması ekseninde okunduğunda Yalın'a avcının/satıcının da av/satılan olabileceğini hatırlatıyor. Yine Assos'un tarihine dair yapılan sunumda şehri geçmişte bir bankerin yönettiği bilgisi... Tüm bunlar sembolik bir ilişki kurulmasını öngörüyor. Yalın'ın bir sesli roman uygulamasından dinlediği Jack London eseri 'Yanan Gün' ilkin Beyza tarafından ete kemiğe bürünüyor ve basılı haliyle Yalın'a hediye ediliyor. Filmin finaline doğru ise şömineye atılıyor. Saylak kullandığı sembolleri o kadar içselleştiriyor ki onları dönüştürmekten, bir serüvene katmaktan da geri durmuyor. Etraflıca düşünüldüğünde daha birçok sembol yorumlanabilir. Fakat bu sembollerin genellikle öyküye adapte edilemediğini, çiğ kaldığını gözlemliyoruz. Örneğin kasabanın gözü kara, gizemli zengini Daim (Gürgen Öz) elinde şarap kadehi, aristokrat tavrıyla kent tarihine dair nutuk atarken duygu eksik kalıyor ve sahneye geçmiyor mesela.

Saylak "Şahsiyet" dizisinden yeni planlar, kompozisyonlar arıyor. "Boğa Boğa"da bu tutumu durulmuş, daha doğrusu yönetmen kendini/açılarını bulmaya başlamış. Seyirciyi yormuyor, manzarayı iyi yönetiyor, boğuşma sahnelerinin altından kalkıyor. Assos doğası itibarıyla güzel kareler vermiş. Şehrin bir rengi olsa herhalde sarı olurdu. Filmde sarı renk yağmur vesilesiyle vurgulanırken aradaki kar serpintisi tabloyu tamamlamış. Gün batımı gerçekleşen ve antik kenti mekan tutan senfonik dinleti filmin genel dokusuyla pek uyuşmasa da zayıf bir sahne sayılmaz. 

OYUNCULUKLAR, BIYIKLI TATLITUĞ...

Oyunculuklara değinmeden yazıyı noktalamayalım. Bu başlıkta esas konumuz elbette Kıvanç Tatlıtuğ! Bebek yüzlü oyuncudan neler çıkarmak istediler neler! Ona ne elbiseler dikildi ne roller kesildi! Bir garip Behlül olarak çıktığı yolculukta psikopat 8 rolü (Ezel dizisinde konuk oyuncu) de oynadı aldatılan, dönüştükçe dönüşen Kuzey (Kuzey Güney dizisinde) rolü de... Nihayet Netflix meseleye el attı da kimi protezlere başvuruldu! "Aşıklar Bayramı" filminde gözlükle izledik Tatlıtuğ'u, bir avukatı canlandırdı. Bu kez hafif sarkık bıyığıyla çıktı seyircinin karşısına. Ama ülkücü bıyığıyla karıştırılmasın yahut devrimci bıyığıyla... Hilalden veya parkayı tamamlayan bir ögeden ziyade bir tür oturmamışlığı hatta suça yatkınlığı anıştırıyordu bıyık. Karakteriyle tıpatıp uyumluydu bu detay çünkü Tatlıtuğ'un canlandırdığı Yalın canlar aldıkça o bıyık şehirden taşınmış suçlarla kasabada işlenen yeni suçları birbirine bağlıyordu sanki. Oyunculuğa gelirsek bıyık Tatlıtuğ'a kötü adamlığı da getirdi. Kötü olmaya zorlanan, zorla seri katil olan Yalın, 'yılan'lığın hakkını cinnetin kıyılarında dolaşan bir performansla veriyor. Bilhassa evinin salonunda balta ve ekmek bıçağıyla yaptığı antrenmanlar korkusunu oldukça güçlü yansıtıyor. Burada delirmenin eşiğine gelen Yalın'ı her defasında teskin edip döndüren bir oyunculuk söz konusu. Buna karşın film kendini yeterince açmadığı, olgunlaşmadığı için Yalın'ın kötü insana yolculuğu pek yansıtılamamış. Tatlıtuğ, bıyığı ve boşlukta süzülen baltasıyla kalakalmış. 

Doğrusu Tatlıtuğ'un başına gelen talihsizliğin daha fenasıyla Beyza rolünde izlediğimiz Funda Eryiğit başa çıkmaya çalışıyor. Eryiğit çok plastik bir oyunculuğa zorlanmış. Eve geldiklerinde Yalın'a kur yapan karakter oyuna giremezken bu sahne sonrası arada bir ortadan kaybolmak dışında filme ciddi bir katkı koymuyor. İtirafta bulunduğu sahnede dahi gerilimi veremiyor. Yüksek oynuyor, duygusal iniş çıkışlar aktarıyor fakat sahnenin ihtiyacı bu değil gibi... Eryiğit film boyunca (senaryo gereği) sırasını beklediği için hamlıyor ve artık oyuna girmesi beklendiğinde hazırlıksız yakalanıyor. Diğer oyuncular arasında öne çıkan isimlerse Daim rolünde Gürgen Öz ile jandarmayı canlandıran Onur Gürçay. Öz'ün rolü karikatürize kalmış, bu amaçlandıysa doğru isim, yok çarpıcı bir etki yaratılmak istendiyse sorunlu bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Gürçay da kısa fakat etkili bir performans sergilemiş.

* * 

"Boğa Boğa", kahramanının adı gibi yalın bir anlatı sayılmaz. Duru doğa resimlerine, soluk renklerdeki başarılı çalışmaya karşın neden sonuç ilişkisini alelacele kuruyor. İnsanlık tarihiyle koşut bir çatışmayı güç çatışmasını ve güç uğruna ödenen bedelleri ele alırken yeni bir yerden bakmıyor. Zaten finaliyle de bildik bir karamsarlığa işaret etmekte... Filmin özünü Yalın'ın, bakkalın çırağıyla (oğluyla) kurduğu iletişimde aramak mümkün. Çırak kendisine bahşiş verdiği için seviyor Yalın Abi'sini. Bu abiyi büyüse ve suçlar işleyip kasabaya dönse de seviyor. Çünkü insanlar, insanlarımız harçlık, bahşiş, avanta seviyor. Boğa boğa örülen anlatı insanımızın kardan pay almak, sineğin yağını çıkarmak için çırpındığı bir yaşamı aydınlatıyor.