Bir mesele olarak çocuk edebiyatı: Yayıncılar anlatıyor

Kitaplar, bültenler, makaleler, tezler... İnsan, hakkında bir şeyler bildiğini varsaydığı konuyu gerçekten incelemeye başladığında ne kadar az şey bildiğini ve ne çok şeyi göz ardı ettiğini fark ediyor. Bu hafta çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele alacağız. Yayıncı, editör Alkım Özalp, Bahar Ulukan, Mehmet Erkurt, Özlem Akcan, Tuğçe Özdeniz ve Savaş Özdemir dosyaya görüşleriyle katıldılar.

Google Haberlere Abone ol

Birgül Sevinçli

DUVAR - Bazı sorular sizin için klişedir, sık sık duyarsınız. Bir okursanız evinizde kitaplığınız olması kadar doğal bir şey yoktur. Büyükçe bir kitaplığınız varsa evinize ilk kez konuk olan birçok kişinin, özellikle de kitap okumayan ya da bir tür hobi olarak okuyanların sekmez sorusudur. ‘’Bunların hepsi sizin mi?" ya da "Bunların hepsini okudun mu?’’ Uzun yıllar bu ve benzeri sorularla karşı karşıya kaldım, kalıyorum. Bunun sadece bana özel olmadığını biliyorum. Benzer bir şekilde, kızım Duru biraz büyüdükten sonra bu sorulara ek olarak hayatıma yeni sorular girdi: "Nasıl başardın?, "Bu yaşta bu kitapları nasıl okuyor?", "Ne çocuk kitabı mı okuyorsun?", "Ben de çok istiyorum ama bizimki okumuyor, elinden telefon düşmüyor!" Onlar ne kadar hayretle soruyorlarsa bu soruların sorulabilmesine aynı şaşkınlıkla cevap veriyorum. Özel hiçbir şey yapmadım.

Çocuklar söylediklerinizden çok ne yaptığınızla, nasıl davrandığınızla ilgileniyor. Sizin hayatınızda ne varsa o habitatın içinde büyüyen çocuğun ilk karşılaşmaları, ilk deneyimleri de onlar oluyor. Evinizde beraber yaşadığınız bir kedi ya da köpek varsa hayvan sevgisini, sabahları suyunu verirken günaydını esirgemediğiniz çiçekleriniz varsa her canlının eşit yaşam hakkı olduğunu, çöpünüzü arabanızın camından dışarı atmayıp ayrıştırıyorsanız dünyamızı korumamız gerektiğini, çocuk öğreniyor zaten. Üstelik bunu didaktik bir sıkıcılıkla değil kendiliğinden fark ediyor. Cevap basit, siz ne yapıyorsanız çocuğunuz onu yapıyor, siz okuyorsanız o da okuyor. Hayatınız evde katıldığınız sohbetten çok, sosyal medyada takılarak geçiyorsa o da elinden telefonu bırakmıyor. Konunun çerçevesi çok geniş ve istisnaları olsa da temeli aslında bu kadar net ve basit.

Birkaç hafta önce muhtelif aralıklarla yaptığımız gibi kütüphanelerimizden bazı kitaplarımızı hem yenilerine yer açmak hem de eskileri kütüphanesi olmayan bir okul ile paylaşmak üzere ayırdık. İtiraf etmem gerekir ki Duru’nun gönderilmek üzere ayırdığı bazı çocuk kitaplarını zaman zaman ortak kütüphanelerden birine istiflediğimi fark ettim. Yüzümde bir tebessüm ile bu çocuk kitaplarından ne kadar çok şey öğrendiğimi eşsiz keyifler aldığımı düşündüm.
Edebiyat, kurmaca ne harika. Bir kere rasyonel, hayatın her zaman olanak tanımadığı oysa zihnin ihtiyaç duyduğu neden sonuç ilişkisini kurmaca size veriyor. Yani çoğu zaman rasyonel olan hayat değil kurmaca. Ne kadar çok farklı bakış açısı görürsek zihnimiz o kadar esniyor, yargıları askıya alıyor. Bu esneklik bize başkalarını ve onların duygularını anlayabilme özelliği katıyor. Sadece başkalarını değil, kendimizi de. Onlarca deneyimi yaşama şansımız yok elbette ve edebiyat bize var olan tüm deneyimleri de aktarıyor. Tüm bunları önümde duran bu çocuk edebiyatı kitapları için söylemem mümkün. Edebiyatın her dalı gibi çocuk edebiyatı da bilimden, psikolojiden, felsefeden, sosyolojiden, daha doğrusu her disiplinden besleniyor. Sanatın en önemli damarlarından biri olan edebiyatın yaşamın en temel dinamiği olan çocuklarla, gençlerle bir araya gelmesi müthiş bir şey. Edebiyat, çocukluktan önümüzde benzersiz bir kapı açıyor; bizi besliyor, büyütüyor, genişletiyor.
O sabahtan sonra "Çocuk/Genç Edebiyatı" hakkında araştırmaya, okumaya başladım. Kitaplar, bültenler, makaleler, tezler... İnsan, hakkında bir şeyler bildiğini varsaydığı konuyu gerçekten incelemeye başladığında ne kadar az şey bildiğini ve ne çok şeyi göz ardı ettiğini  fark ediyor.

İşte bu dosya, bir okur olmaktan yola çıkarak hem kendi merak ettiğim soruların cevabını bulmak, eksikleri tamamlamak, daha çok öğrenmek hem de bilenlerden dinlemek, çocuklara ve edebiyata olan sonsuz inancımla hem onlara hem de ebeveynlere minicik de olsa bir fayda sağlamak üzere hazırlandı.

Ne demişti Küçük Kara Balık "Akıp da bir yere varmamak mümkün mü?"

Okuyalım.

Alkım Özalp, Bahar Ulukan, Mehmet Erkurt, Özlem Akcan, Tuğçe Özdeniz, Savaş Özdemir, Aslı Der, Birsen Ekim Özen, Burcu Ünsal, Mine Soysal, Sevim Ak, Süleyman Bulut, Şeniz Baş, Zeynep Alpaslan, Azade Aslan, Damla Kellecioğlu, Esma Fethiye Güçlü, Olcay Mağden Ünal, Burcu Yılmaz, Deniz Uçbaşaran, Filiz Mungan, Gökçe Yavaş Önal, Merve Atılgan, Ayşe Beren Özer, Cankat Koç, Çağla Çevik, Demir Aykaç, Elif Güngör, Nida Nergis Tezcan, Ebru Aykaç, Gülay Şahin, Pelin Özgümüş, Öznur Gürsoy ve Selen Gökalp dosyaya görüşleriyle katıldılar. Bu hafta çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele alacağız.

Sizce ülkemizde Çocuk Edebiyatı’nın, çocuk ve gençlik yayınlarının geçmişi ile ilgili araştırmalar, bir çocuk edebiyatı tarihi yazdıracak nitelikte mi?

İthaki Çocuk Yayın Yönetmeni, yazar Alkım Özalp: Genelde yapılan araştırmalar tez ya da akademik çalışmalar için, özellikle bazı konular üzerinde yoğunlaşıyor. Bu nedenle geniş kapsamlı bir araştırma, bildiğim kadarıyla henüz yapılmadı.

Can Çocuk Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Mehmet Erkurt: Çocuk edebiyatına yönelik araştırmacı, akademik gayreti makalelerde, yüksek lisans ve doktora tezlerinde görüyoruz. Yayımlanmış bir çalışma olup olmadığını soran öğrencilere önerebileceklerim ise her zaman birkaç kitapla sınırlı kalıyor. Çünkü araştırmaların sayısı çok az. Tahmin edeceğiniz gibi, okuru da çok az. Yayıncısı deseniz, yok kadar az… Meslekteki en şaşırtıcı ve zorlayıcı deneyimlerimden biri, yetişkin dünyanın çocukla arasına koyduğu kültürel uzaklık oldu. Bunu son yıllarda daha derinden fark ediyorum. Elbette, sevgi dolu, temas dolu, kaygı dolu bir kültürel uzaklık bu. Biz yetişkinler, çocukla aramıza, bilinçli ya da bilinçsiz, onun entelektüel varlığını, estetik arayışlarını, eleştirel düşünme potansiyelini arka plana atacak ya da yok sayacak bir mesafe koymuş durumdayız. Çocuğun her türlü bakımını üstlenmek için gösterdiğimiz çabayı, onunla kültürel bir ilişki kurmak için gösterdiğimizi söylemek zor. Birlikte kitap okuduğumuz yaşlardan sonra, onunla edebi ilişkimiz neredeyse sonlanıyor. Kitapları “denetlemeye” yönelik çabalar ise ne iletişime yakın, ne de edebiyata… Yetişkin dünyamız bu anlamda çocuk edebiyatına da uzak. Son on yılda bu alanda okurluğun arttığını elbette söylemeliyim. Ama bu, kültürel bir dönüşümü sağlayacak yaygınlığa henüz ulaşmadı. Yayınevlerine gönderilen dosyalar, tam da bu okuma deneyiminin eksikliğiyle dolu. Hal böyleyken, öncelikle bu araştırmaları körükleyecek daha yaygın bir ilgiye, meraka ihtiyacımız var. Yazar olmayı istemenin öncesinde ve ötesinde bir ilgiye.

Editör Özlem Akcan: Türkçe çocuk edebiyatı hakkında akademik çalışmalar yapıldığını, kimi üniversitelerde dersler açıldığını biliyoruz. Ama bunun niteliğini bu alanda çalışan akademisyenler belirleyecektir.

Yayıncı, editör Savaş Özdemir: Çocuk ve gençlik yayınlarına dair yapılmış derli toplu bir çalışma görmüyorum. Var olan çalışmalar hem yetersiz hem de kapsayıcı değil. Bu alanda akademik ciddiyetle yapılmış, geniş kapsamlı ve ideolojilerden uzak bir araştırmaya ihtiyaç var.

Can Çocuk Yayınları editörü Tuğçe Özdeniz: Ülkemizde çocuk edebiyatının tarihiyle ilgili araştırmalar yapılıyordur elbette ama bu konuları kaç kişi çalışıyor, bu çalışmaların kaçı yüksek lisans ya da doktora düzeyinde ve ne kadar kapsamlılar, pek hâkim değilim. Ancak çeviri, adaptasyon ve özgün metin anlamında incelenmeye değer bir çocuk edebiyatı geleneğimizin olduğunu düşünüyorum. 19. yüzyılda Fransızcadan çevrilen fabllar ve şiirleri Türk çocuk edebiyatındaki ilk yazılı örnekler kabul eder, öncesindeyse destanlar, masallar, fıkralar, ninniler gibi sözlü edebiyat geleneğimizi göz önünde bulundurursak, tarihten ilginç örnekler çıkacağı kesin.

Çocuk, genç ve yetişkin okurların edebiyattan beklentilerinde, bir aynılık ve benzerlik var mı?

Alkım Özalp: Her yaştan okurun zevkleri ve edebiyattan beklentileri farklı olsa da hepsi okuduğu metinden keyif almak ister.

Doğan Egmont Yayıncılık Yayın Yönetmeni ve editör Bahar Ulukan: Mutlaka var; çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi dünyayı ve kendilerini keşfetmek, içinde bulundukları koşulların sınırlarından özgür kalmak için okurlar. Dolayısıyla çocuk okuru, genç ve yetişkin okurdan ayırmak haksızlık olur. Çocuklar da, tıpkı yetişkinler gibi, okudukları metinden kişisel bir tatmin elde etmek, estetik bir haz almak ister.

Mehmet Erkurt: Edebiyattan, edebi deneyimden beklediğimiz şeyin özü, aslında hiçbir yaşta değişmiyormuş gibi geliyor bana. Elbette deneyimler, zamana ve tercihlere göre değişen ilgi alanları ve meraklar bizi farklı okumalara, konulara ve katmanlara itiyor ama özde aranan haz bana her yaşın okuma deneyiminde görebildiğim ortak nokta gibi görünüyor. Keşfin hazzı, öyküde kendini bulmanın ya da öyküye kendine katmanın hazzı. Anlamanın, tamamlamanın, heyecanlanmanın hazzı… Elbette çocuğun okumasında her zaman öyküye daha sadık, keyfe daha dönük bir yönelim var. Kitap ve okur arasında kurulan daha katışıksız bir ilişki gibi. Biz yetişkinler belli kitapları “okumuş olmamız gerektiği” için de okuruz. Klasik deriz, alanımla doğrudan alakalı deriz, okur olmanın gereği olarak görür ve alırız belli eserleri elimize. Zevk almasak, hiçbir noktada buluşamasak da “okudum” diyebilmeyi önemseyebiliriz. Deneyimle donanmış olma ya da en azından “görünme” ihtiyacı baskın gelebilir. Hatta sırf tanıdığımız yazdı diye okuduğumuz kitap da az değildir. Çocukta bu duruma en yakın nokta, “Aa okulda bu kitabı herkes okudu, üzerine konuşuyor, yakalamam lazım!” duygusunda yatıyor diye görebiliyorum. Belli roman serileri tam da bu sohbete katılma ihtiyacıyla binlerce okura ulaşabiliyor. Ama bu da güzel, kitabın sohbetini yakalama ihtiyacı. Yetişkinliğimde de hâlâ en çok aradığım şeylerden biri. Bir roman okurken çocukluktaki hazzımı yakalamaya çalışmam gibi.

Özlem Akcan: Edebiyat okurluğu kişisel bir yolculuk. Yetişkin okurların edebiyattan beklentileri bile benzer değilken çocuk, genç ve yetişkinler için bunu söylemek çok daha zor. Her bireyin beklentisi türe ve konulara göre farklılık gösterebilir. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; yaşı ne olursa olsun her insanın hikâye ihtiyacı vardır. Kimisi öykü okuyarak karşılar bu ihtiyacı, kimisi şiir, kimisi macera romanlarında bulur aradığı hikâyeyi, kimisi de aşk. Hatta zaman içinde bu beklentiler değişebilir de. Bir okur, beş yıl önce okuduğu şeyleri bugün yetersiz, sıkıcı bulabilir. Herkesin aynı şeyleri okumaktan keyif aldığı bir dünya da çok sıkıcı olurdu. 

Savaş Özdemir: Edebî beklenti yaş ilerledikçe artıyor. Küçük yaşlarda daha çok genel beğeniyle kitaplar seçilirken ilk gençlik dönemlerinden itibaren nitelikli okurlar kendi tarzlarını bulup buna uygun metinlere ve eserlere yöneliyorlar. Buna rağmen, her yaşta, okuru içine çeken, anlatmaya çalıştığı hikâyeyi kelimelerin gücüyle muhatabına yaşatan kitaplar öne çıkıyor.

Tuğçe Özdeniz: Elbette çocuk ve gençlik kitaplarında da yetişkin kitaplarında da trendler, uluslararası yayıncılık piyasasında öne çıkan, tüm dünyanın okuduğu kitaplar var. Dolayısıyla evet, ana akım yayıncılığı takip eden okurların beklentileri bir noktada birbirine benzeyebiliyor. Çocuk, genç ya da yetişkin diye ayırmaksızın, kabaca iki okur profilinden bahsetmek mümkün aslında. İlki, ne okuyacağıyla ilgili kararsız fakat önerilere açık. Genellikle online mecralardaki listelere, yayınevlerinin fuarlarda öne çıkardığı kitaplara, dönemin popüler temalarına ya da ödüllü ve çoksatar kitaplara meraklı. İkincisiyse ne okuyacağını çoğunlukla bilen, fuarlara kendi okuma listeleriyle gelen okur. Yine de genelleme yapmamak ve bu ikisini sabit kategoriler olarak düşünmemek gerek. Örneğin ilk profildeki okur zamanla kendi ilgi alanlarını ve sevdiği şeyleri keşfedip kendi tercihlerini yapan, piyasanın sunduklarına daha eleştirel yaklaşan bir okura da dönüşebilir pekâlâ.

'ÇOCUK KİTABINA VERİLEN ÖNEM GİDEREK ARTIYOR'

Ülkemizde çocuk edebiyatının son yıllardaki gelişimini nitelik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alkım Özalp

Alkım Özalp: Çocuk edebiyatının yıldızının son yıllarda iyice parlamaya başladığını düşünüyorum. Hem daha çok hem de içerik ve baskı yönünden daha kaliteli kitap basılmaya çalışılıyor. Çocuk kitabına verilen önem de giderek artıyor. 

Bahar Ulukan: Olumlu buluyorum, bu alanda çabaların ve çeşitliliğin arttığını gözlemliyorum. Niceliksel artış da söz konusu ama bu artış, niteliği her zaman olumlu etkilemiyor. Öte yandan, alandaki deneyimler olgunlaştıkça katkılar da sonunda zorunlu olarak nitelik kazanacaktır. Profesyonelleşme ve dünyaya açılma açısından da ülkemizde olumlu gelişmeler var. Bunların hepsi niteliği olumlu yönde etkileyecektir. Son tahlilde, kararı zaman verir; niteliği ölçmek istiyorsak zaman içindeki kalıcılığına da bakarız.

Zaman geçtikçe ve konular çeşitlenip derinleştikçe bu alanda güncel araştırmalara, çalışmalara daha çok ihtiyaç doğuyor, bu sebeple çocuk edebiyatı alanında akademik çalışmalar daima teşvik edilmelidir. Elbette bizler de bu alanda çalışan kişiler olarak bu araştırmalardan faydalanırız fakat niteliklerine dair ölçütü yine akademi belirler.

Mehmet Erkurt: Nicelik açısından ciddi bir artış var. Özellikle son beş yıldır, çocuklar ve gençler için kitaplar yayımlama amacıyla kurulan yayınevlerine ek olarak, edebiyat yayıncılığı yapan yayınevleri de çocuklara yönelik alt markalar, segmentler açtılar. Bu, elbette kitap çeşitliliğini getirdi. Bu çeşitlilik de, tek tip, eğitici, değer bazlı, tozpembeleştirici ve kaçınılmaz olarak kısıtlarıyla ön plana çıkan çocuk edebiyatı algısını büyük oranda kırdı. Özellikle çeviriyle gelen edebiyatın dönüştürücü ve uyandırıcı etkisi burada yadsınamaz. Farklı kültürlerden, birikim ve deneyimlerden süzülen yetkin örnekler, edebiyatta çocukla nasıl buluşabileceğimiz, hatta edebiyatla bizzat nasıl buluşabileceğimiz konusunda bize yeni yollar çizdiler. Elbette o yollardan, onları görmek istediğimiz, onlara adım atmaya cesaret edebildiğimiz, buna değer verip “zahmet ettiğimiz” ölçüde yararlanabildik. Bir nitelik artışından, konu çeşitlenmesinden, anlatım ve tasarımlarda yeniliklerden söz etmek mümkün. Yine de daha işimiz çok. Çocuğun okurluğunu “kolaycacık bir çabayla yazar olma yolu” olarak gören yetişkin zihin hâlâ çok baskın. Basite indirgenmiş bir metin, resimle kotarılan çekicilik, biraz didaktizm ve bol değer aktarımıyla çocuktan sorumlu yetişkine yönelik ikna… Bu temel kurgu ne yazık ki ülkemizdeki çocuk edebiyatının dokusunu oluşturmaya devam ediyor. Nitelik artışı görüntüde olsa da, adını okurundan alan bu yegâne edebi türde okurdan, çocuktan kopuşu gitgide daha çok gözlemliyorum. 

Özlem Akcan: Bu konuya iki açıdan yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Çocuk edebiyatının satış potansiyeli nedeniyle “yükselen değer” olarak görülmesi basılan kitap sayısını her geçen yıl artırıyor. Bu artış, elbette her zaman nitelikli ürünlerden oluşmuyor. Edebiyattan uzak, didaktik, niteliksiz, editör çalışması yapılmamış kitaplar, her dönemde olduğu gibi bu dönemde de var. Ama Türkiye’de çocuk yayıncılığının geçtiğimiz son on yılda büyük yol kat ettiğini görmemek de bu alanda emek veren insanlara büyük haksızlık olur. Hem bu alanda yıllardır hizmet veren yayıncılar hem de yeni kurulan butik yayınevleri konu, işleyiş, edebi tat, resim ve baskı kalitesi açısından nitelikli eserler yayımlıyor ve bu eserlerin sayısı her geçen gün artıyor. Kişisel olarak bu tarafa bakmayı, buraya odaklanmayı daha anlamlı buluyorum. Okurun da okuma hakkına sahip çıkıp nitelikli çocuk kitaplarından taraf olmasını umuyorum. 

Savaş Özdemir: Son yıllarda yurt dışı fuarlara Türkiye’den katılan yayıncıların sayısının artmasıyla daha çok çeviri eser, okurların beğenisine sunuldu. Paralel olarak Türkçe eser üreten yazarların ve ürettikleri eserlerin sayısı da arttı. Bununla birlikte yayınevlerinin, her ne kadar büyük çoğunluğu alaylı olsa da, yetkin ve tecrübeli editörlerle çalışmaya başlaması göreceli olarak, derli toplu olarak yayınevine ulaşan dosyaların işlenerek daha nitelikli kitaplara dönüşmesinin yolunu açtı. Yerli yazarların başarısı daha çok kişiyi yazın dünyasına adım atmak için teşvik etti. Yerli yazarlarla içerik üreten yayınevlerinin başarısı bu alanda irili ufaklı daha çok girişimciyi cesaretlendirdi. Çocuk kitaplarına emek veren kişi ve kuruluşların artmasının doğal sonucu olarak da daha nitelikli eserler okurlarla buluşmaya başladı. Ancak kat edilmesi gereken daha çok mesafe var. Bu da sektörün profesyonelleşmesini ve okurların bilinçlendirilmesini gerektiriyor. 

Tuğçe Özdeniz: İşim gereği, çağdaş dünya çocuk edebiyatını çağdaş Türk edebiyatına kıyasla daha yakından takip ediyorum. Uluslararası kitap fuarlarına katıldığımızda ya da katalogları ve bültenleri incelediğimizde, müthiş bir çeşitlilikle karşılaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanından yayıncıların listelerinde, her yaştan çocuğa ve her zevke hitap edecek kitaplara rastlamak mümkün. Öte yandan Kuzey ve Batı Avrupa ile Kuzey Amerika’dan kitaplar, uluslararası çocuk yayıncılığını yönlendirmeye devam ediyor. Bu, büyük ölçüde konjonktürle ilgili ama ifade özgürlüğünün ve demokrasinin gelişmiş olduğu toplumlarda daha yaratıcı ve daha özgürlükçü kitapların çoğunlukta olduğu gerçeği de yadsınamaz. Bu ülkelerdeki çocuk edebiyatı geleneği bizdekinden çok daha eskiye dayanıyor. Türkiye’de çocuk edebiyatı alanında son yıllarda ortaya konan eserlerin de gerek içerik, gerek illüstrasyon ve grafik tasarım anlamında daha nitelikli olduğunu, daha özenli işler yapıldığını söylesek bile kat edecek epeyce yolumuz var gibi görünüyor. Telif kitaplarda odaklanılan konuların daha sınırlı olduğunu, daha güvenli sularda yüzüldüğünü gözlemliyorum. Fakat haksızlık etmek de istemem, Türkiye’deki bir çocuk yazarının özgürlük alanı Avrupalı ya da Amerikalı yazarlarınki kadar geniş değil. Özellikle sansür ve otosansür, son günlerde sıkça konuştuğumuz konular. Ayrıca çocuk kitabı yazarları ve çizerlerinin –aslında çevirmenleri ve editörleri de dâhil edebiliriz bu gruba– nitelikli ürünler ortaya koyabilmeleri için aldıkları teliflerle rahatça geçinebilmeleri, ek işlere ihtiyaç duymamaları büyük önem taşıyor. Örneğin, yetiştirebileceğinden çok daha fazlasına evet demek zorunda kalan bir çizer gece-gündüz çalışırken yapacağı işin niteliği kaçınılmaz olarak ikinci plana düşebilir.

'ÇOCUĞUN OKURA DÖNÜŞTÜĞÜ EN KALABALIK KİTLE 8-12 YAŞ ARALIĞINDA'

Çocuk kitaplarını yaş kategorilerine göre ayırırken, baz alınan kriterler nelerdir? Bu kriter zaman içinde ya da kültürden kültüre değişiklik gösteriyor mu?

Alkım Özalp: Kitapların yaş gruplarını belirlerken birçok şeye bakıyoruz. İçerik, sayfa sayısı ve anlatım dilinin yaş grubuna uygunluğu bunların sadece birkaçı. Zamanla estetik algısı, dünyaya bakış açısı, çocuk yetiştirme yöntemleri değiştikçe çocuk kitapları da bu doğrultuda zamana uyum sağladığından yayıncıların da kriterlerinde değişiklikler olabiliyor.

Bahar Ulukan: Çocuk kitaplarını yaş kategorilerine ayırmak tüm dünyada yayıncılar tarafından uygulanan bir pratik; bunun gerek ebeveynler ve eğitimciler, gerekse pazarlama açısından fayda sağlayan bir işlevi var. Özellikle okul öncesi kitaplarda çocuğun gelişimsel özelliklerine bağlı olarak kitabın bazı fiziksel özellikleri barındırması beklenir, dolayısıyla hangi kitabın 6 aylık, hangi kitabın 6 yaşındaki çocuk için hazırlandığını sadece görerek anlayabilirsiniz. Öte yandan çocuk okuma yazma öğrenmeden önce, ebeveynleri ona kitaplar okuyor, okumayı öğrendikten sonra da çocuğun eli istediği kitaba doğru uzanıyor. Dolayısıyla yaş kategorileri, okur dünyasında o kadar da geçerli olmuyor. Yaş kategorileri kültüre göre değişiklik gösterebiliyor; bunun yerel dinamiklerle ilgisi var. Zaman değiştikçe mekân, sosyal ilişkiler, hatta gerçekliği deneyimleme biçimleri bile değişiyor; bunun çocuk kitaplarına yansımaması imkânsız. Bu bakımdan, az önce bahsettiğimiz kitabın fiziksel özelliklerinin de zamanla değişime uğradığını söyleyebiliriz; örneğin bugün yetişkinler için 36 sayfalık resimli kitaplar ya da boyama kitapları yayımlanıyor.

Mehmet Erkurt: Avrupa’da ve Amerika’da yayıncılar benzer bir yaş bölümlemesine gidiyor. Kitabın görece oyuncak işlevi gördüğü 0-3 yaşın ardından, bol resimli öykülerin yer aldığı okul öncesi 3-6 ya da 3-8 yaş genel aralığını görüyoruz. Çocuğun okura dönüştüğü en kalabalık kitle 8-11 ya da 8-12 yaş aralığında. Ergenlikle başlayan 11 ya da 12 yaş üzeri grupla birlikte, artık gençliğin topraklarına giriyoruz ve oradaki yaş gruplandırmaları çocukluktan bağımsız, salt pazar dinamiklerine göre devam ediyor. Yukarıda saydığım gençlik öncesi bölümlenme ise, sosyolojik belirleyicilerle birlikte yerleşik ticari tutumları da içerdiği için, kültürden kültüre, ülkeden ülkeye önemli değişiklikler görüyoruz. “Çocuğa görelik”, belli başlı evrensel temellere dayansa da, kültürlerin çocuğa bakışı ve yaklaşımı belirleyici rol oynuyor. Büyük ölçüde eğitim sistemine göre belirlenen ve ciddi benzerlikler taşıyan yaş gruplarına yönelik kitap seçimleri, gerek konular gerekse bu konulara toplumsal yaklaşımlar açısından büyük farklılıklar gösterebiliyor. Avrupa’da 10 yaş ve üzerine okutulan bir kitabın Türkiye’de 13 yaş ve üstü okurlara önerildiğini görebiliyorsunuz. Burada, çocuğu çevreleyen yetişkin dünyanın onunla neleri konuşmaya hazır olduğu elbette son derece belirleyici.

Özlem Akcan: Konusu, cümle uzunlukları ve yapısı, alt metinler, desen sayısı, metnin puntosu vb. pek çok kriteri göz önünde bulunduruyoruz. En temel ayrım, çocuğun kendisinin okuyabildiği kitaplar ve bir yetişkinle birlikte okuyabileceği kitaplar. Ama bu demek değil ki her az metinli ve bol resimli kitaba okul öncesi diyeceğiz. Kimi resimli kitaplar da içinde barındırdığı felsefi alt metinler ve görsel okumalar nedeniyle her yaşa hitap ediyor. Kişisel olarak kitapları yaşla sınırlandırmanın doğru olduğuna da inanmıyorum. Sekiz yaşındaki bir çocuk, on beş yaşa uygun denilen bir kitabı okuduğunda ne olabilir? En fazla kimi göndermeleri anlamaz, konusunu sıkıcı bulabilir. Ya da tam tersi; on beş yaşındaki bir çocuk, sekiz yaşa uygun bir kitabı okursa ne olur? En fazla konusunu ve cümle yapısını fazla basit bulabilir. Bu yetişkinler için de geçerli değil mi? Kimi kitapları kendi okuma deneyimize göre basit ya da ağır bulduğumuz olmuyor mu? Aynı yaştaki çocukların bile okuma deneyimi birbirinden farklıyken çok kesin çizgilerle bu ayrımı yapmak gerekmiyor. 

Savaş Özdemir: Yaş kategorileri daha çok bir öneridir. Bebeklik ve ilk çocukluk döneminde anne – babaların çocuklarına, çocukluk döneminden itibaren okurların kendilerine hitap eden kitaplara daha rahat ulaşabilmesi için tavsiye niteliğindedir. Her yayınevinin kendisine göre belirlediği ancak büyükçe ortak paydası olan kriterler vardır. Soruda bahsettiğiniz gibi zaman ilerledikçe çocukların algı seviyelerinde gerçekleşen değişimler eserlerin hitap ettiği kitlede değişimler olmasına sebep olabiliyor. Bugün 10+ yaş grubundaki çocuklara hitap eden bir kitap birkaç sene sonra 8+ yaş grubundaki çocuklara hitap edebiliyor. Kültürler ve eğitim sistemleri de bu kategorileri oluşturmada önemli bir etken. Çeviri eserlerde bunu daha net gözlemliyoruz. Kimi ülkelerde hedef kitlesi 8+ yaş olarak tanımlanan kitaplar bizde 10+ yaş olarak ya da ülkesine göre 6+ yaş olarak kendisine karşılık bulabiliyor. Çocukların algı seviyeleri, ilgi alanları, konuların işlenişi, kullanılan kelimelerin o yaş grubundaki yaygınlığı, kelime uzunluğu, cümle uzunluğu, kitapta kullanılan görsellerin sayısı, yoğunluğu, renk skalası, kitapta kullanılan kâğıdın cinsi, kalınlığı, kitabın ciltlenme şekli, ebadı kitapları yaş gruplarına göre sınıflandırırken istifade ettiğimiz verilerden başlıcaları.

Tuğçe Özdeniz: Çocuk kitaplarını yaş gruplarına göre dört kategoriye ayırıyoruz. İlki, kitapla ilk defa tanışan 0-3 yaş grubuna hitap eden, katlanıp yırtılma riski olmayan, kartondan ya da bezden yapılma, sesli örnekleriyle oyuncak işlevi de gören board book/baby book dediğimiz türde kitaplar. İkincisi, 3-6 yaş grubuna hitap eden, çocuğun ebeveynleriyle birlikte okuduğu, bol resimli hikâye kitapları. Bu yaş grubunda dikkat süresi sınırlı olduğundan resimlerin metne göre biraz daha ön planda olduğunu söylemek mümkün. Üçüncü kategori, 7-12 yaş grubuna hitap eden okul çağı kitapları ki bu dönemde çocuk okur, ebeveynleri ve öğretmenleri yardımıyla artık kendi tercihlerini yapabilir. Son kategoriyse 12 yaş ve üzeri için ilk gençlik ve gençlik kitapları. Bu yaş kategorilerinin sınırları çok belirgin değil, zamandan zamana, kültürden kültüre, hatta çocuktan çocuğa değişiklik gösterebiliyor. Yurt dışında bir çocuk yayıncısının 6 yaş ve üzeri kategorisine dâhil ettiği bir kitabı burada 8 yaş ve üzeri çocuklar için uygun gördüğümüz zamanlar oluyor ya da yayımlandığı ülkede gençlik kitabı olarak tanıtılan bir roman burada dosdoğru yetişkinlerin beğenisine sunulabiliyor. Bunda okuma kültürünün ülkeden ülkeye değişmesinin payı da büyük.

'ÇAĞDAŞ ÇOCUK EDEBİYATIMIZDA FANTASTİK, POLİSİYE, KORKU, BİLİM KURGU, MİZAH TÜRLERİNİN İYİ ÖRNEKLERİ VAR'

Türkiye Çocuk Edebiyatı’nda korku, fantastik ve polisiye, bilim kurgu gibi türlere ait edebi sınıflamalar yapmak mümkün mü? Peki ya mizah?

Alkım Özalp: Tabii ki konularına göre çocuk kitaplarını kategorilere ayırmak mümkün, çok çeşitli kitaplar yayımlanıyor. Ancak bu, yaş grubu büyüdükçe daha rahat yapılabilecek bir ayrım. Okul öncesi çocuklara hitap eden kitaplarda böyle geniş bir yelpazeden bahsetmek zorken ortaokul öğrencileri için yayımlanan kitaplarda bu sınıflandırmalar yapılabilir.

Bahar Ulukan

Bahar Ulukan: Elbette mümkün, bu alanda yerli ve yabancı yazarların eserleri ülkemizde de yayımlanıyor. Bu konuda da çocuk okurun da yetişkin okur gibi türler arası seçim yapma imkânı var.

Mehmet Erkurt: Elbette, edebiyata getirilen bütün tür ayrımlarını çocuk edebiyatında da görüyoruz. Eserin edebi gücü, türün özelliklerini de daha belirgin, daha yoğun görmemizi sağlıyor. Çocukların başkahraman olduğu macera romanlarındaki mizah, tehlikenin karşısında gülebilme, karar anlarındaki çekişmeler, korkuyla yüzleşme noktalarında kendini çok uzun zamandır gösteriyor. Bugün, aileyi, aile içi iletişimi çocuk ve yetişkin arasındaki ilişkiyi temel alan bir mizahi anlatımın da giderek ön plana çıktığını görmek gerçekten mutluluk verici. İnsanın hangi yaşta olursa olsun taşıdığı zayıflıklar, çelişkiler, hayat karşısında zorlanmaları da bu türden bir mizahla ele alındığında, diyaloğun, kendini tanımanın, karşısındaki anlamanın ve bundan doğacak anlayışın nasıl yüzeye çıktığını görebiliyoruz. Fantastik ve bilim kurgu dendiğinde ise büyük bir haksızlıkla karşılaşıyoruz. İnsanı ve toplumu geniş potansiyeliyle, türlü olasılıklarıyla, zengin imge ve simgeleriyle, her daim korku ve umutlarıyla bu kadar yoğun taşıyan bu iki türü, özellikle çocukla buluşması söz konusu olduğunda sık sık hor görmeye varan yetişkin anlayışın da artık keşfe ve meraka dönüşmesinin zamanıdır.

Özlem Akcan: Elbette mümkün. Bunun örnekleri de mevcut. 

Savaş Özdemir: Son yıllarda üretilen eserlerle birlikte bu soruya rahatlıkla “evet” cevabını verebiliyorum. Ülkemizde çocuklara dönük polisiye veya fantastik metin konusunda derinleşen ve uzmanlaşan yazarların sayısı giderek artıyor. Ebeveynlerin zihinlerinde gerçekleşen değişimlerle yayıncılar ve yazarlar korku türünde eserlere de daha çok şans vermeye başladı. Bilim kurgu ise bir süredir çocuk edebiyatının vazgeçilmezi konumunda. Mizah konusu hassas olsa da bu alanda ortaya konmuş eserler azımsanamayacak kadar çok.

Buna rağmen kitapçıların çocuk kitaplarını öncelikle yaş gruplarına göre ayırması ardından kurgu – kurgu dışı, etkinlik, hikâye, masal ve roman gibi çok genel kategorilere hapsetmesi yayıncıların kitapların kategorilerini belirlemesinin önünde engel oluyor. Çocuk kitaplarına oldukça geniş yer açan kitapçılar dahi bu sınıflamaları yapmadan karma bir dizilimle kitapları okurlara sunuyor. Yalnızca, son yıllarda yükselen fantastik türüne ait kitapların raflarda kendilerine müstakil bir yer edindiğini gözlemliyoruz ki bu da gençlik kitaplığıyla sınırlı. Sadece çocuk kitapları satan kitapçıların yaygınlaşmasıyla bu alanlara hitap eden kitapların kategorize edilmesi gereklilik olacaktır.

Tuğçe Özdeniz: Evet, çağdaş çocuk edebiyatımızda fantastik, polisiye, korku, bilim kurgu, mizah türlerinin gayet iyi örnekleri var. Ne var ki ebeveynler ve öğretmenler korku ve polisiye türlerine daha önyargılı yaklaşıyor. Örneğin korku türünde, hikâyedeki gizemli, “öngörülmeyen” unsurların çocuğun hayal dünyasını olumsuz etkileyebileceğine dair çekinceler söz konusu olabiliyor. Bu noktada “çocuğa görelik” ilkesi hakkında konuşabiliriz. Bir kitabı yayıma hazırlarken yayınevi, yazar ve editörün üzerinde uzlaştığı belirli prensipler var. Kurguda ve görsel tasarımda çocuğun duygusal ve zihinsel gelişimine zarar vermeyecek fakat aynı zamanda çocuk aklını da küçümsemeyecek çözümler bulmak mümkün. Uygun bir dil ve üslupla anlatıldığı sürece çocuklar bu tür edebi eserlerle tanıştırılabilir. Tabii yine de her kitap her çocuğa göre değil. Çocuğu iyi tanımak, duygu durumunu, ihtiyaçlarını iyi tahlil etmek ve gerektiğinde onu doğru yönlendirmek önem taşıyor.

'EDEBİYAT, AKRAN ZORBALIĞI KONUSUNDA OKURA OLUMLU BİR KATKIDA BULUNUR'

Küçük yaştan itibaren çocukların karşı karşıya kaldığı bir durum da "akran zorbalığı", sizce akran zorbalığını yaşla sınırlamak doğru mu?

Alkım Özalp: Özellikle çocuklar arasında yaygın olsa da akran zorbalığı hangi yaşta olursa olsun herkesin yaşayabileceği bir sorun, bu nedenle yaşla sınırlamak doğru olmaz elbette.

Bahar Ulukan: Akran zorbalığı, terimin kendisinin de ifade ettiği gibi, çocuğun benzer yaş grubunda başka bir çocuktan, yani akranından, duygusal ya da fiziksel (ya da her ikisi birden) olarak şiddet görmesidir. Tüm dünya çocukları maalesef bu konuda dertli; dolayısıyla çocuk edebiyatında da sıklıkla işlenen bir konu. Bu konuda edebiyat, her konuda olduğu gibi olumlu bir katkıda bulunur, fakat asıl çare bulacak kişiler ebeveynler ve çocuğun bunu yaşadığı ortamın üyeleridir. 

Mehmet Erkurt

Mehmet Erkurt: Zorbalık, insan hayatının bütün evrelerine yayılmış durumda. Çocuklukta, ergenlikte, yetişkinlikte ve sonrasındaki bütün ileri yaşlarda, akranlarımızla sınırlı kalmayan bir zorbalıkla karşılaşmamız hep an meselesi. Bugün mobbing diye bir kavramın hukukta bile karşılık bulmasından söz ediyoruz ki, bir yetişkinin diğer bir yetişkine, elindeki iktidarı kullanarak yaptığı zorbalık olarak görebiliriz bunu. Yıldırma, bezdirme, aşağılama, özgüveni yıkma… Tabii ki yetişkinlikte kalkanlarımız çok daha fazla. İnsanın hallerine, tepkilerine ya da stratejilerine daha aşinayız. Başımıza böyle bir şeyin neden ve nasıl gelebileceğine dair daha çok fikrimiz var ki, buna rağmen, zorbalığa maruz kalma anlarında çocukluğumuza ve oradaki sıkışmalara dönmemiz epey vakidir. Çocukluk, hem çocukluğun deneyimsizliğini taşıdığı hem de yetişkinliği biçimleyeceği için, zorbalığın bambaşka bir dönüştürücülükle kendini gösterdiği bir evre. Edebiyat bu konuda çocuğun elindeki en güçlü kalkanlardan biri. Kendini insanın farklı hallerine hazırlaması, korkunun şiddete dönüşmesi hakkında bir fikir sahibi olması ve daha da önemlisi, belki de en önemlisi, zorbalığa uğramanın üzerine konuşulabilir, içe atılmaması ve utanılmaması gereken bir “maruz kalış” olduğunu anlaması için farklı insan öykülerinin yadsınamaz bir değeri var. Söze dökülmesi zor konuların, sürekli “çocuğu korumak” adı altında savunduğumuzun aksine, edebiyatta yer alması, yazıya dökülmesi, söze dönüşmesi çok önemli. Önemli ve sağaltıcı.

Özlem Akcan: Çocuklar, tıpkı şiddet gibi akran zorbalığı ve ayrımcılığı da yetişkinlerden öğreniyor. Kendinden olmayanı dışlayan yetişkinleri örnek alan bir çocuk, okulda ya da sokakta 'öteki'ne zorbalık yapıyor. Ayrıca, başarı odaklı eğitim sistemi de çocukları bir yarışa sokuyor ve akran zorbalığını besliyor. Birilerinin başarılı olması birilerinin başarısızlığını beraberinde getirdiği için çocuklar arasında hiyerarşi kuruyor. Dolayısıyla bu, çocukların değil yetişkinlerin neden olduğu bir durum. Ama yetişkinlerin yaptığına "akran zorbalığı" demek, durumu biraz hafife almak olur. Belirli bir yaşa ve bilince erişmiş bir yetişkinin kendinden olmayana karşı takındığı kötü tavırlara, davranışın dozuna göre ayrımcılık, ırkçılık ya da nefret suçu denilebilir. 

Savaş Özdemir: Akran zorbalığı her yaşın sorunu maalesef. İş hayatında da kendisini mobbing olarak gösteriyor. Yine de bu konuya hitap eden kitapların yaş gruplarına göre sınıflandırılması doğru olacaktır.

Tuğçe Özdeniz: Akran zorbalığı, çocuk edebiyatında sıkça karşımıza çıkan temalardan biri. Çocukların büyüme sürecinde karşılaştığı her türlü zorluk -akran zorbalığı, ebeveynlerin ayrılığı, sevilen birinin kaybı, korkularla baş etme, bir hastalıkla mücadele, göçler, savaşlar- çocuk edebiyatının konusudur aslında. Hikâyeler, onlara yalnız olmadıklarını hatırlatır, korkularının üstesinden gelme gücünü kendilerinde bulma, travmalarla daha rahat başa çıkabilme konusunda yol gösterir. Farklı yaş grupları akran zorbalığını farklı şekillerde deneyimleyebilir. Akran zorbalığına dair öyküler çocuklara sorunlarını doğrudan ortadan kaldıracak bir çözüm önermez ama kendi baş etme yöntemlerini bulma konusunda yardımcı olur.

Çocuk edebiyatı ve okullarda verilen eğitim birbiri ile kesişiyor mu sizce? Herkesin her şey olmaya yöneldiği bu dönemde nitelikli kitaplar okulların müfredatlarına girebiliyor mu?

Alkım Özalp: Çocuklar okulda aldıkları eğitimle bambaşka şeyler öğrenirken çocuk kitaplarından başka şeyler kazanabilirler. Ancak çocuk edebiyatı ve okul eğitiminin birbirini desteklediği durumlarda ortaya verimli süreçler çıktığını düşünüyorum. Birçok okul, derste işlenen konuyla ilgili bir çocuk kitabını da okuma listesine alarak çocukların konuyu pekiştirmesini, içselleştirmesini sağlıyor. Bu, okulların eğitim sistemiyle değişiklik gösterebiliyor. 

Bahar Ulukan: Çocuk edebiyatı ile okullarda verilen eğitimin kesişmek zorunda olduğunu düşünmüyorum. Okullar, eğitim veren kurumlardır ama çocuk kitapları eğitim vermeyi amaçlamaz. Çocuk kitapları bazen bilgi verir, bazen eğlendirir, bazen ikisini birlikte yapar, bazen de hiçbirini yapmaz; çünkü edebiyatın sınırları içinde bir özgürlük alanı vardır. Dolayısıyla kurgu, kurgu-dışı ya da eğitsel nitelikte çocuk kitapları okulların tercihlerine bağlı olarak müfredatlarında yer alabilir ya da dışında bırakılabilir, bu kitabın niteliğiyle ilgili pek bir şey söylemez.

Mehmet Erkurt: Pek çok değerli, cesur ve çabasını esirgemeyen öğretmen sayesinde, evet. Belki hâlâ azınlıktalar ama çok etkililer. Kültürel kalıpların, yerleşik inançların ve geleneklerin, iktidarlarca buna göre oluşması istenen yapıların biraz dışına çıkan pek çok eseri insani ve kültürel zenginlik olarak görüp öğrencilerine öneren öğretmenler edebiyatı eğitimle, edebiyatın edebiyat olma özelliğini bozmadan buluşturuyorlar. Bunun tam aksi de yaşanıyor elbette. Edebi bir çabadan, özenden, niyetten nasibini almamış, kalıp değerler ve kabullerle kısıtlanmış pek çok metnin, “kafa karıştırmaz, baş ağrıtmaz” yeterliliğiyle çocuklara okutulması, okuru ne edebiyata yaklaştırıyor ne de insana.

Özlem Akcan: Nitelikli çocuk kitapları, müfredatın fersah fersah ötesinde. Barış sözcüğünün bile sakıncalı olduğu, müfredat kitaplarında yer almadığı bir dönemde, savaşı, barışın ne anlama geldiğini, göçmenliği anlatan çocuk kitapları yayımlanıyor. 'Kız Çocuk Hakları Bildirgesi' adlı kitap, bırakın okullarda okutulmayı, Muzır Neşriyat Kurulu'nca sakıncalı bulunup önce siyah poşete sokuluyor, ardından da toplatılıyor. Farklı olanı ya da farklı kültürleri konu edinen bir kitabı öğrencilerine okutmak isteyen öğretmenler CİMER’e şikâyet ediliyor. Az önce, Türkiye’deki çocuk edebiyatı yayıncılığının gelişimini nasıl değerlendirdiğimi sorduğunuzda, iyi tarafa bakmayı tercih ettiğimi bu yüzden söyledim. Tüm bu zor şartlar içinde nitelikli eserler yayımlayan ve bunları çocuklarla buluşturmak için kelimenin tam anlamıyla risk alanlar var. Sosyal medya üzerinden kötüyü yaymaktansa nitelikli olanı konuşmayı daha değerli buluyorum. Desteklenmesi ve konuşulması gerekenler onlar çünkü. 

Savaş Özdemir: Bakanlık, eski dönemde olduğu gibi kitapları inceleyip okullarda istifadesinin uygunluğunu onaylamıyor. Bunun olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda müfredata dahil edilen kitaplar da olamıyor tabii ki. Ancak ders kitaplarında kullanılan metinlerin niteliği ve çeşitliliği çocukların sevebilecekleri türlere dair fikir edinmesi noktasında katkı sağlayabilir. Bu anlamda, müfredat dahilinde, klasik veya çağdaş her türden metin örneğinin ders kitapları içinde çocuklara sunulması gerekir. Müfredatın bu sınırda kalması doğru olacaktır. Bundan sonrası öğretmenlere ve ebeveynlere düşer.

Öğretmenlerin sınıf veya okul kitaplığında çeşitli türlerden kitapları bulundurarak ve bu vesileyle çocukların ilgi alanlarında okumalar yapmasını kolaylaştırarak, onların kendi seveceği türü bulmalarına yardımcı olmaları beklenebilir. Anne babaların da öğretmenlerle koordineli olarak ve çocuklarına özgür seçim imkânı sağlayarak bu birikimi desteklemesi gerekir. Tüm öğrencilere aynı türden kitapları okutmak kitapların dünyasına adım atan çoğu çocuğun geri çekilmesine ve okumaktan soğumasına yol açabilir.

Tuğçe Özdeniz: Okul listelerine giren kitapların büyük ölçüde birbirine benzediğini ve seneler içinde bu listelerin pek değişmediğini görüyoruz. “Kültürümüze, dini ve milli değerlerimize” ters düşmeyen, toplumun büyük çoğunluğunca onaylanacağı aşikâr yerli metinler öğretmenler tarafından daha çok tercih ediliyor. Ticari kaygı taşıyan her kurum gibi yayınevleri de bu metinlere ağırlık verince nice iyi kitap gözden kaçıp katalogların bir köşesinde unutulabiliyor. Farklı kültürlerden, özellikle de bizimkinden bambaşka alışkanlıkları, yaşam tarzları, aile yapıları olan insanların öykülerine ise çoğu zaman önyargıyla yaklaşılıyor, bu tür kitapların okul listelerinde kendilerine yer bulması pek mümkün olmuyor. Elbette her öğretmen, her seçici kurul aynı değil, daha yaratıcı, sıra dışı metinleri de listelere dâhil eden okulların ve öğretmenlerin sayısı da az değil. Fakat göz önünde bulundurmaları gereken türlü hassasiyetin de onlar için yıldırıcı olduğunu biliyoruz.

Öte yandan, çocuk edebiyatını yalnızca çocuğun eğitim ve öğretiminin bir parçası olarak görmek çok temel bazı sorunları da beraberinde getiriyor. Bana kalırsa, çocukların okumaktan soğumasının asıl sebeplerinden biri bu. Okuma yazma okulda öğreniliyor fakat okuma zevkinin okulda öğrenilmediği bir gerçek. Kitap seçen kurulların bile baştan sona okumadığı bazı kitaplarla dolu listeleri çocukların önüne koydukça, çocuk edebiyatını kitap özetlerine, kompozisyon ödevlerine indirgedikçe “Çocuğum okumayı hiç sevmiyor” yakınmalarını duymaya devam edeceğiz. Daniel Pennac, 'Roman Gibi' adlı kitabında çocukları okumayla barıştırmanın tek şartının karşılık olarak hiçbir şey beklememek olduğunu söyler. Bazen en küçük bir soru bile sormamak, okuma ödevi vermemek gerektiğini. Kitap seçici -öğretmen, ebeveyn ya da kütüphaneci- yalnızca bir aracıdır ve zamanı gelince çocuğu kitapla baş başa bırakmayı bilmelidir.

'EĞİTİCİ KİTAPLARLA ÇOCUK EDEBİYATINI BİR TUTMAMAK GEREK'

Çocukların sevdiği kitaplarla, çocuklar için kitap seçen ebeveynlerin tercih ettiği kitaplar birbirleriyle örtüşüyor mu sizce?

Alkım Özalp: Genele bakıldığında ailelerin ve öğretmenlerin biraz daha bilgilendirici içeriklere yöneldiğini, çocukların daha eğlenceli ve beğenilerine uygun kitaplar okumak istediğini görmek mümkün. İthaki Çocuk olarak bizim amacımız aslında bu ikisini birleştirerek bütün kitaplarımızı aileler ve öğretmenler tarafından gönül rahatlığıyla seçilen ve çocuklar tarafından sevilen kitaplar haline getirmek.

Bahar Ulukan: Ülkemizde azımsanmayacak sayıda çocuğun kitaba erişimi kısıtlı, ebeveynlerin kitaplara ilgisi öyle yüksek seviyelerde sayılmaz. Dolayısıyla çocuğu için kitap seçen ebeveyn her şeyden önce çocuğu için harekete geçmiş, aktif bir ebeveyndir. Bu, olumlu bir durum. Bu durum kendi de kitap okuyan, okuma sevgisi olan bir ebeveyni de kapsadığında, çocuk ev ortamında kitaplarla yakın ilişki içinde demektir. Örtüşme konusuna gelince, elbette çocuğun kendi tercihleri ebeveyninkinden farklı olabilir. Fakat kitap sevgisiyle yetişen çocuğun eninde sonunda kendi kitap seçimlerinde diretecek bir anlayışa kavuşacağına inanıyorum. Bu denge, ebeveyn-çocuk ilişkisi içinde iletişimle eşitlikçi bir şekilde kurulabilir. 

Mehmet Erkurt: Zaten sorun tam da o “çocuk için kitap seçme” aşamasında başlıyor. Deneyimi yaşayacak çocuğu soyutlayan bir seçim anlayışı zaten edebiyatla kurulacak ilişkiyi daha temel noktada sarsıyor. Çocuğun beğenilerine, merakına, ilgisine, sorularına, kaygılarına ya da arayışlarına kulak vermeden yapılan seçimlerin, çocukta “edebiyat benim karar verdiğim, özgür olduğum bir alan” değil hissiyatını körüklemesi kaçınılmaz. Oysa edebiyat bir şeyleri birlikte yapma, üzerine konuşup sohbet etme şansını cömertçe tanıyan bir alan. Birlikte kitap seçmek, seçeneklere bakıp eleştirmek, kendi beğenilerini diğerininkini baskılamadan ortaya koymak, içten bir okur olarak birbirini görmek, tartışmak ve gülmek için müthiş bir ortam sağlar. Tercihleri birbirimizi sıfırlamadan, diyalog dâhilinde ortaya koyduğumuzda, doğallıkla karşılaşacağımız “örtüşmemeler” bile zenginlik getirecektir.

Özlem Akcan

Özlem Akcan: Türkiye’de hâlâ çocuk kitabının eğitici-öğretici olması gerektiğine dair bir algı var. Yol alsak da bu algıyı tümden yıkamadık. Ebeveynler de genellikle çocuklarına aldıkları kitabın bir şey öğretmesini istiyor. Hâlbuki çocuklar didaktik kitaplardan çok sıkılıyor ve kitapları ödev olarak gördükçe okumaktan uzaklaşıyor. İyi okur olan ebeveynler de şöyle bir yanılgıya düşüyor; çocuğum hep macera kitapları okuyor. E, okusun, ne olacak? Apartmanlara tıkılmış, oyun oynayacak alan bulamayan çocukların macera peşinde koşmak istemesinden daha doğal ne olabilir ki? 

Savaş Özdemir: Bir kısım anne babalar, kitapları çoğunlukla bir eğitim ve öğretim aracı olarak görürken bir kısmı da kendi beğenilerini çocuklara dayatmaya çalışıyor.

Çocuk kitaplarından eğitim ve öğretim amaçlı yararlanılabilir tabii ki. Ancak çocukların kitaplarla bağ kurması ve geleceğin okuyan, yazan, kendisini doğru ifade edebilen bireyleri olabilmesi için kendi kitaplarını seçmelerine olanak tanınmalıdır. Aynı yaş grubundaki çocukların ilgi alanları yıllar geçtikçe değişiyor, farklılaşıyor. Bu sebeple anne babaların yalnızca kendi beğenilerini değil, çocuklarından 3-4 yaş büyük abi ablalarının beğenilerini de belirleyici unsur olarak ortaya koymamaları gerekir.

Tuğçe Özdeniz: Ebeveynler, okul öncesi çağdaki çocukları için kitapların eğitici, öğretici, yol gösterici yönlerinden doğal olarak faydalanıyorlar. Örneğin kitaplarla ilk defa tanışan 0-3 yaş grubunun renkleri, şekilleri, meslekleri board book diye tanımladığımız kitaplar aracılığıyla öğrenmesi ya da 3-6 yaş grubunun paylaşmayı öğrenme, tuvalet eğitimi, korkularla baş etme gibi temalarda kitaplardan destek alması gayet anlaşılır. Okul öncesi dönemde belirli konulara odaklanan eğitici kitaplar hem ebeveynler hem de çocuklar için yol gösterici oluyor. Öyle ki ebeveynler bazen yayınevlerinden, bazense eğitmenlerden ya da diğer ebeveynlerden kitap tavsiyesi alıyor ve çocuklarıyla konuşmakta güçlük çektikleri konuların üstesinden daha rahat gelmeyi başarıyorlar.

Gelgelelim çocuğun okul çağına gelmesiyle işler biraz daha karmaşıklaşıyor. Elbette yaş gruplarına göre eğitici kitapların desteğine başvurulabilir. Ancak eğitici kitaplarla çocuk edebiyatını bir tutmamak gerek. Çocuk edebiyatını yalnızca çocuğun eğitim ve öğretiminin aracı olarak görmeye devam eden ebeveyn, seçtiği kitapları çoğunlukla otosansürden ya da belirli hassasiyetlere göre bir süzgeçten geçiriyor. Çocukların kafasını çok kurcalamayacak, okuduktan sonra fazla soru sormayacağı, yalnızca cevapları bulabileceği, eğitsel bir mesajı olan ve bu mesajı bazen göze sokarak veren kitaplar daha çok tercih edilebiliyor. Oysa çocuk okurun da tıpkı yetişkin okur gibi bazen sadece eğlenmeye, coşkulu bir maceranın içinde kaybolmaya, bir hikâyenin gücüyle başka dünyalara seyahat etmeye ihtiyacı var. Bazense kafasını kurcalayan şeyler hakkında okuyup özgürce düşünebilmeye ve korkmadan sorular sorabilmeye... Bu noktada, çocukların okumak istedikleriyle ebeveynlerin onlar için seçtiği kitaplar her zaman örtüşmüyor. Derken ebeveynler “Çocuğum kitap okumuyor”, “Çocuğum okumayı sevmiyor” diye yakınmaya başlıyor ve bu defa yayınevlerinden “çocuğa okumayı sevdirecek” kitap tavsiyeleri istiyorlar. Gelgelelim çocuklara okumayı sevdirecek tek bir tür ya da tek bir kitap yok. Her çocuk biricik ve kendine özgü, hepsinin ayrı ilgi alanları, beğenileri var. Çocuklar için kitap seçenlere, başta ebeveynlere sonra öğretmenlere düşen, çocuğu anlamaya çalışarak yol göstermek, bir kitabı/türü/yazarı dayatmamak, beğenmezse kitaba devam etmemesine izin vermek ve sabırlı olup kendi sevdiği kitapları keşfetmesi için ona zaman tanımak.

Yetişkinlerin yazdığı, resmettiği, çevirdiği ve yine yetişkinin seçtiği ve satın aldığı kitapları okuyan çocuklar bu eylemler bütününün neresinde?

Alkım Özalp: Sizin belirttiğiniz denklemde çocuklara sadece okumak kalıyor elbette. Ancak çocuk edebiyatını, çocuklar yönlendiriyor. Onların beğenileri, ihtiyaçları, zamanın getirdiği estetik algısı ve anlayışına göre kitaplar üretilmeye çalışılıyor. Bu arada, ailelerin çocuklara kitap alırken yaş grubuna uygun buldukları, farklı konularda belki 3 belki 5 kitabı çocuklara sunup onların seçmesine izin vermelerinin daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Bu şekilde alınan kitabı, çocuklar daha çok benimseyebilirler.

Bahar Ulukan: Çocuklar bu bütünün elbette merkezinde; tüm bu çaba onlar için sarf ediliyor. Ama merkezde o kadar da pasif bir konumda değiller, onların beğenisi zaman içinde bir kitabın kaderini belirliyor.

Mehmet Erkurt: Galiba en acıtıcı noktaya geldik. Yukarıda biraz değindiğim durum tam da bu. Çocuk edebiyatının bir yetişkin işi olması elbette kaçınılmaz. Hayatın zenginliğini edebi bir anlatım içerisinde çocuğa süzmek, elbette bir yetişkin birikimini ve deneyimini gerektirir. Yazmak da öyle yayıncılık da. Ancak geldiğimiz noktada, çocuk edebiyatının çocuktan ve okurluğundan, diğer bir deyişle var olma nedeninden giderek koparılıp, yetişkinin kendine bir alan açma çabasına dönüştüğünü gözlemliyorum. Kolay bir “olma” halinin aracı gibi. Yazar oldum, editör oldum demenin, tanınmanın katalizörü gibi… Oysa çocukların sevmesi, iyi hissetmesi için bir şey yapmanın samimiyeti, doğal bir tevazuyu da beraberinde getirir. Burada naif bir sevgi halinden, çocuğa yönelik ezberlenmiş bir yumuşaklıktan söz etmiyorum. Beğenileriyle, beklentileriyle çok özde kalmış bir bireye bir şey sunmanın insana yükleyeceği o özel şeyden söz ediyorum. Bu şeyde heyecan var, sorumluluk var, yoğun bir çaba var, ama o beğeniyi kazandığınızda da hissettiğiniz uçsuz bucaksız bir mutluluk var. Biz yetişkinler çocuk odağından koptukça, kendimizi de bu mutluluk ihtimalinden mahrum bırakıyoruz aslında.

Özlem Akcan: Tam merkezinde. Yazan da, resmeden de, çeviren de, yayıma hazırlayan da çocuk odaklı hareket ediyor. 

Savaş Özdemir: Çocukların kendileri için üretilen eserlerde doğrudan belirleyici olması beklenemez. Ancak çocukların gelişim özellikleri, yöneldikleri trendler değişen çağa uyumluluğu dolaylı olarak bu üretimde etkin rol almalarını sağlıyor. Çocukların dünyasını yakalamakta zorluk çeken eserler onlar tarafından eleniyor. Bu da nitelikli yazarların çocukları daha iyi gözlemlemesi gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Yetişkinlerin kendi arasında döndürdüğü bu sirkülasyonda çocuklar kendilerine ulaşan eserin beğenilmesinde ve yaygınlaşmasında başrolü oynuyor. Yazarların ve yayıncıların amacı, eserlerinin muhatabı tarafından kabul görmesi ve beğenilmesidir. Bu anlamda yetişkinlerin satın almasını sağlayacak unsurlar kitapların tirajını artırsa da en büyük tatmin noktası olan daha çok “okura” ulaşmasını engelleyebiliyor. İkisini bir arada sağlayabilen eserler ise kulaktan kulağa yöntemiyle geniş kitlelere ulaşıyor. 

Tuğçe Özdeniz: Çocuk edebiyatı, sınırlarını yetişkinlerin belirlediği bir alan. Kitabı yazan, resimleyen, yayıma hazırlayan da, çocuklar için seçen de yetişkinler. Çocuğu kitabın yaratım sürecine dâhil eden bazı projeler var ama bunların sayısı çok değil. Yani çocuk bu dünyada yalnızca okur olarak kendine yer buluyor. Genellikle de kitap okuması gerektiğine, okumanın ne kadar faydalı olduğuna dair beylik sözleri tekrar tekrar duyuyor ve kaçınılmaz olarak okumaktan soğuyor. Çocuğa kitap okuması için baskı yapmak, “Bu kitaptan ne anladın?” diye sormak yerine ona okuma mutluluğunu hatırlatsak, bir kitabın bize sunacağı şeyin ne olduğunu kendi okuma deneyimimiz üstünden anlatsak çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak daha kolay olurdu belki. Tabii bu durum özeleştiriyi de beraberinde getiriyor: Biz, kendimiz okuma mutluluğunu ne kadar hatırlıyoruz? 

Çocuk edebiyatı ürünlerinin muhtelif satış noktalarında, kendine ait bir alan bulamaması veya karmaşık ya da sınırlı bir şekilde bulunması hakkında görüşleriniz nelerdir?

Alkım Özalp: Bunun sadece çocuk edebiyatına özgü bir durum olduğunu düşünmüyorum. Her gün yüzlerce yeni kitap çıkarken kitabevlerinin hepsini sergilemesi elbette mümkün değil. Ancak kitabevlerinde özellikle ince, renkli resimli çocuk kitapları için çocukların erişebileceği yükseklikte, kitapların güzelce sergilenebileceği özel stantlar kullanılması daha verimli olabiliyor.

Bahar Ulukan: Türkiye’de kitabın dolaşımı zorlu bir konu ve büyük ölçüde arz-taleple ilişkili. Yurt dışındaki gibi büyük ve düzenli kitapçılar buradaki okurların da hayali fakat bu okurların sayısı ülke geneline baktığınızda dönüşüm yaratacak seviyede değil. Çocuk kitapçılığı alanında son yıllarda olumlu gelişmeler olduğunu düşünüyorum, bugün on yıl önce olmadığı kadar çocuk kitapçısı var. Bunların artmasını ve yaygınlaşmasını diliyoruz.

Mehmet Erkurt: Geliyoruz ilk soruya… Hem birey olarak çocuğa, hem okur ve kültürel özne olarak çocuklara, hem de kavram olarak çocukluğa verilen önemle ilgili bir şey bu. Gerek çocuğun edebiyatta yer alışı, gerek çocuğa sunulacak edebiyatın niteliği, gerekse çocuğu bu edebiyatla buluşturmak için gösterilen gayretin sonucu olarak. Bu niyet ve gayret ne sadece ebeveyn ve öğretmenle sınırlı olabilir, ne tek başına yazar ve yayıncıyla, ne de kütüphane ve kitapçıyla. Bu, çocuğu gözeten eşgüdümlü politikalar üretmemizle mümkün ancak… Ve öncelikle bizlerin okur olmasıyla. Yoksa deneyimlemediğimiz bir şeyin nerede ne şekilde bulunması ve durması gerektiğini nasıl bilebiliriz?

Özlem Akcan: Bu aslında çocuk kitaplarına özgü bir durum değil. Yayıncılığın her alanını etkileyen bir dağıtım sorunun sonucu. Kimi yerlerde çocuk kitapları kendine raf dahi bulamazken kimi yerlerde de çocuk kitapları için özel bölümler yapılıyor. Şimdilik sadece büyük şehirlerde olsa da salt çocuk kitapları satan kitabevleri de açılıyor. Zaman içinde Türkiye geneline yayılmasını ve her çocuğun nitelikli çocuk kitaplarına ulaşmasını umuyoruz. 

Savaş Özdemir: Bu soruya, kısmen, 5. sorunun cevabını verirken değinmiştim. Çocukları birey olarak kabul etmek ve onların toplumların geleceği olduklarının farkında olmak oları yetişkinlerle bir tutmayı gerektirir. Yetişkin kitapları her türlü ilgi alanına göre sınıflandırılarak okurların aradıkları kitaplara ulaşması kolaylaştırılırken çocuk kitapları büyük bir karmaşa içinde ve göreceli olarak çok az seçenekle okurlarla buluşabiliyor. Bu da “çocuklar kendi kitaplarını seçebilmelidir” cümlesinin karşılıksız olmasına yol açıyor. Bu karmaşayı sadece kitapçılarda değil, daha derli toplu olmasına rağmen yayıncıların kendi adlarına açtığı fuar stantlarında da gözlemliyoruz. Buradan kitap satıcılarının bu anlamda belirleyici rol üstlendiği sonucu çıkarılabilir.

Yurt dışındaki bazı büyük kitapçılarda bu tasnifin başarıyla yapılabildiğini gözlemliyoruz. Ancak ülkemizde maalesef bu sistematiği kurabilmiş bir kitapçıya henüz rastlamadım. Bu sorunu aşabilen sadece bazı yayınevlerinin internet sayfaları diyebiliriz. Maalesef bu sayfaların birçoğu da kullanıcı dostu değil. Ülkemizde bandrollü olarak üretilen çocuk kitaplarının oranın yaklaşık yüzde 25 olduğu (48 sayfa ve altındaki bandrol gerektirmeyen kitaplarla birlikte bu oranın yüzde 35’e ulaşabileceğini düşünüyorum) düşünülürse kitapçıların daha nitelikli bir çalışmayla ve daha geniş alanlarda çocuk okurlarına hizmet sunması gerekir.

Bazı kitapçıların bu açığı çocuk kitaplarını dikkatli bir şekilde takip edip kitap tavsiye edebilecek seviyede bilgi sahibi olan çalışanlarla kapatmaya çalıştığını görüyoruz. Ancak bu da bir elin parmaklarını geçmiyor.

Tuğçe Özdeniz

Tuğçe Özdeniz: Çocuk kitapları bağımsız kitapçılarda da zincir mağazalarda da daha sınırlı bir alanda yer buluyorlar kendilerine. Genellikle çoksatarlar ve “çok sorulan” bazı kitaplar raflarda hemen karşımıza çıkıyor. Gelgelelim yayımlanmasının üzerinden biraz zaman geçen, “daha az iddialı” kitapları bulmakta güçlük çekiyoruz. (Yetişkin kitaplarında da durum farklı sayılmaz.) İstanbul’un bazı semtlerinde yalnızca çocuk kitapları satan kitapçılar açıldı, aynı zamanda çocuklar için etkinlikler de düzenliyorlar. Bu elbette olumlu bir gelişme. Ancak bu kitapçılar şehrin ekonomik açıdan ayrıcalıklı bölgelerinde yer alıyor. Anadolu’da ise zincir mağazalar ve belirli şehirlerde gerçekleşen kitap fuarları haricinde nitelikli çocuk kitaplarına ulaşmak hâlâ çok zor. Çocuğun okuma alışkanlığı kazanırken okuyacağı kitabı seçme sürecine dahil olması, kitaba dokunması, resimlerine bakması, sayfaları karıştırması bir hayli önemli ama bunu gerçekleştirebileceği çok az yer var. Çocuk kitapçılarının yaygınlaştırılması ve her şehirde çocuk kütüphanelerinin kurulması yönünde kamuoyu oluşturmak bir çözüm olabilir.

Çocuk kitaplarının ideolojik-politik ve çağ dışı görüşleri aktarma aracı olarak da kullanıldığını düşünüyor musunuz?

Alkım Özalp: Bu üç kavram özelinde kesin bir şey söylemek doğru olur mu bilmiyorum ancak ne yazık ki baştan savma hazırlanan, çocukların yaşlarına uygun olmayan, gelişimlerine zarar verecek metinler yazılabiliyor. Bu kitapların ayıklanması, küçüklere doğru kitapların ulaşması için yayınevlerine, velilere ve öğretmenlere büyük sorumluluk düşüyor. Yayınevleri kitapları yayımlarken hassasiyet gösterir, veliler ve öğretmenler de seçmeden önce kitaplara göz atarlarsa çocuklara, gereken bilgileri doğru yaşta veren kitaplar ulaştırılabilir.

Bahar Ulukan: Çocuk kitapları genel olarak üretildiği coğrafya kadar evrenselin de yörüngesinde hareket eder; zamanımızı etkileyen ve dönüştüren konular - örneğin iklim krizi, savaşlar, mülteci krizi vs.- yetişkinler kadar çocukların da üstünde düşünmesi gereken konulardır. Aynı şekilde demokrasi, özgürlük, çoğulculuk vb. gibi kavramlar da küçük yaşta öğrenildiğinde, sağlam bir düşünsel zemin hazırlar. Bu alanda içerik seçimi ve işleniş biçimi editörün ve yayınevinin sorumluluğundadır. Çocuk, bu konularda nitelikli eserlerle tanıştırıldığında ve bol bol eleştirel düşünme pratiği yaptığında aktarılan görüşün objektifliğini kendi değerlendirebilir hale gelecektir.

Mehmet Erkurt: Edebiyatın, hangi yaşa yönelik olursa olsun bir aktarım içermesi kaçınılmaz. Bir ifade ve paylaşım yolu olması da. Yaşamımızdaki her karar, her söz, her eylem politik aslında. Bilinçli ya da bilinçsiz, uzun vadeli ya da anlık, hepsi bir duruşu ve tutarlılığı gözetiyor. Yazdıklarımız, yayımladıklarımız da öyle. Burada mesele, daha çok edebiyatın edebiyat olmaktan çıktığı an. Bir iktidarın, öğretinin sözcüsü olmakla tanımlandı mı kurgular, edebiyattan zaten koparlar. O parıltıyı yitirir, çiğleşmeye başlarlar. Bu anlamda edebiyat, daha yola çıkış noktasında kendini belli eder.

Özlem Akcan: Politik derken neyi kastediyoruz? İki yıl öncesine kadar yediğimiz zeytin, zeytin ağaçları dahi politikti. Pandemi döneminde, bir çocuğun online eğitime ulaşması ya da ulaşamaması da politik, yeşil alanları bir bir kaybetmemiz, iklim krizi de. Çocuk edebiyatındaki politik göndermelere karşı çıkılmasının iki nedeni olduğunu düşünüyorum; birincisi, çocuk edebiyatını edebiyattan saymamak, ikincisi de çocuğu bu dünyanın bir parçası olarak görmemek. Ve elbette bu da politik. Bir yazar, çocukların oyun alanlarının kalmamasını, eğitimdeki eşitsizliği ya da iklim krizini dert edinip bu konularla ilgili bir roman yazabilir. Bunu slogan atmadan, kendi doğrusunu okura dayatmadan, bir yargıya varmadan yaptığında edebiyat yapmış olur. Bir okur olarak bizim için önemli olan da eserin edebi niteliği olmalı. Aksi yapılıyor mu? Elbette yapılıyor. Nitelikli eserleri seçmek bizim elimizde. Ayrıca, kendi değer yargılarımıza uymayan, farklı hayatları anlatan kitaplarla eleştirel okuma yapmamız da mümkün.

Savaş Özdemir: Kitaplar vasıtasıyla her türlü bilgi ve kavram insanlara ulaştırılabiliyor. Yazarlar ve yayıncılar soruda geçen nitelikte metinleri kitaplaştırarak sunabilir. Bunun önüne geçmek mümkün değildir.

Kitap içeriklerinin kontrol edicisi ve sunucusu yayınevleridir. Yetkin ve nitelikli editörlerle çalışan yayınevleri danışmanlarından da destek alarak, yetişkin kitaplarından farklı olarak, çocuklara doğru kitapları ulaştırmaya çalışıyor. Bu alanda kendisini yetiştirmiş ve geliştirmiş yazarları bünyesine dâhil ederek bu handikapları aşıyor. Yayıncıların ve yazarların üzerinde bir kontrol mekanizması kabul edilemez. Ancak otokontrolü olan yayıncıları ve yazarları takip etmek olası handikapları aşmak için yardımcı olacaktır. Mevzubahis otokontrol bir sansürü değil çocuğa göreleştirmeyi ifade eder.