YAZARLAR

Bir siyasi duruş olarak, istihza...

Özgürlük talep ettiğinizi düşünüyor olabilirsiniz, aslında emperyalistlerin hukukunu savunuyorsunuz. Kürtlere yapılanlara karşı çıktığınızı düşünüyor olabilirsiniz, aslında kimlikçisiniz ve bölücülüğe hizmet ediyorsunuz. Kadın haklarını savunduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz, aslında 'liboşizmin' oyuna geliyorsunuz. Ve siz bunların hiçbirinin farkında değilsiniz.

Daha önce, siyasi eylem biçimi olarak 'homurdanmayı' konu etmiştim. Hayli kalabalık muhalif kitlelerin, büyük ölçüde çaresizlikten ve kısmen konformizmden kaynaklanan başlıca eylemi.

Bugünkü yazının başlığı üzerinde epey düşündüm. Sözcük dağarcığı benden daha zengin insanlara danışıp betimlemeyi istediğim insan tipi ya da ruh halini anlatanı bulmaya çalıştım. 'Müstehzi gülümseme' üzerine karar kılacakken, bir süredir T24'teki 'düzeyli magazin' yazılarıyla cuma günlerimizi güzelleştiren 'duayen' gazeteci değerli Tuğrul Eryılmaz, “O zaman istihzayı tercih et,” diyerek müdahale etti. Sağ olsun.

İstihza bıktırıcı ve çoğu zaman yaralayıcı bir yol, tercih. Ayrıca kötücül bir yanı var. Muhatabı küçük düşürme, adam yerine koymama, dinlememe vs. söz konusu. Karşınızdaki, sizi karşısına almanın bir lütuf olduğunu hissettirerek sürdürüyor ilişkiyi. Her zaman 'yüz yüze konuşmaktan' söz etmiyorum. Bu bir 'duruş' ve kurumlar, partiler, siyasetçiler bakımından da tanık olmak mümkün.

Örneğin iktidar partisinin ve çevresindeki halenin şu anki çoğu mensubu, küçük görmeden ve aşağılamadan konuşabilme hasletlerini neredeyse kaybetmiş haldeler. Aynı manzara ABD'de de var. Muhtemelen iktidardaki son günlerini yaşayan Trump da muhataplarını her fırsatta aşağılamaya çalışıyor. Dehşet verici kibirleri bir yana, bu durumun asıl nedeni herhalde söyleyecek pek bir şeylerinin olmaması. Özgüven yoksunluğu ve çaresizlikten kaynaklandığını tahmin ediyorum. Sarf edecek anlamlı bir sözünüz yoksa, hiç olmadı ya da tükendiyse, geriye konuların bağlamıyla ilgisi olmayan refleksler kalıyor. Tabii alıcısının da olması gerekli ki, fazlasıyla var. Çocuksu bir davranış aslında ancak çocuk değiller, sorun bu! Tabii elinde büyük güç bulundurmak da önemli bir etmen olmalı. Özgüven eksikliği, ancak kibirle bir araya geldiğinde böylesine itici olabilir. Kendilerini herkesten ve her şeyden üstün ve mütemadiyen haklı gören, türlü uzlaşmalara kapalı, iri yarı ve bol unvanlı kaba ergenler.

Konumuz yalnızca siyasetçiler değil. Her baktığımız yerde gördüğümüz, çeşitli ideolojilere mensup, farklı meslekler icra eden insanlar. Pek çoğu için istihza, siyasal bir konumlanma. Bu yalnızca güncel siyasi gelişmeler karşısında dile getirilen görüşlerle ilintili olmak zorunda değil. Herhangi bir mesleğin icrasından günlük yaşam pratiklerine, oradan en sıradan sohbetlere sirayet eden bir davranış biçimini anlatmaya çalışıyorum.

Müstehzi gülümsemenin ve tavrın sahibi muhatabınız, üzerine konuşulan konuyu bilse de bilmese de, öncelikle ve her durumda iyi bildiğini düşünüyor ya da öyle görünmek istiyor. Sıradan bir diyalogu varlık mücadelesine dönüştürüyor. Konuşmaya başladığınız anda -ki sohbeti genellikle o başlatıyor- başınıza geleceği anlıyorsunuz aslında. Duymak istediği her neyse sözü oraya getirip, 'duyamadıkça' dozu artırıyor! Konuyu bilen ile öyle görünmek isteyenin sergilediği tavrın aşamaları birbirinden farklı. 'Bilen,' bir süre sonra mutlaka 'öğüt' faslına başlıyor. Bilmeyen ise, eğer söyledikleriniz duymak istedikleriyse takdir ediyor, hiç duymak istemediği şeylerse sizin 'oradan' olduğuna hükmediyor. 'Ora' adında bir yer, kategori var zihinlerinde. Sohbet ettiğinizin meşrebine göre 'ora', solculuk, bölücülük, liberallik vb. olabilir. Nitekim yönelttiği sorunun asıl işlevi, sizin 'nereden' olduğunuzu anlayabilmek. Böyle birinin gözünde yalnızca birkaç dakika içinde 'âlim' olmakla, 'cahil' sıfatını hak etmek arasında son derece ince bir çizgi var.

'Bilen' ise, diğerinden farklı olarak sizin 'nereden' olduğunuzun farkında ve konuşma boyunca yüzünden eksilmeyen gülümsemesiyle, kendi tiradının başlayacağı anı bekliyor. Ne söylediğinizle ilgilenmeyip kendisinin sizi ne kadar adam edebileceğini, gözünüzü ne kadar açabileceğini hesap ediyor sürekli. Siz de bu durumu, kulağının sizde olmadığını, bir an olsun anlamaya çalışmayacağını, kafasının asla karışmayacağını biliyorsunuz haliyle ve o tirat anını elden geldiğince geciktirmeye çalışıyorsunuz. Korkunun ecele faydası yok, o an eninde sonunda geliyor ve her şeyin 'doğrusunu' anlatmaya başlıyor karşınızdaki.

En kaba ve kabalığı ölçüsünde sorunlu ayrımla 'sağ' ve 'sol' dünyaya ait olduğu iddiasındaki insanların istihza 'usulleri' farklı. Sağ/muhafazâkar yelpazeye dahil, sağ partileri destekleyen yurttaş örneklerini bir yana bırakıp yalnızca iktidar sempatizanlarına bakalım şimdi...

İktidar taraftarlarının müstehzi gülümsemelerinin altında daha ziyade tarihsel referanslar yer alıyor. 'Şimdiyi' konuşamıyorsunuz. Muhatabınız, sizin 'gerekli' ve 'uygun' yerli tarih ile millilik bilincinden yoksun olduğunuz varsayımıyla hareket ediyor. Çözümlemesi kolay olmayan bir ruh haliyle karşı karşıya olduğumu düşünüyorum her defasında. Karşınızdaki, bir yandan kendi dünya görüşünün Türkiye tarihini yönlendiren, çok partili yaşamda hemen her zaman iktidar olmuş başat ideoloji ve partiler ile uyumlu olduğunun farkında. Diğer yandan, sonu gelmeyen mağduriyet hikâyelerine de yaslanıyor. Mağduriyetten kastettiği çoğu zaman sınıfsal konumdan kaynaklanan bir durum, ancak bunu anlatmak her zaman pek mümkün olamıyor. Siz günümüze dair bir sorundan söz eder etmez, hemen on yıllar öncesinden konuyla ilgisiz bir örnek verebiliyor. Siyasal konumlanması, geçmiş yıllardan ilgili ilgisiz ve tatsız (ki bu elbette onun damak tadına uymayan bir tatsızlık!) bir şeyleri hatırlatmaya dayanıyor. Böylece bugün yapılan bir adaletsizlik ve günümüz koşulları üzerine düşünmek yerine, zamanında yapılanı/yapıldığını iddia ettiğini hatırlatmayı tercih edip ona sığınıyor. Müstehzi bir gülümseme ile. O istihza, 'hak ettiniz' anlamına geliyor sanırım. Adı her zaman tam olarak konulamayan bir 'rövanşı' hatırlatıyor. Kim hak etti peki? 'Ora'dakiler. 'Ora' neresi? O kısım hayli müphem!

Sol çubuğunun herhangi bir yerinde yer alanın istihzası ise diğerinden farklı ve çoğu zaman, aynı çubuğun değişik noktalarında bulunanlara yönelik!

Bunun tek bir gerekçesi yok tabii. Öncelikle daha 'okumuş' bir kitleden söz ediyoruz ve o okumuşun evrensel olanla kurduğu bağ diğeriyle karşılaştırılmayacak ölçüde güçlü. Sol içindeki tartışmaların ve sol külliyatın, hele ki 1960-1980 arasındaki zenginliği malum. Fakat sosyal-kültürel sermayenin gücünden kaynaklı iktidar, başta 12 Eylül faşizminin buldozer etkisi ve neoliberalizmin toplumsal/siyasal öncelikleri hızla dönüştürmesi olmak üzere çok sayıda gerekçeyle, 'siyasal iktidarın' yolunu açmadı bugüne dek. Son zamanlarda bir kez daha gündeme gelen, aslında tüm siyasi tartışmaların satır aralarında her zaman bir ölçüde varlığını sürdüren 'kültürel iktidar' olgusunun 'iktidar' cenahında yer alanların, bazen dışarıya, çoğu zaman 'içeriye' yönelik istihzasının bir nedeni bu olabilir.

Çubuğun sol ucunda yüzü dünyaya dönük solcular-sosyalistler, sağ ucunda evrensellik ve kapitalizm karşıtlığını yadsıyıp bir tür milliyetçiliğe savrulmuş olanlar duruyor. İki uç arası ise hayli renkli ve kalabalık. İkinci kümedekilerin aklı başında bir ülkede solcu sıfatıyla adlandırılma ihtimalleri pek yok. Ya da, 'tuzlu çikolatalı yaş pasta' ile 'ıslatmayan su' ne kadar mümkünse, o kadar. Solda konumlananların bir kısmında da kibir ve istihza az buz değildir, ancak şimdi konu onlar değil, sol terminolojiyi kullandıkları vehmiyle sağcılık/milliyetçilik yapanlar.

Alametlerinden biri, istihza. Mensup olduklarını iddia ettikleri dünyanın kibriyle yapıyorlar bunu. Kendileriyle aynı kanıda olmayan tüm muhataplarını, ehlileştirilmesi gereken yabanıl varlıklar olarak görüyor gibiler. Yaşamı ve ona dahil olan ne varsa çözseler de, her konuya ilişkin nihai 'kararlarını' şuur sorunu yaşayan kitlelere yeteri kadar duyuramamış olmaktan mustaripler. Gülümsemedikleri anlarda da yüzlerinden silinmeyen müstehzi bir ifadeyle yaşıyorlar. Tartışırken, karşısındakinin aslında 'gerçek solcu' olmadığını ya da 'doğru solculuk' yapmadığını kanıtlamaya yönelik isteğe sahipler. Siyasal ve insani konumlanmalarını bunun üzerine inşa ediyorlar. Tahmin edilebileceği gibi 'gerçeğe' ilişkin sarsılmaz bir imanları var. Konuşurken, iyi ihtimalle size şefkat duyup doğru yolu göstermeyi istiyor, ola ki kantarın topuzunu biraz kaçırırsanız aşağılama ve yok etme aşamasına geçiyorlar. Görmediklerinizi görüyor, işitmediklerinizi duyuyor, okumadıklarınızı hatmediyorlar.

Bir şeyi savunduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz, aslında hiç fark etmediğiniz başka bir şeylere hizmet ediyorsunuz. Özgürlük talep ettiğinizi düşünüyor olabilirsiniz, aslında emperyalistlerin hukukunu savunuyorsunuz. Kürtlere yapılanlara karşı çıktığınızı düşünüyor olabilirsiniz, aslında kimlikçisiniz ve bölücülüğe hizmet ediyorsunuz. Kadın haklarını savunduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz, aslında 'liboşizmin' oyuna geliyorsunuz. Ve siz bunların hiçbirinin farkında değilsiniz. Zaaflarınıza sahip olmayan birinin, size istihza ile hatırlatması, doğruyu anlatması gerekiyor. Müstehzi gülümsemenin nedeni bu olmalı!

Yazının ilk satırından şu paragrafa dek gözünüzde canlanan insan tipi hep 'erkek' idi, öyle değil mi? Çok haklısınız. Bu siyasal duruş, başkaca pek çok melanet gibi erkek dünyasının bir niteliği. Her kesimin kadını ile istihza ve kibirle malul erkeği arasındaki farkı ihmal etmemekte yarar var...


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.