YAZARLAR

Bizim resmimiz

Türkiye haftalardır öyle şeylerle meşgul ki bütün bunların arasında Mimar Sinan Resim Heykel Müzesi’nin kayıp tabloları, çalınan hat levhaları ve buna benzer kültürel meseleler gündeme gelemiyor. Aslında mesele gündem değil, Türkiye toplumunun kültürle ilişkisi.

Türkiye’de eski eserlere ve kültürel mirasa dönük bir sevgi ve saygı yok. Bunun sebebi bütün o Anadolu uygarlıkları söylemine rağmen Türklerden önceki her şeyi ‘başkasının’ saymamız mı, bunlardan bizde çok olduğunu, eski eserlerin bitimsiz bir şey olduğunu düşünmemiz mi yoksa değişmek, yenilenmek ve modernleşmek tutkumuz mu karar vermek zor. Muhtemelen hepsi birden, muhtemelen biz eskiyi sevmiyoruz. Hep değişmek istiyor, eskiye ait olandan kurtulmak istiyoruz. Bu eski olan şey, paha biçilmez sanat eserleri, el yazması kitaplar olsa bile böyle. Bir yandan tüm bunlar kamuya ait olduğu için de yeterince korunup kollanmıyor…

Geçen haftalarda ortaya çıkan Sayıştay Raporu bize bir kere daha bu sert durumu hatırlattı. Türk sanat tarihinin neredeyse tamamını ağırlayan Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi koleksiyonu kayıp ve çalıntı eserlerle gündeme geldi. Ortaya çıkan rapora göre envanterdeki 404 eser ortada yok. Zaten bunların 42’si için kayıp ya da çalıntı notu düşülmüş. Aynı Sayıştay’ın raporunda Ankara Üniversitesi’nin koruması gereken 440 el yazması kitabın da ortalarda olmadığı ortaya çıktı. Bu kitapları kimin ne zaman aldığı ne yaptığı belli değil; zaten o nedenle üniversite bunları kayıttan düşmeye karar vermiş… Durum o kadar umutsuz yani.

Aslında Resim Heykel Müzesi için de pek umut yok. Raporu gündeme Sözcü gazetesinde Deniz Ayhan getirdi. Ama konuyla ilgili en güzel haberi Deutsche Welle’de Burcu Karakaş imzasıyla okuduk. 

Bu haberden öğreniyoruz ki 2019 yılında Türkiye’de "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu" kapsamında 13 bin 786 kamu davası açılmış. Eski evleri yıkıp yakma, tarihi eserleri çalma, satma gibi suçlar işte bu yaklaşık 14 bin dava arasında. Ve bunlar yakalanan, ihbar edilen ya da ortaya çıkanlar… Mimar Sinan Üniversitesi’nin güvenlik görevlileri gibi…

Burcu Karakaş’ın haberinde kısa bir süre Resim Heykel Müzesi’nde yöneticilik yapan Vasıf Kortun’un görüşü de var. Kortun ‘çalındığına ihtimal vermiyor’ ama başka bir acı gerçeği hatırlatıyor. 1940’lı yıllarda devlet kurumlarına ödünç verilen ve bugün ne olduğu belirsiz sayısız eser var. "Bir milletvekili odasında da olabilir, çöpe atılmış da olabilir. Kayıp olduğu düşünülen eserler zamanında onaylı olarak dışarıya verilen eserler" diye durumu özetliyor.

Bu eserlerin sahibi Mimar Sinan Üniversitesi, önemli bir kısmının da üretildiği yer. Bizzat Mimar Sinan’ın hocaları ya da onların yetiştirdiği sanatçılar tarafından yapılmışlar. Yani Mimar Sinan’ın kendi kültürü, geleneği, kendi kimliğinin bir parçası bunların hepsi. Ama yeterince korunup kollanamıyor. Çünkü eski ve yeni sanat eserlerinin, kültürel mirasın bizim kamu sistemimizde yeterince önemli bir yeri yok. Bu eserlerin değeri konusunda ortak bir anlayış da geliştirebilmiş değiliz.

Mimar-ressam Cihat Burak’ın anılarından biliyoruz, uzun yıllar çalıştığı Bayındırlık Bakanlığı’na bir tablosu alınır ve bürolardan birine asılır. Daha sonra orada görev yapan bir başka yönetici ise ‘üstünde kilise var’ diye Notre Dame’ı gösteren bu manzarayı acımadan yırtar. Kaldırıp kenara koymak yerine yok etmeye çalışır…

İstanbul Resim Heykel Müzesi koleksiyonunun devletin sonsuz koridorlarında kaybolup gittiğini düşünüyoruz ama raporun tam üstüne yaşanan bir gelişme de meselenin bundan ibaret olmadığını gösteriyor. Müzenin iki güvenlik görevlisi eski hat levhaları çalmış, önce satmaya çalışmış, satamayınca bunları antikacıda bulduk diye müzeye iade etmeye kalkmışlar. Tabii olay anlaşılmış ve haklarında dava açılmış. Fındıklı'da büyük, güzel, yeni bir müze binası yapan ama nedense bir türlü açamayan Mimar Sinan Üniversitesi’nin işi gerçekten zor. En temel güvenlik meselesi bile çözülemiyor, bizzat kendi güvenlik görevlileri tarafından soyuluyor.

Türkiye haftalardır ‘çok önemli başka şeylerle’ meşgul, depremde yıkılan binalar, zirveye çıkmış salgını umursamayan bir toplum, gerekli tedbirleri almaktan kaçınan yöneticiler, ülkeyi hızla yoksullaştıran döviz krizi… Bütün bunların arasında tabii ki sanat eserleri, kültürel miras filan doğru dürüst gündem olmuyor. Çünkü çoğumuz hâlâ sıradan bir batılı ülkeden farklı olarak bizim gündemimizin çok yoğun olduğunu ve bu nedenle kültürel konulara odaklanamadığımızı düşünüyoruz. ‘Bizim bir haftalık gündemimiz Danimarka’da bir yılda gerçekleşmez’ diye hafiften bu halimizle gurur duyan ‘Bir başkadır benim memleketim’ klişesini yeniden üretip duruyoruz. Esas meselenin en eğitimlisinden hayat gailesindeki sıradan insana kadar çoğumuzun kültürle alakadar olmamasından kaynaklandığını ise es geçiyoruz.