Bir ihtilal olarak Milli Mücadele
Cumhuriyet’in 100 yılı nedeniyle birçok etkinlik ve kitap gündemde bulunuyor. Dr. Sungur Savran’ın da yeni çıkan “Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele” isimli kitabı, 1918-1923 dönemini ele alıyor. Kitapta, Mustafa Kemal’in “tartışılmaz liderliğinin” ancak Sakarya Savaşı’ndan sonra mümkün olduğuna dikkat çekiliyor. TKP lideri Mustafa Suphi’nin de Enver Paşa’nın adamlarınca öldürüldüğü bir belgeyle ortaya konuyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.ncü yılı nedeniyle bu yıl çeşitli toplantılar, sempozyumlar, etkinlikler düzenlendi. Yine 100 yıllık bir değerlendirme bağlamında çeşitli kitaplar yayımlandı. Bu çerçevede siyaset bilimci Dr. Sungur Savran’ın “Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele” isimli kitabı da, bu yıl Yordam Kitap’tan çıktı.
Kitap, 1918-1923 dönemini ele alıyor ve Milli Mücadele’nin esas itibariyle 1918’de başladığına dikkati çekiyor. Sungur Savran, Milli Mücadele’nin sadece bir savaş olmadığını, eski düzenin, saltanatın yıkılmasıyla bir devrimin gerçekleştiğini ancak bu devrimde emekçi kitlelerin dışlanması nedeniyle “kitlesiz bir devrim” olduğunu belirtiyor.
Dr. Savran, Marksist bir yöntemle sınıf ilişkileri bağlamında Milli Mücadele’yi incelediğini dile getiriyor. Savran, Mustafa Kemal’in hareketin lideri olarak incelikli ve zorlu bir mücadele vermek zorunda kaldığını, uzunca bir süre de “tek lider” olamadığını ifade ediyor. Savran’a göre, Mustafa Kemal Paşa’nın “tartışılmaz lider” haline gelmesi ancak Sakarya Savaşı’ndan (Eylül 1921) sonra mümkün oluyor.
Sungur Savran, “Milli Mücadele, bir önder olarak Mustafa Kemal’le özdeşleştirilemez” yargısına varıyor. Kitabın diğer bir ilginç iddiası da, Türkiye Komünist Partisi (TKP) lideri Mustafa Suphi’nin Ocak 1921’de Enver Paşa’nın adamlarınca öldürülmesidir. Savran, bu iddiasını bir belgeyle de ortaya koymaya çalışıyor.
EMPERYALİST İŞGALE KARŞI SAVAŞ
Kitapta, işgal ile sömürgeciliğin birbirine karıştırılmaması gerektiğine işaret ediliyor. Yine bu bağlamda, ülkenin yarı sömürge konumuna düşürülmüş olmakla birlikte sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda kılcal damarlarına kadar sömürgeleştirilmediği belirtiliyor. Milli Mücadele’nin esas itibariyle emperyalizmin askeri işgaline karşı verilen haklı bir savaş olduğuna vurgu yapılıyor.
Yani özetle Türkiye topraklarındaki savaşın anti kolonyalist (sömürgeciliğe karşı) değil emperyalist işgale karşı verilmiş bir mücadele olduğu ifade ediliyor.
Öte yandan Milli Mücadelede 1917 Ekim Devrimi’nin önemli bir rolü olduğu net bir şekilde belirtiliyor. Sungur Savran, “Sovyet Rusya’nın silah, mühimmat ve para yardımı olmaksızın Ankara hükümetinin Yunanistan’a karşı savaşı kazanabileceği düşünülemez” diyor.
Bu arada Mustafa Kemal’in Amasya’dan önce Havza’da (26 Mayıs- 12 Haziran 1919) Sovyet temsilcileriyle görüşmesi sonucu Anadolu’da silahlı mücadele yoluyla kurtuluşun mümkün olduğuna ikna edildiği öne sürülüyor.
1919 ÖNCESİ ANADOLU’DA ÖRGÜTLENME
Sungur Savran, Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basmasından önce 1918 yılında emperyalist işgalin başlamasıyla birlikte yerel halkın örgütlenme hareketine giriştiğini belirtiyor. Özellikle emperyalist işgale olanak sağlayan Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra halkın direniş için örgütlenmeye başladığı kaydediliyor. 1918’den 1920’ye kadar Anadolu ve Rumeli’de direniş için 30’a yakın kongrenin düzenlendiği bir not olarak düşülüyor.
Milli Mücadeleye lider kadro olarak Mustafa Kemal’in yanı sıra Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Cebesoy’un katıldığı, Mustafa Kemal’in de ancak Sivas Kongresi’nden (11 Eylül 1919) sonra önder bir konuma geldiği hatırlatılıyor.
Dr. Savran, Sivas Kongresi’ni “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, bütün ülke çapında örgütlenmiş kongre iktidarlarını bir tek çatı altında bir araya getirme adımı olmak bakımından büyük bir atılımdır” şeklinde değerlendiriyor. Ve Mustafa Kemal’in Sivas’ta Heyet-i Temsiliye’nin başına getirilmesiyle bir numaralı otorite rolüne yerleştiğini ancak yine de paşalar grubu içinde “eşitler arasında birinci” olduğunu ifade ediyor.
Milli Mücadele’de kurulan yerel cemiyet ve kongrelerin sınıfsal yapısında eşraf, tüccar, ağa, yeni burjuva, asker ve sivil memurların ağırlıkta olduğu belirtiliyor. Bu arada padişah Vahdettin ve devlet erkanının işgalci İngilizlerle işbirliği yapması, tam bir teslimiyet olarak değerlendiriliyor.
BİRİNCİ MECLİSİN NİTELİĞİ
Kitapta, 23 Nisan 1920’de faaliyete geçen Birinci Meclis’in “demokratik” bir yapıya sahip olduğu, Birinci Grup ve İkinci Grup arasında ciddi tartışmaların yaşandığı, Mustafa Kemal’in “tek adam” olmaktan uzak bir statüde bulunduğu, yine bu mecliste sosyalist milletvekillerinin de var olduğu ifade ediliyor.
İlk meclisin sınıfsal yapısında ise, işçilerin, yoksul köylülerin ve küçük esnafların yer almadığı, egemen sınıfların kontrolünde “demokratik” bir meclis olduğu vurgulanıyor. Yine kitapta, “Büyük Millet Meclisi (BMM), bir burjuva devletini yaratmayı hedefleyen bir organ değildi. BMM, emperyalizme karşı mücadele eden, İstanbul’daki gericiliği, emperyalizmin uşaklarını karşısına alan, padişahtan kopma potansiyeline sahip bir devrimci meclisti” deniyor.
KUVAYI MİLLİYE VE ÇERKES ETHEM
Milli Mücadele’nin başlangıç aşamasında kurulan Kuvayı Milliye güçleri de, yerel halktan oluşan, dağa çıkan efelerin ağırlıklı olduğu, yüksek rütbeli subayların yer almadığı güçler olarak tanımlanıyor.
Çerkes Ethem’in Kuvayı Seyyare’sinin de Milli Mücadele’de etkin bir güç olduğu, yabancı güçlere ve Anadolu’daki iç isyanlara karşı başarılı bir mücadele verdiği vurgulanarak Ethem’in de bir iktidar odağı haline geldiği belirtiliyor.
Sungur Savran, Mustafa Kemal’in Çerkes Ethem nezdinde yeni bir iktidar alternatifi olmasını kabullenmediğini ve nizami ordunun kurulmasıyla birlikte 1921 yılında çatışmanın başladığını belirterek şunları yazıyor:
“Ordunun Batı Cephesi komutanlığına atanmış olan İsmet İnönü komutasındaki birlikler, Ethem komutasındaki Kuvayı Seyyare güçlerine karşı tam da bu sonuncusu Yunan ordusu ile çarpışmakta iken arkadan saldırır.
Nizami ordu ve Kuvayı Milliye’nin en güçlü kuvveti, Yunan ordusunun güçlerinin de içlerine olduğu üçlü bir savaşa tutuşurlar. Günler süren trajik sahnelerden sonra Ethem, Yunan tarafıyla ateşkes yaparak hatları aşar ve Yunan tarafına geçer. İsmet komutasındaki birlikler Yunan ordusuyla çarpışmaya devam eder. Buna Birinci İnönü Zaferi denecektir”.
MUSTAFA SUPHİ’NİN KATLİ
Türkiye Komünist Fırkası (Partisi) lideri Mustafa Suphi’nin öldürülmesi olayı da, Sungur Savran tarafından detaylı bir biçimde incelenen bir olaydır. Savran, 28-29 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ile birlikte 15 TKP’linin Trabzon’dan bir motora bindirilip Karadeniz açıklarında katledilmesi olayında ilginç bir iddiayı ortaya atıyor.
Dr. Sungur Savran, Mustafa Suphi olayında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının azmettirici olmadığını, cinayetin İttihatçılar tarafından işlendiğine dair kesin kanıt niteliği arz eden bir belgenin bulunduğunu belirtiyor.
Savran’a göre, Suphi’nin öldürülmesinde baş rolü oynayan Trabzon Kayıkçılar Kahyası Yahya İttihatçı olup Enver Paşa’nın adamları arasında yer alıyor. Savran, cinayetin belgesi olarak da mektup şeklinde bir belgeye kitapta yer veriyor.
Yine Savran’a göre, Mustafa Suphi Sovyet Rusya ile yakınlığı nedeniyle Enver açısından siyasi bir rakip olarak görülmektedir. Kuşkusuz Enver açısından esas rakip Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal’in Milli Mücadelede başarısız olması halinde Sovyet Rusya’nın Mustafa Suphi’ye yönelebileceği, bu yüzden Enver’in Suphi’yi tasfiye ederek önünün açılacağı öne sürülmektedir.
Yani, Savran açısından, Enver’in Mustafa Kemal’in yerini alması konusunda en büyük rakibi olan Mustafa Suphi’nin usta bir cinayetle bertaraf edildiği tezi ortaya konmaktadır.
Öte yandan eski TKP’lilerden Rasih Nuri İleri’nin “Atatürk ve Komünizm” adlı kitabında da (Anadolu Yayınları, 1970, s.24-25), Enver Paşa’nın Mustafa Suphi’nin öldürülmesi olayındaki rolü açıkça belirtiliyor.
FRANSIZ DEVRİMİ’NDEN FARKI
Sungur Savran, Milli Mücadele’nin bir burjuva devrimi olduğunu belirttikten sonra bu devrime ilişkin eleştirilerini şöyle sıralıyor:
“1918-1923 arasında yaşanan devrimin bir üst sınıf devrimi olması, emekçi sınıfları (emekçi köylülüğü, zanaatkarları, yeni gelişmekte olan işçi sınıfını, kırın ve kentin yoksullarını) devrim uğrunda seferber etmemesidir. Bu bakımdan burjuvazinin tarihteki büyük devrimlerinden (İngiliz, Amerikan, Fransız vb.) ayrılır. Bir ‘halk devrimi’ değildir”.
Savran, Milli Mücadele’nin bir “burjuva demokratik devrimi” olmadığını, “tek parti diktatörlüğüne dönüştüğünü”, “başta Kürt halkının temsilcileri ve komünistler olmak üzere” kendi dışındaki bütün siyasi akımları sert bir biçimde bastırdığını ifade ediyor.
Sungur Savran, kitabının sonuç bölümünde, “Milli Mücadele’nin bir devrim olduğunu, emperyalizm ile savaşı, saltanat ve hilafete karşı mücadele eden devrimci güçlerin kazandığını” temel bir tez olarak ortaya koyduğunu belirtiyor…