YAZARLAR

Bir konserin anatomisi

Ter, çünkü insanüstü emekler; gözyaşı, çünkü sıra dışı duygular. İkisi de bulaşıcı – bir virüs gibi, zihne ve vücuda bir kere girdi mi kolay kolay terketmiyor bünyeyi. Bu işlerin içinde olanların çok iyi bildiği gibi, bir sahne üzerinde veya arkasında, kuliste, ses veya ışık masasının başında, yollarda, mekânda, sahada hissedilenlerin yerini hiçbir şey tutamaz ve çoğu kişinin “evet, nefes alıyorum ve yaşıyorum” dediği ortamlar, tuhaf konser canlılarının habitatı buralarınkidir.

Ülkemizin en popüler kitle etkinliği futbol olarak bilinir. Kanımca yakın zamanda konserler futbolu geçti ve canlı performansına en fazla sayıda insanın şahitlik ettiği etkinlikler haline geldi. Bir sene içerisinde bir futbol maçını seyretmek için stadyumlarda toplanan insan sayısı, pandemi dönemi hariç son beş sezonda Süper Lig ve alt liglerle beraber ortalama 3,5 milyon civarında. Bütün bir senede gerçekleşen konserlerde, ki bunlara kapalı mekanlar, açık hava tiyatroları, yaz turneleri, belediye konserleri ve tüm festivaller dahil, toplanan kişi sayısı muhtemelen daha yüksektir, değilse de yakındır. Yalnızca mor ve ötesi’nin 28 Mayıs tarihinde verdiği İnönü Stadyumu konserine 30 bin kişinin geldiğini düşünürseniz bu tahmini daha iyi değerlendirebilirsiniz. Akıl almaz sayıda konser, festival ve muhtelif konserler içeren organizasyon düzenleniyor ve yüzlerce sanatçı/grup faal şekilde sahneye çıkıyor. Bu durum, sosyal medya yansımalarının cazibesi ve sihirli çarpan etkisiyle konserleri hem çok görünür hem de çok popüler etkinlikler haline getirdi. Ve unutmamalı ki, bir sezonda oynanabilecek maç sayısı sınırlıyken verilebilecek konser sayısının böyle bir sınırı yok.

Yıllar içerisinde konsere gitmeyi benimsedik, para vererek bilet almaya alıştık, konser seyretme adabını daha iyi öğrendik, konserleri çok değerli ve biricik deneyimler olarak yücelttikçe yücelttik. Bunun böyle olmasında dirayetle bu ülkede konser düzenlemeye devam eden organizasyon şirketleri, gençlikle konserler üzerinden kurulan pazarlama iletişiminin gücünü iyice anlayan markalar, iş modelini sanatsal canlı performanslar üzerine kuran mekanların payı büyük. Ama hepsinden fazlası sosyal medya sayesinde sanatçıların kendilerinde. Kendi hesapları üzerinden kendi konserlerini önden öylesine çok duyurur, ardından da öylesine över haldeler ki, orada ol(a)mamak büyük bir kayıp hissi uyandırıyor. Bunların hepsi konser işinin arz tarafı. Talep tarafındaki şaşırtıcı sayısal verilerden anlaşılıyor ki, konserler aynı zamanda sosyalleşmenin, başkalarıyla duygusal bağ ve ilişki kurmanın katalizörü.

Yine de sayılarla ilişkimizin ve nesnel doğrulara dair izanımızın pek ileri bir noktada olmadığı aşikâr. Örneğin, ölçüleri net bir şekilde belli, 7bin metrekarelik bir alanda verdiği konserine 70bin kişinin katıldığını yazan çizen popçudan, muhtemelen söylemesi ağza daha dolu dolu geldiği için, üstelik de kendisinin herkesten önce ve iyi bilmesi gereken “30 bin” bilgisini yine sosyal medyada “40 bin” şeklinde paylaşan üst düzey kültür yöneticisine kadar sayıları olduğu gibi değil işimize geldiği veya canımızın istediği gibi yansıtmak da garip alışkanlıklarımızdan bizim. Mesele sayıların tahakkümü değil, düpedüz gerçekler, dolayısıyla sayılar önemli. Bundan uzaklaştığımız anda gerçekleri diledikleri gibi eğip büken, yeri geldiğinde hiçe sayan ve hayatlarımızı cehenneme çevirmeye çalışanların kayığına binmiş ve benzer eylemde bulunmuş oluyoruz. Önce sayalım, sonra yorumlayalım ki anlamlandırıp faydalanabilelim bu verilerden. 

Öte yandan sunulan ürünlerin, yani şarkıların ve performansların böylesine bir sevgiye ve ilgiye mazhar olmasını tam olarak anlayamıyorum. Herhalde kaçırdığım bir şeyler var, ama bu kadar fazla sevilecek, uğruna cansiperane methiyeler düzülecek, çılgınca sahiplenilerek yüceltilecek kadar nitelikte ve nicelikte şarkıcımız, grubumuz ve şarkılarımız olduğunu düşünmüyorum. Çok güzel işler, harika şarkılar ve iyi icracılarımız var, güzel de konserler olabiliyor, ama bu kadar büyük bir ilgi ve sevgi gösterisinin ardında başka şeyler de var. Son dönemde dört koldan saldıran canavarlar gibi hayatlarımızın birçok alanına had tanımayan müdahale girişimlerine, abuk sabuk eylemlere, ipe sapa gelmez söylemlere karşı bir tepki ve duruş anlamında da bu kitlesel toplaşmaların rolü ve önemi büyük. Bunun ötesinde, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, siyasal vb. açılardan ele alınması gereken toplumsal bir fenomen; lakin o tarafı başka bir yazının, hatta belki kapsamlı bir tezin konusudur.

Gelelim yazıya ismini veren “bir konserin anatomisi”ne. Yıllardır içerisinde olduğum bu sektörde diğer birçok yaratıcı sektörde olduğu gibi, çok yoğun, sert, acımasız, yorucu, yıpratıcı ve terletici mutfaklar var. O mutfaklarda da hâkim malzeme çoğunlukla ter ve gözyaşı; bazen kan bile olabiliyor. Ter, çünkü insanüstü emekler; gözyaşı, çünkü sıra dışı duygular. İkisi de bulaşıcı – bir virüs gibi, zihne ve vücuda bir kere girdi mi kolay kolay terketmiyor bünyeyi. Bu işlerin içinde olanların çok iyi bildiği gibi, bir sahne üzerinde veya arkasında, kuliste, ses veya ışık masasının başında, yollarda, mekânda, sahada hissedilenlerin yerini hiçbir şey tutamaz ve çoğu kişinin “evet, nefes alıyorum ve yaşıyorum” dediği ortamlar, tuhaf konser canlılarının habitatı buralarınkidir. Tüm zorluklarına ve yıpratıcılığına rağmen vazgeçilemeyen, yeri doldurulamayan işlerdir genelde. Her neyse, her işin kendine has karakterinde rastlayacağınız gibi, “bilen bilir, yaşayan anlar”.

Bir de bilmeyenin bildiğini, yaşamayanın anladığını öne sürdüğü durumlar var ki çok acayipler. Güdüsü, güdümü, nedeni belli olmayan ya da anlaşılamayan birtakım savlar. Bir konserin iş ve gelir modelini bilmeden veya anlamadan, eğreti varsayımlarla ortaya atılıp yapılan hesaplamalar, bunlar üzerinden kimin kaç ev “aldığına” (bakın, “alabileceğine” değil) dair beyanlar, şaşırtıcı olduğu kadar faydasız. Bir konser ya da festival düzenlemenin maliyetlerine, altına girilen işlerin bütçelerine ve süreçlerine hâkim olmadan, yine milli hobilerimizden olan iki sayıyı çarparak varılan ciro tahmini üzerinden kaç paralar kazanıldığına dair ön kabullerin neyle savaştığı, neye karşı ortaya atıldığı meçhul. Çünkü ortaya atanlar buradaki amaçlarını da açıklamıyor. Yani, yanlış olan tezleri doğru olsa dahi, övülmek ya da yerilmek istenen şey belli değil.

Konser işlerinin planlama ve uygulama süreçlerini basitçe anlatmaya çalışayım. 150 kişi kapasiteli bir kapalı mekândan 15 bin kişi kapasiteli açık hava mekanına, 40 bin kapasiteli stadyum konserinden 80 bin kişilik festivale kadar hemen hemen aynı dinamikler yönetir işleri. Önce öngörü: yani bir veya birkaç sanatçının o tarihte o şehirde o fiyattan kaç bilet satabileceğine dair bir projeksiyon yapılarak bilet cirosu hesaplanır. Sonra ilk iş bu sanatçıların müsaitlik durumunu ve ücret taleplerini (“kaşe”) öğrenmektir. “Fiyat” değil, “ücret”. (Bence “kaşe” de değil, zira her sanatçı kendi arz-talep analiziyle değişken ücretlerle çalışabilmelidir. Kaşeyse, sabit ve operasyonun içindeki herkesin diline doladığı ve söylemeyi çok sevdiği tutarlardır. Önüne gelen söyler ve yetkisizce bu tutarları sağa sola sunar, çoğunlukla da yanlıştır ve sonuçsuz kalır. Ama zararlıdır; birçok insanın iş ve gelir kaybına sebep olur bu yetkisiz şarlatanlar.) Sonra sanatçıların prodüksiyon ve ağırlama (seyahat, konaklama, kulis vs.)  koşulları doğrultusunda sanatçı tarafının tüm maliyetleri ortaya çıkar. Bundan sonra operasyonel, teknik ve sair sayısız gider de hesap edilerek işin toplam maliyeti ortaya çıkar. Bilet satış gelirlerinin tamamı genelde maliyetin ancak bir kısmını karşılamaya yettiğinden devreye sponsorluklar ve yiyecek-içecek satışları gibi sair gelir kalemleri girer, ya da girmesine çalışılır. Her şeyin çok iyi ve başarılı gittiği bir durumda dahi kâr marjlarının genelde düşük kaldığı, dolayısıyla alınan risk yükünün ağır bastığı basit, kısa vadeli yatırımlardır aslında konserler. Bu işi düzenli ve sürekli yapanların da portföy kalemleridir.    

Bunlara güncel bir örnek, sosyal medyada da çok ses getirmiş ve ilgi çekici bir uygulama olduğundan, bilet satışı haricinde herhangi bir sponsorluk, alkollü içecek ve tütün ürünleri satış geliri olmadan düzenlenen 28 Mayıs 2022 tarihli mor ve ötesi İnönü Stadyumu konseri. Barındırdığı ruh, alkollü içki satışı olmamasına rağmen seyircideki coşku, hissettirdikleri ve düşündürdükleriyle unutulmaz ve dönüştürücü bir etkinlikti. Bu anlamda bir konserden fazlasıydı. Tüm bunlara rağmen, genel kanının ve sanılanın aksine, bütçesel anlamda girilen büyük riskin karşılığını vermeyen, her anlamda çok zorlanılan ve altından bazı teknik aksaklıklar hariç başarıyla kalkılan, yaşattığı duygularla 30 bin kişiye unutulmaz hatıralar bırakan ve Türkiye’de konser sektörü adına çığır açan bir etkinlikti. Bundan sonra buna benzer nicelerini göreceğimize inanıyorum. Emin olun ki paydaşlar arasında kimse o konserden sonra ev almadı, ama bir evden çok daha fazlasını aldı.


Can Sertoğlu Kimdir?

1975 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi’nden mezuniyetinin ardından The University of Texas at Austin’de Radyo-Televizyon-Sinema ve Ekonomi alanlarında çift lisans aldı. 1998’de New York’ta önce Right Track Recording kayıt stüdyosunda, ardından Atlantic Records’da prodüktör Arif Mardin’le birlikte çalışmaya başladı ve şirketin A&R departmanında görev yaptı. Bu dönemde Tori Amos, Stone Temple Pilots, Led Zeppelin, Jewel, Kid Rock, The Darkness, Matchbox Twenty, Craig David gibi sanatçı ve gruplarla çalıştı. Aynı zamanda Brooklynli kült grup World/Inferno Friendship Society’nin menajerliğini üstlendi. 2005 yılında Mor ve Ötesi’nin menajerliğini üstlenmek üzere Türkiye’ye döndü. 2015’e kadar grubun üyeleriyle birlikte kurduğu Rakun Müzik’in Genel Müdürü olarak birçok albümün yapımcılığını yürüttükten sonra 2015-2018 yılları arasında Doğuş Grubu’nun dijital platformu Puhu TV’nin kurucu ekibinde İçerik Direktörü olarak görev aldı. 2019’da kurduğu Ferment Records ile müzik yapımcılığına ve More Management etiketiyle 2005’ten beri sanatçı menajerliğine devam etmektedir. Yakın zamanda tekrar New York’ta yaşamaya başlamıştır.