Bir şehri anlamak: Hangi İzmir?

İzmir, birbirine zıt kimlikler etrafında tartışılmaya devam ediyor. Kimine göre İzmir, özgürlüklerin şehri; kimine göre ise gündelik ırkçılığın yoğun olduğu bir yer. Bir de “gavur” İzmir var.

Bir şehri anlamak: Hangi İzmir?
Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV), İzmir’in gündemini ve toplumsal dinamiklerini anlamak amacıyla kapsamlı bir araştırma serisi başlattı. Yılda dört kez yayınlanması planlanan bu araştırmalar, İzmirlilerin sosyo-ekonomik durumunu, siyasal eğilimlerini ve yaşadıkları şehirle kurdukları ilişkiyi mercek altına alacak. Araştırma dizisinin ilk raporu, ekim ayında kamuoyuyla paylaşıldı. Bu yazıda, araştırma verilerinden bahsetmekle birlikte, esas olarak İzmir üzerine yapılan araştırmaların neden önemli olduğunu ve İzmirlilik kimliğini tartışmak istiyorum.

İzmir, tarihsel ve güncel özgünlükleriyle öne çıkan bir şehir. Osmanlı'nın 19. yüzyıldaki en önemli liman kentlerinden biri olan İzmir, o dönemde Müslümanlar, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler ve Levantenlere ev sahipliği yapıyordu. Bu topluluklar farklı mahallelerde yaşamış olsa da Kemeraltı Çarşısı ve rıhtım bölgesi (bugünkü Pasaport iskelesi civarı) gibi alanlar, farklı kültürlerin bir araya geldiği etkileşim mekanları olarak öne çıkıyordu. İzmir’in tarihini şekillendiren diğer bir dönem ise Birinci Dünya Savaşı ve 1922 yılları arasındaki gelişmeler. Savaş yıllarında şehrin işgal edilmesi, üç yıl boyunca Yunan yönetiminde kalması, Milli Mücadele sırasında savaşın Batı Cephesi’nde yoğunlaşması ve 1922’de yaşanan Büyük İzmir Yangını, şehrin kimliğini günümüze kadar etkileyen önemli olaylar arasında yer alıyor.

Yukarıda en genel hatlarıyla bahsettiğim iki tarihsel dönem, İzmir’e ilişkin günümüze kadar taşınan ve yer yer birbirine tezat oluşturan iki iddianın tarihsel temellerini oluşturuyor: 'Farklılıkların özgürce yaşadığı İzmir' ve 'ulusalcı İzmir'. Günümüzde İzmir, birbirine zıt kimlikler etrafında tartışılmaya devam ediyor. Kimine göre İzmir, özgürlüklerin şehri; kimine göre ise gündelik ırkçılığın yoğun olduğu bir yer. Bazıları için ise milli değerlerden uzak “gavur” bir İzmir var karşımızda.

Bu tartışmalara son dönemde iktidar partisinin yeni bir söylem hattı eklediğini söyleyebiliriz. İzmir, körfezdeki balık ölümleri, yağmur sonrası yaşanan seller gibi olumsuzluklara işaret edilerek, 'CHP’nin yönetime geçtiğinde ülkenin neye benzeyeceğini gösteren kötü bir model' olarak karikatürize edilmeye başlandı. CHP ise İzmir’i, ülkenin seküler yaşam tarzına sahip örnek bir kenti olarak öne çıkarıyor. Bu özellikleri ve olaylarıyla İzmir, hem övülen hem de yerilen bir sembol şehir haline gelmiş durumda. 'Kültür savaşlarında' siyasal saiklerle araçsallaştırılmak istenen İzmir’in, gerçekte nasıl bir şehir olduğu ise, İzmir’de yaşayanlar için bile hâlâ bir muamma.

İzmir, 1999 yerel seçimlerinde DSP’den belediye başkanı seçilen Ahmet Piriştina’nın 2003 yılında CHP’ye geçmesinin ardından kesintisiz olarak yirmi bir yıldır CHP yönetiminde. Ancak İzmir’in CHP için bir kale olup olmadığı ise tartışmalı bir konu. Son yerel seçimlerde CHP’nin adayı yüzde 49 oy alırken, AK Parti adayı yüzde 37’ye ulaşmış ve kazanma ihtimali belirmişti. İzmir’in tarihsel olarak sosyal demokratların kalesi olduğu iddiası da gerçekliğe uygun değil. Tek parti döneminde muhalif görüşlerin öne çıktığı bir şehir olan İzmir, dönem dönem Demokrat Parti, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi gibi sağ partilerin yönettiği bir şehir olmuştur.

Yıllardır İzmir’de yaşayan ve İzmir üzerine düşünen biri olarak söyleyebilirim ki, ülke genelindeki çeşitli olumsuzlukları odağa aldığımızda İzmir’in bunlardan muaf olduğunu söylemek imkânsız. İzmir de diğer şehirler gibi yoksulluğun ve gündelik ırkçılığın yaygın olduğu bir şehir. Bu nedenle, uykusunda uyuyan mülteci gençlerin katledildiği, çeşitli bahanelerle Kürt yurttaşlarımızın saldırıya uğradığı ve yakın bir zamanda beş çocuğumuzun yaşamak zorunda kaldıkları barakada yanarak hayatını kaybettiği olaylara tanıklık edebiliyoruz.

Bu türden olumsuzluklara rağmen İzmir bu şehirde yaşayan insanların çoğunlukla olumlu özellikler atfettiği ve şehre aidiyet duygusunun oldukça güçlü olduğu da bir şehir. Bayetav İzmir Barometresi verileri, şehirde yaşayanların yüzde 73,5’inin bu şehirde yaşamaktan memnun olduğunu gösteriyor. Üstelik, bu memnuniyet, oransal farklılıklar gösterse de kentte yaşayan farklı gelir gruplarından ve aidiyetlerden insanları da kapsıyor.

Bu sonuçlarla birlikte İzmir’de yaşamaktan duyulan memnuniyetin, farklı alanlara ilişkin somut sorular sorulduğunda belirgin bir düşüş gösterdiğini de görüyoruz. Temel hizmetler ve sosyo-kültürel hizmetleri iki ayrı kategori olarak ele aldığımızda bu fark daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Temel belediyecilik hizmetleri olarak adlandırabileceğimiz ulaşım, temizlik ve altyapı başlıklarındaki memnuniyetin her yüz kişiden yalnızca 30’u ile sınırlı kaldığını görüyoruz. Buna karşın, sosyal belediyecilik diyebileceğimiz; kamusal mekânları önceleyen ve şehir sakinlerinin iş dışındaki zamanlarında vakit geçirebilecekleri sosyal karşılaşma alanlarına yönelik hizmetlerde daha olumlu bir tabloyla karşılaşıyoruz. Kadınların kamusal alana eşit katılımı, çocuk dostu bir şehir olmak ve deniz kıyısı, parklar ve bahçelerin erişilebilirliği gibi alanlarda katılımcılar görece daha yüksek bir memnuniyet ifade ediyor.

Ekonomik krizin gittikçe artığı koşullarda bu alanların İzmirlilerin sosyalleşme ihtiyacını bir nebze de olsa sağladığını söyleyebiliriz. İzmir'in kıyı şeridi ve rekreasyon alanları, ekonomik olarak güçlü olmayanlar için bile bir tür "katılım" illüzyonu yaratıyor. Yıllar önce katıldığım bir söyleşide sevgili Ünsal Oskay, bir şehre yatay ve dikey iki şekilde katılabileceğimizden bahsetmişti. Yatay katılım, bir şehrin sokaklarını gezmeyi, vitrinlerine bakmayı işaret ederken; dikey katılım ise seyretmeyi değil, dahil olabilmeyi ifade ediyordu. Zaman içinde özelleştirmeler ve sınıfsallığın mekânsal kapatmaya dönüşmesi belirli grupların kamusal alanlara yatay olarak bile dahil olamamaya başlamasıyla sonuçlandı. Kent sakinlerine erişilebilir bir kıyı şeridi ve parklar sunan İzmir, bu haliyle geniş kesimlere şehre yatay bir katılım imkânı sunarak şehirle kurulan ilişkinin olumlu bir aksta gelişmesini sağlıyor.

Özellikle son yıllarda kültürel ve siyasal açıdan giderek muhafazakârlaşan toplumsal iklimde, İzmir’de yaşayanların kendilerini görece rahat hissetmeleri, kentin kamusal alanlarının farklı grupların bir araya gelmesine olanak tanıması, kadınların gündelik yaşamda daha görünür olması ve kıyı ile park alanlarının erişilebilirliği, genel memnuniyeti ve şehre aidiyet duygusunu olumlu yönde etkilemiş.

Ancak araştırma verileri, sosyal ve kültürel alanlarda İzmir’in görece özgür bir atmosfere sahip olduğu düşüncesinin özellikle orta ve üst sınıflar arasında daha fazla kabul gördüğünü gösteriyor. Araştırmanın bununla bağlantılı diğer verilerine baktığımızda, şehirde mülteci karşıtlığının yüksek olduğunu, etnik farklılıkların ayrımcılık algısının yüksek olduğunu ve yoksulluğun dezavantajlı gruplar arasında yoğunlaştığını da görüyoruz. Ayrıca, iktidar partisini destekleyen kitlelerin İzmir’den duyduğu memnuniyetin, diğer gruplara kıyasla daha düşük olması özgür ve rahat İzmir’in çeşitli sınırları olduğunu da gösteriyor.

Barometre verileri, son yıllarda yaşanan ekonomik krizin yoksulluğu artırdığını ve eskiden orta gelir gruplarıyla anılan İzmir’in giderek yoksullaştığını ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, şehirde yaşayan her 100 kişiden 61’i alt gelir grubunda, 15’i ise derin yoksulluk sınırında yaşıyor. Bu tablo, İzmir’in ekonomik kırılganlığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor.

Yoksulluk kadar dikkat çeken bir diğer bulgu, İzmirlilerin şehrin kendilerine sunacağı olanaklara dair beklentilerinin düşük olması. İzmir, ülkenin üçüncü büyük şehri olmasına rağmen, burada yaşayanların önemli bir kısmı şehrin kendilerine ekonomik bir gelecek sunacağına inanmıyor. Bu inanç, özellikle gençler arasında daha da zayıf; her yüz gençten yalnızca 28’i bu konuda olumlu görüş bildiriyor. Bu tablo, İzmir’de gençlerin geleceğe dair hayallerini başka şehirlerde ya da ülkelerde arama eğiliminin bir süre daha devam edeceğine işaret ediyor. İzmirlilerin sıklıkla dile getirdiği genç nüfusun şehirden göç etmesi sorunu, kentin ekonomik fırsatlar yaratma kapasitesine yönelik daha kapsamlı bir değerlendirme yapılması gerektiğini ortaya koyuyor.

Yazının sonlarına yaklaşırken, İzmirlilik kimliği üzerine de birkaç şey söylemek isterim. İzmir, son yıllardaki kutuplaşma tartışmalarında siyasal bir kimliğe sıkıştırılmaya çalışılan bir şehir. Şehirde AK Parti iktidarı döneminde, iktidarın yatırımlarından hak ettiği payı almadığı hatta açıkça ayrımcılığa uğradığı düşüncesi oldukça güçlü. Bu algı ve zaman zaman iktidar tarafından dolaşıma sokulan pejoratif İzmir betimlemeleri, birçok İzmirlinin tepkisel bir kimlik geliştirmesine neden oluyor.

İzmirlilik kimliği, diğer kimlikler gibi sürekli bir inşa sürecinde olan, dinamik bir kimlik. Bu bağlamda, çeşitli gruplar İzmirlilik kimliğini tanımlamak ve içeriğini doldurmak adına farklı çabalar sarf ediyor. Kimileri, İzmirlinin çekirdeğe 'çiğdem', simite 'gevrek' demesi gibi unsurları ön plana çıkarırken, kimileri ise İzmir kimliğini giyim kuşama indirgemeye çalışıyor. Bu durum, ya içi boşaltılmış bir turistik kimliğe ya da belirli grupları dışlayan ve kutuplaşmayı besleyen bir yapıya dönüşme riski taşıyor.

Eğer İzmir, ülkedeki toplumsal barışa katkı sunacaksa –ki bu konuda sunabileceği çok şey var–, öncelikle ülkedeki baskı ve muhafazakârlaşma ikliminde başörtülünün de mini eteklinin de Roman’ın da Kürt’ün de ve şehrin çöküntü alanlarına hapsedilmiş mültecilerin de çeşitli müştereklerde buluşabildiği, özgür ve nefes alınabilir bir şehir olma iddiasını güçlendirmelidir. Bunun yanı sıra, temel belediyecilik hizmetlerindeki sorunları çözerek, ulaşım, altyapı ve temizlik gibi günlük yaşamı doğrudan etkileyen alanlarda vatandaşların memnuniyetini artırmalıdır.

İzmir’in artık yalnızca eleştiri ya da övgü sembolü olmanın ötesine geçmesi gerekiyor. Bunun için, ülkenin siyasal ve kültürel kutuplaşmasının bir nesnesi olmaktan çıkarak, kendisini ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etmelidir. Bu süreç, yalnızca İzmir’in değil ülkedeki toplumsal barışın gelişmesi bakımından da önemli bir fırsat sunacaktır.

*BAYETAV (Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı) akademik çalışmalar sorumlusu.