Bir paralı askerin mezar şiiri

Paralı askerlik yapanların hayatı vatandan uzak, seferlerde geçiyordu. Muhtemelen yaşarken adını bile duymadığı bir ülkede öldüğünde ardında gözyaşı döken annesinden başka kimse bulunmuyordu.

Kıbrıs Amathos'da bulunmuş Fenike ürünü gümüş kase. Yunan paralı askerler ve Yakındoğulu askerler beraberce bir kaleyi kuşatıyor. İ.Ö. 700 civarı.
Google Haberlere Abone ol

Pınar Özlem Aytaçlar

Antik Çağ'da Yunan dünyası, sayısı binleri bulan, küçük alanlarda kurulmuş ve az sayıda vatandaşı bulunan kent devletlerinden oluşuyordu. Bir Yunan kentinde vatandaşlar, kadınlar, çocuklar, köleler ve vatandaşlık hakkı olmayan yabancılar yaşardı. Vatandaşlık sadece 18 yaşını geçmiş, babası da şehrin vatandaşı olan, özgür erkek bireylere verilen bir haktı. Bu yüzden de bir şehirde yaşayan vatandaş sayısı birkaç bini geçmezdi. Nüfusun çoğunu oluşturan köleler, kadınlar yahut tarımla uğraşan yarı-vatandaş sayılabilecek kesim ise Yunan kent devletinin vatandaşlık haklarından faydalanamazdı. Yunan demokrasisi, nüfusun çok az kısmını oluşturan vatandaşlar topluluğunun iradesiyle oluşmuş bir halk yönetimi idi. Demokratik rejimin, sınırlı sayıda kişinin vatandaşlık hakkına sahip olmasıyla biçimlenen ve yüzyıllarca değişmeden sürüp giden karakteri, sadece şehirlerin idaresini değil, toplumsal ve sosyal yapıyı, günlük hayatın hiyerarşik düzenini, kısacası hayatı belirlemiştir.

Yunan askeri sistemi ve ordusunu da belirleyen bizzat bu düzendir. Orduya katılmak sadece şehrin vatandaşlarına tanınan bir ayrıcalıktır. Kent savunması, bütün vatandaşların kendi olanaklarıyla katıldıkları bir kamu hizmetidir ve bu hizmet aynı zamanda vatandaşlık haklarının kullanılması ve korunması için de önemli bir ön koşuldur. Bu nedenle şehirler, askerlik hizmetini toplumun vatandaş olmayan kesimine de açmayı, rejimi tehlikeye atacağını düşünerek, istememişlerdir. Monarşik ve oligarşik rejimleri yaşamış, hayatın tiranların darbeleriyle alt üst olduğu dönemlere şahit olmuş Yunan toplumları için ne pahasına olursa olsun demokrasiyi korumak ön plandadır.

EKMEK KAPISI: PARALI ASKERLİK!

Deniz aşırı seferlerin yapılmadığı, uzun yıllar süren savaşların gerçekleşmediği dönemler boyunca Yunan şehirleri kısıtlı vatandaş orduları ile savunmalarını gerçekleştirebilmişlerdir. Tarımla uğraşan ya da geçimini esnaf, zanaatkar ya da tüccar olarak sağlayan Yunan vatandaşlarının, uzak ülkelere yapılacak ve yıllarca sürecek seferlere katılması mümkün değildi. Bunun için savaş eğitimi almış, uzman ve geçimini askerlikten sağlayacak bireylere ihtiyaç vardı. Ağır silahlı askerler olarak tanımlayabileceğimiz hoplitler de, tam da bu nedenlerle, M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkmaktadırlar. Bu askerler kendi vatanlarından ziyade başka devletler için savaşmakta, hatta Yunanlılar ile savaşan düşman devletlerin ordularında görev almaktaydılar. Bu paralı Yunan askerlerinin savaş alanındaki üstün başarıları, onların, Arkaik dönemden itibaren Babil, Mısır ve Pers krallarının ordularında yer almalarını sağlamıştır. Aralarında güçlü, yetenekli ve eğitimli olanları, savaş ganimetleri ile zengin olmuş, bazı durumlarda yükselerek, Pers ve Mısır ordularında komutanlığa, hatta bölge valisi veya satraplık konumlarına getirilmişlerdir. Kısacası Yunan tarihi boyunca, tarımla uğraşmak istemeyen, kısa yoldan zengin olmaya hevesli, savaşçı ve maceracı bir ruha sahip Yunanlılar için paralı askerlik en kolay seçenek olmuştu. Elbette ekonomik sıkıntılar da çok sayıda kişi için bu mesleği bir ekmek kapısı haline getirmişti.

Atina ve Sparta arasında yaklaşık 30 yıl boyunca devam eden Peloponnessos Savaşı’yla başlayan süreç ve Pers savaşları, paralı asker kullanımını o kadar yaygınlaştırmıştı ki, M.Ö. 4. yüzyıl “Yunan paralı askerler yüzyılı” oldu. Artık, ‘asker’ anlamına gelen 'stratiotes' terimi yalnızca paralı askeri ifade etmeye başlamış ve 'vatandaş asker'i ifade etmek için özel bir tanımlama gerekir olmuştu.

ONBİNLER: PARALI ASKER ORDUSU

Ksenophon’un “Onbinlerin Dönüşü” eserinde anlattığı “Onbinler” de, bir Persli için savaşan Yunan paralı askerlerinden başkası değildi. Yunan dünyasının farklı kentlerinden toplanmış Yunanlılar, M.Ö. 401’de, Genç Kyros’un Pers Kralı olan ağabeyi II. Artakserkses’e karşı giriştiği isyan seferine katılmışlardı. Bu, Anadolu üzerinden Kilikya’ya, oradan Mezopotamya topraklarına ulaşmış uzun bir seferdi. Kyros’un Kynaksa’da ölümüyle sonuçlanınca, aslında Pers ordusuna karşı Kyros önderliğinde zafer kazanmış olan Yunan askerleri de, tamamen yabancı bir coğrafyada, Dicle ve Fırat nehirleri arasında bir yerde ortada kalıvermişlerdi. Verdikleri çok sayıda kayıpla sayıları oldukça azalmış olsa da, Onbinler’in Anadolu’ya maceralı dönüş yolculuğunu Ksenophon bize anlatır. Bu paralı asker ordusunun mahiyetini de bu sayede öğreniriz. Kalabalık paralı asker orduları, gıda ihtiyacını karşılayan seyyar marketlerin eşlik ettiği, içlerinde kadın ve çocukların da olduğu güruhlardı. Yol boyunca ele geçirilen güzel kadınlar, genç oğlanlar ve fahişeler de ordu ile birlikte ilerliyor, askerlerin her türlü ihtiyacını karşılıyordu. Para için hiç tanımadığı topraklarda canı pahasına savaşan Yunan askerleri, bu topraklardan, içerisinde Pers kadınların da olduğu savaş ganimetleriyle birlikte geri dönüyorlardı. Ama nereye? Vatanlarına geri ulaşabiliyorlar mıydı? Muhtemelen pek azı… Onbinler içinde de, Mezopotamya’dan canlı dönebilenlerin büyük kısmı ya hasmına karşı savaşan bir Thrak Beyi’nin emrinde savaşmaya devam etti ya da Perslerle savaşmaya karar veren Sparta kuvvetlerine katıldı.

HERKES İÇİN HERKESE KARŞI

Paralı askerlik, genel olarak, toplumun alt tabakasına ait, eğitimsiz ve fakir bireyler için geçim yoluydu. Arkadya, Girit, Karya gibi aynı şekilde ekonomik yönden geri kalmış bölgeler de en büyük paralı asker kaynaklarına sahipti. Bu bölgelerden alınan paralı askerler, alanlarında uzmanlaşmış da oluyordu. Mesela Girit’in okçuları, Rodos’un sapancıları ya da Trakya’nın hafif piyadeleri meşhurdu. Geçimlerini sağlamaktan başka bir önceliği olmayan paralı askerler, herkes için ve herkese karşı savaşabiliyorlardı. Bu yüzden, Perslere savaş ilan edilmeden önce, Yunanlıların paralı asker olarak Pers ordularına katılması yasaklanmıştı. Bu yasağa rağmen, Büyük İskender, burayı Perslerden temizlemek üzere Anadolu’ya girdiğinde, içerisinde 30 binden fazla Yunan askeri ve hatta Yunan komutanlar olan Pers ordularıyla savaşmak zorunda kalmıştı. Persler savaşta yenilince Yunan askerleri teslim olmak istediler. Ancak İskender bu Yunanları bağışlamadı ve çok büyük kısmını savaş alanında öldürttü. Kalan az sayıda paralı askeri de, ağır işlerde çalışmak üzere Makedonya’ya gönderdi.

Geçimi için paralı askerlik yapanların hayatı uzun seferlerde, birbirini takip eden savaşlarda, vatanından uzakta ve bir aile kuramadan geçiyordu. Muhtemelen yaşarken adını bile duymadığı uzak bir ülkede öldüğünde ise, ardında gözyaşı döken annesinden başka kimse bulunmuyordu. Afrodisyas’da bulunmuş olan bu mezar şiiri, M.S. 2. yüzyıla tarihlenmektedir. Metinde kullanılan Yunanca ifadeler, Philadelphos’un, Romalı bir komutanın peşinden giden bir paralı asker olduğuna işaret eder. Philadelphos, muhtemelen Parthlara karşı düzenlenen savaşta, vatanı Afrodisyas’dan çok uzakta, Dicle nehri yakınlarında ölmüştü...

“Bu mezarı, Philadelphos, sen ölünce acılarla yaptırdım

Ben, annen Helenis, üzerine bu sözleri yazdırdım.

Nasıl öldün, nerelerde, kimin peşinde, bilmiyorum.

Şimdi ben yitip giden oğlumun ruhunu arıyorum.

Bu yüzden oğlum, tek dileğim Hades’e gitmek.

Ben talihsiz, seninle orada sonsuza dek dinlenmek.”**

* Doç. Dr. / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü

** Çeviri: Hasan Malay

 

Etiketler dicle asker yunan