Bir hayalet hortladı: Arabesk!

Yazar-yayıncı Sibel Öz ve şair-gazeteci İsmail Afacan'ın derlediği 'Arabesk Yeniden' Notabene Yayınları tarafından yayımlandı. 80'lerde en parlak günlerini yaşayan, 2000'li yıllarda tekrar ininden çıkan arabeskin edebiyat, sinema ve müzikteki temsilini irdeleyen çalışma, sosyoloji ve siyasal iktidarın hayatlarımızdaki yerine dair önemli çıkarımlarda bulunuyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yazar-yayıncı Sibel Öz ve şair-gazeteci İsmail Afacan'ın derlediği 'Arabesk Yeniden' 2000’li yıllarda arabeskin edebiyat, sinema ve müzikte nasıl yenilendiğini ve mevcut ekonomik/politik iklimden nasıl beslendiğini ele alıyor. Çalışmada, sosyolojik ve kültürel alanda yaşanan değişimin hayatlarımızdaki konumlanışı, arabeskin bugünkü formunun politik olarak nerede durduğu irdeleniyor. 

Arabesk Yeniden kitabında, “Sıradanlaşan Yaşamın Restorasyonu: Arabesk!” başlığında Z. Tül Akbal Süalp, Aydın Çubukçu, Yasemin Yazıcı; “Kenardan Merkeze: Popüler Müziğin Kalbinde Yaşayan Arabesk” başlığında Naim Dilmener, Uğur Küçükkaplan, Yetgül Karaçelik, Anıl Sayan, İrem Elbir, Onur Serdan Çarboğa; “Sinemanın İç Sıkıntısı ya da Sıkıntının Sinemasından Arabeskin İçeriksiz Sularına” başlığında F. Serkan Acar, Oya Yağcı, Pınar Fontini; “Edebiyatın Popüler Kültürle İmtihanı: Soslu Arabesk”  başlığında Nil Sakman, Sibel Öz, Hakan Güngör, İsmail Afacan ve Arzu Eylem, konuya dair makaleleriyle, arabeskin bugününü tartışıyor.

Arabeskin kitleleri, kaderci bir çizgiye savurduğunu ve bu noktadan 'devrimci' bir hareketin öne çıkamayacağını savunan Öz ve Afacan'la konuştuk. 

İsmail Afacan ve Sibel Öz (Fotoğraf: Kadir İncesu, 2020.)

Arabeskin, 'umutsuzluk' ve 'mutsuzluk'la ilişkilendirilmesiyle başlıyorsunuz söze. Bu kısmı biraz açalım isterim. Arabeski nasıl tanımlıyorsunuz?

İsmail Afacan: Arabeski sadece “umutsuzluk” ve “mutsuzluk”la ilişkilendiremeyiz. Bu iki kavram bugünkü toplumsal atmosferi yansıtması bakımından önemli… 18 yıllık AKP iktidarı yüzünden halk gittikçe yoksullaşırken, işçiler karın tokluğuna, güvencesiz çalışırken, gençlerin gelecek kaygısı büyürken, kadınlar şiddet, tecavüz ve ölümle burun buruna yaşarken, düşünce ve ifade özgürlüğü ayaklar altına alırken müstakil bir “mutluluk”tan bahsetmek oldukça zor. Demokratik kitle örgütleri, sınıfın ileri kesimleri ve aydın çevreler gerici-siyasal atmosfere direniş gösterse de halkın öfkesini kendine yönelttiği, toplumda çıkışsızlık halinin hakim olduğu gerçeğini değiştirmez. Kültür sanat alandaki üretimleri bu atmosferden bağımsız düşünemeyiz. Yazılanlarda ve yazılmayanlarda bunun yansımalarını rahatlıkla görebiliriz. Bu çıkışsızlık halinden beslenen, kendi duygu dünyasını hayatın merkezine koyan, sorunlara çözüm üretmek yerine acısını kendine yönelten, değişmezci ve kaderci üslupla şekillenen arabesk figürlerle müzikte, sinemada ve edebiyatta sıklıkla karşılaşmak mümkün… Bu ruh halini kaşıyan ve bir yaraya dönüştüren siyasal atmosfer arabeskle kurulan ilişkide oldukça önemli bir yer tutuyor. Ben arabeski daha çok bir duyuş, düşünüş ve davranış biçimi olarak görüyorum. Kitapta Aydın Çubukçu’nun tanımıyla söyleyecek olursam mistik bir romantizmdir.

ARABESKİN KÜLTÜREL SONUÇLARI: KADERCİLİK

Sibel Öz: Arabeski, bundan kırk yıl önce sorulsa, kırdan kente göç olgusuyla açıklar, ‘kadercilik’ gibi kültürel sonuçlarından bahsederdik. Kırdan kente göçün yol açtığı gecekondulaşmayı, kentlerin taşralaşmasını, büyük kentlere gelenlerin yaşadığı yoksulluk ve kimlik bunalımını, bu sürecin sonunda ortaya çıkan, köye içkin olmayan ama kentin temsil ettiği modern değerlere de uzak kültürü -yani arabeski- tanımlamaya çalışırdık. Günümüze baktığımızda köylerden kentlere göç dalgaları yok, o süreç baskın eğilim olarak bitmiş. Ancak özellikle 2000 sonrası daha da yoğunlaşan bir tablo var önümüzde: Kitlelerin yoksullaşması, güvencesizlik, çığ gibi büyüyen işsizlik, öte yandan dini referanslarla gelmiş bir iktidar, bu süreçte hukukun, ağır aksak işleyen demokrasinin rafa kaldırılması, bir anlamda rejim değişikliği, hak taleplerinin rahatlıkla terörize edilmesi söz konusu. Kıyımlarla, ölümlerle örülü olmasının yanında mücadele ve dayanışma olanaklarını da son derece daraltmış bu yirmi yıllık siyasi atmosfer bize umutsuz, mutsuz, tecrit edilmiş bir toplum gerçeği bıraktı. Kitapta en çok tartışılan konu sadece arabeskin kendini nasıl ve hangi biçimlerde güncellediği değil, hangi politik ekonomik iklimden beslendiği sorusu oldu. Bugünkü verili gerçeklik ideolojik, siyasal, sosyal, kültürel yönlerden arabeskin bugününü yarattı. Sorunuza buradan geri dönecek olursak, arabesk tam da bugünkü toplumsal ruh halinin adıdır. Umutsuzluk, kadercilik, teslimiyet… Ama bu süreç arabeskin geçmişte olduğu gibi alt sınıflarda değil üst sınıflar, seçkinler katında da kabul gördüğü, sadece kabul görmeyip bu kesimlerin, hatta entelektüellerin bir kısmının da arabeskin etki alanına girdiği, kitapta irdelendiği üzere sanatsal üretimlerin arabeski içerdiği, arabeskin deyim yerindeyse soylulaştığı bir süreç bu.

Arabesk Yeniden, derleyenler: Sibel Öz, İsmail Afacan, 224 syf., Notabene Yayınları, 2020. 

'ARABESK KABUK DEĞİŞTİRDİ'

 80’li yıllarda oldukça revaçta olan arabesk, yıllar sonra deyim yerindeyse hortladı. 2000’li yıllara baktığınızda bu sıçrayışı neye bağlıyorsunuz?

İsmail Afacan: Hortlamadan öte kabuk değiştirdi diyebiliriz. Bugün genç kuşaklar tarafından 60’lar ve 90’lar arasındaki gibi arabesk üretiminden bahsetmek zor. En başta sosyolojisi değişti. Arabesk; anavatanı olan müzikte son kurşununu 90’larda sıktı. 2000’lerle birlikte arabesk figürler yeniden inşa edildi. 2000’lerdeki sıçrayışa gelirsek… Yukarıda sıraladığım siyasal atmosferin sonuçlarının yanına, kültür endüstrisinin yaşadığı dönüşümü, arabeskin soylulaştırılmasını ve geçmişin yeniden kurgulandığı nostaljik bakışı sıralayabilirim.

Sibel Öz: Kitapta giriş yazısında geçen “Kitle kültürü boşluk kaldırmaz.” cümlesine burada atıf yapmakta yarar var. Biraz açmak gerekirse; arabeskin ezilen yoksul kitlelerce üretilip tüketildiği ve burjuva ya da seçkinler katında küçümsenerek reddedildiği yakın tarihte, devlet de arabeske karşı benzer bir tutum takınarak arabeski reddetmiş, kamusal ya da resmi alanlarda yok saymış, yasaklamıştır. Bu yok sayma döneminde, özünde uyuşturan bir kadercilik taşıyan arabesk ezilen yoksulların dünyasında yer yer kadere isyan diline dönüşmüş, ezilenlerin rengine bürünmüştür. Ekonomik, siyasi süreçlerin dinamikleri değiştiğinde ise, söz konusu popüler kültür öğeleri tüketilerek rafa kaldırılmıştır. Ancak modası geçmiş ya da rüzgarı sönmüş bu unsurların bir dönem sonra bu kez orta sınıf seçkinleri aracılığıyla yeniden gündeme getirilmesinin önünde bir engel de yoktur. Belirttiğimiz gibi, kitle kültürü boşluk kaldırmaz. Popüler kültürün ihtiyaçları doğrultusunda arabesk de geçmiş olumsuzluklarından azade olarak kıymetli ve “bize ait” nostaljik bir öğeye dönüştürülebilir. Nitekim yaşanan süreç tam da böyle oldu. Arabesk, biraz da “nostaljik” duygularla yeniden keşfedildi. Bir zamanlar “yoz müzik”, “gecekondu müziği” ya da “minibüs müziği” olarak tanımladıkları arabesk, ‘bize ait’ kıymetli ve korunası değerler arasına kolaylıkla yerleşti.

80’li yıllarda ezilen emekçi sınıfın sahiplendiği arabesk, bugün orta sınıf ve seçkinler tarafından benimsendi. Aradan geçen yıllarda ne değişti?

İsmail Afacan: Arabesk müzik, köyden kente göç eden, kentin kültürel dokusuna uyum sağlayamayan gecekondu mahallerinde yaşayan emekçilerde karşılık buldu. 2000’lere gelindiğinde bu kitleler tarafından arabesk tüketilmişti. Yeni bir atılama ihtiyacı vardı. Ya da yeni bir pazara… Bunun için arabeskin sert havasının yumuşatılması ve sesleneceği toplumsal kesime uygun bir müzikal altyapı oluşturulması gerekiyordu. Arabesk figürler kimi zaman kendi şarkılarını modern tınılarla yeniden yorumladı, kimi zaman da farklı türdeki şarkıları kendi üslubuna uygun şekilde söyledi. Müslüm Gürses figürü burada oldukça önemli… Gülhane konserinden Harbiye konserlerine uzanan dönüşümü gözlemlemek yeterli. Bu dönüşümü biçimsel yanı tabi ki… İktidara muhalif küçük burjuva kesimlerin yaşam tarzına yapılan müdahaleler, toplumsal alandaki statüsünü kaybetmesi, ekonomik darboğazın içine girmesi, bu düzen değişmez hissine kapılması bu kesimi duygusal olarak arabeske yakınlaştırdı.

Sibel Öz: Olayı sadece arabesk müzikle sınırlandırmamak gerekir. Müzikte arabeskin başka müzikal formlara eklemlenerek ya da yeniden yorumlanarak güncellenmesi dışında, dizilerde, sinema filmlerinde ve edebi eserlerde de arabeski işaret eden melodramın dozu arttıkça artıyor. Müzikte arabesk kenardan merkeze yerleşirken, popüler müziğin tam da kalbinde yaşıyor. Rakı masasında rock dinleniyor ama “rock” artık arabesk tınılar da içeriyor. Eski arabesk parçalar güncellenip yeniden yorumlanınca diğer müzikal kategorilerde kolayca kendine yer buluyor. Çünkü mevcut iklim yaşamı, sevinci, çokluğu, karnavalı değil, hüznü, acıyı, romantizmi, melodramı, tek başınalığı hissettiriyor. Suyun akışı bu yönde. Kitapta müzikolog, sinemacı-yönetmen, akademisyen ve edebiyatçılardan oluşan on yedi yazar sadece müzik alanında değil, sinema ve edebiyat cephesinde de konuyu irdelediler ve karşımıza oldukça ilginç bir görüntü çıktı. Kitapta Sinemanın İç Sıkıntısı ya da Sıkıntının Sinemasından Arabeskin İçeriksiz Sularına başlıklı bölümde 1989 tarihli Arabesk filminden 2018 tarihli Müslüm filmine Türkiye sinemasının yaklaşık otuz yıllık döneminde, melodramın temel bir malzeme olarak beyazperde ve televizyonda kapladığı yer, şiddet unsuruyla ilişkisi, duygu ekonomisinin yinelenen bir formu olarak arabeskin bugüne nasıl yansıdığı, bütün bunlar üzerinden kadına bakış irdelendi. Edebiyatta da benzer durumlar söz konusu. Market dergiciliğiyle edebiyatın, tarihinde ilk defa bu kadar keskin bir şekilde popüler kültürün alanına sokulması, öte yandan kitabın metaya dönüştürülme baskısı, afili edebiyat adı altında sokak dilinin “edebiyat”a kabul ettirilmesi, arabeskin erkek/ergen edebiyatı üzerinden “Anadolu” değerleriyle kol kola eserlere taşınması, bütün bunların moda haline gelmesi… Velhasıl bu süreci arabeskleşme süreci olarak niteleyebiliriz ve arabeskleşme, yazarlarımızdan Oya Yağcı’nın deyimiyle, “bagajı oldukça yüklü bir kavram.” 2000 sonrası endüstrileşen kültür/eğlence/sanat alanında arabeskin yeniden kabul görmesi ve bu kez, daha önce uzak duran, eleştiren hatta küçümseyen kesimlerin de etki alanına girmesi durumuna bakıldığında, arabeskleşme olgusunu sektörel bir semptom olarak okumak da mümkün görünüyor.

80’li yıllarda arabeski karşı eleştirel tavır alan aydınların bugün arabeskle ‘barıştığını’ iddia ediyorsunuz. Bu barışma sürecine dair eleştirileriniz neler?

İsmail Afacan: İddiadan biraz fazlası… Neden diye sorarsanız… Can Gox’un arabeski isyanın dili olarak görmesi, Müslüm Gürses’in “Aşk Tesadüfleri Sever” albümünün süpervizörlüğünü Murathan Mungan’ın yapması, Ot ve Bavul gibi dergilerde arabeske yapılan atıflar, edebiyatta afilli filintalar ekibi, rock ve arabesk yakınlaşması, Leyla ile Mecnun dizisindeki Ferdi Tayfur figürü… Örnekler daha da çoğaltılabilir. Yanlış anlaşılmasın elbette arabesk kültür sanat alanında işlenebilir ama sol-entelektüel çevrelerin bunu işleme biçimi oldukça önemli… Buradaki kastım Fazıl Say’ın geleneksel seçkinci “arabesk yavşaklıktır” yaklaşımını savunmak değil. Arabeskin kitleleri uyuşturan, sorunlarını tanrıya havale eden, kaderci yanını görmeyerek ona devrimci bir misyon biçmek sorunlu… İçeriksiz olanı politikleştirmek, politik olanı içeriksizleştirmek olarak özetleyebilirim.

Sibel Öz: Biz, kitapta bu “barışma” olgusunu, bu kitabı da doğuran eleştirisizlik üzerinden kurduk. Ortada bir durum var, arabeskleşme sürecini sanatsal üretimlerde de, hayatın bütününde de görmek mümkün. Ancak günümüzde 1980’lerden farklı olarak aydınların eleştirisi yok denecek kadar az, aksine entelektüel üretimlerle aydınlar da kısmen işin içinde. Yani eskisinden çok daha fazla olarak popüler kültürün etki alanında aydınlar. Kitapta, bu konuda önemli bir tespit daha var; tıpkı 80 sonrası gibi arabesk, toplumsal mücadelenin yükselişte olduğu dönemde değil de geri çekildiği dönemde popüler hale geliyor ve kabul görüyor. Yine kitaptan bir başlığa atıf yaparsak, adeta sıradanlaşan yaşamın restorasyonu gibi bu durum. Arabeskin bu tabloda bir yeri var, ‘biz’i tanımlıyor, baskın eğilimi.

Popüler kültür, ismiyle müsemma bir tavır aldı ve arabeski sahiplendi. Peki sizce arabesk bu sahiplenmeyi kabullendi mi? Alana dair gözlemleriniz nelerdir?

İsmail Afacan: Kabullenmek zorunda kaldı. Yok olmak yerine var olmayı tercih etti. Değişen çağa, ihtiyaçlara uyum sağladı.

Sibel Öz: Bu soruya Müslüm Gürses örneği üzerinden yanıt vermek mümkün. Arabesk Yeniden kitabında yazarlarımızdan Uğur Küçükkaplan, Gürses’e atfedilen değişimin içeriği ve niteliğinin, arabesk ile nostalji arasındaki sıkı ilişkinin mahiyetini kavramak için son derece önemli olduğunu belirtiyor. Müslüm Gürses’teki değişimi olumlu veya olumsuz şekilde dile getiren hemen herkesin, şarkıcının giyim kuşamından sahneye çıktığı mekânlara dek, çoğunlukla olayın görsel tarafına odaklanıp bunun üzerinden değerlendirme yaptığını, ama aslında Gürses’in müzikal yönüne dair herhangi bir değişim olup olmadığı sorusunun önemli olduğunu ifade ediyor. Bu soruya Küçükkaplan’ın yanıtı, kesin bir dille hayır. Müslüm Gürses, kitlelerin karşısına konser verdiği mekanlardan tutalım da, giyim kuşam ve imajına kadar farklı bir şekilde çıksa da, aslında ‘kendi’ şarkılarını okumayı sürdürüyor. Uyum sağlıyor ama pek de taviz vermiyor. Yine Küçükkaplan’ın sözleriyle, “Gürses, kendisi için dikilen yeni elbiseyi giymeyi kabul etmişse de içindeki karaktere nüfuz etmesine hiçbir zaman izin vermedi. Zaten değişimi kurgulayanların da böyle bir amacı yoktu. Onların tek istediği onun gibi şarkı söyleyip davranan “yeni” bir Müslüm Gürses’ti. Bunu sağlamanın bir tek yolu vardı, onu yaptılar; gücünü yitiren popüler kültürü/müziği tekrar canlandırmak isteyenler, nostaljik bir çerçeveye yerleştirdikleri şarkıcıyı yeni bir çehreyle halkın karşısına çıkardılar. Artık sahnede Müslüm Gürses değil, onun nostaljik bakış açısıyla hemhâl olmuş bir tür “simülasyonu” vardı.” Dolayısıyla arabeskçilerden güçlü olanlar yeni bir çehreyle bu yeni sürece dahil olmayı seçerken, uyum sağlayacak vizyona sahip olmayanlar geçmişin “nostaljik” değerleri içinde kendilerine sunulan yeri kabullendiler. Tam da bugünlerde İbo Show’un yeniden gündeme gelmesini ve yüksek reyting almasını da böyle okumak gerekir belki.

''DEVRİMCİ' VE 'KİTLELERİ AYAĞA KALDIRAN' ŞEY ARABESK OLAMAZ'

Arabeskin özellikle rap müzikle buluştuğu nokta ‘devrimci’ ve ‘kitleleri ayağa kaldırdığı’na dair yorumlar var. Sizse şiddetle buna karşısınız. Konuyu somutlaştırmak için bir örnekle ilerleyelim: Gazapizm’in ‘Ölüler Dirilerden Çalacak’ şarkısı gerek sözleri gerek klibiyle tartışmalara neden oldu. Bu gibi birçok isim ve şarkı sayabiliriz. Burada kitlelere inen şarkıların yarattığı etkinin göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Arabeskin ‘özünü’ değiştirmek ve kitleler için harekete geçiren bir alana dönüştürmenin yolu var mıdır? Varsa nedir?

İsmail Afacan: 1989 yılında Cemal Süreya’nın Ahmet Kaya’yla yaptığı röportaja atıf yapmak istiyorum. Ahmet Kaya; Cemal Süreya’nın “Sol arabesk olabilir mi?” sorusuna “Sol ve arabeskin bir araya gelmesi mümkün değil” yanıtı veriyor. Katılıyorum. Çünkü ‘devrimci’ ve ‘kitleleri ayağa kaldıran’ şey arabesk olamaz. Bu arabeskin hem tarihsel hem de estetik yapısına uygun değil. Arabesk rap’te değil ama rap müzikte devrimci içerik taşıyan yorumlarından elbette bahsedebiliriz.

Sibel Öz: Kitapta makaleleri olan bizler arabeske dair bir yargıda bulunmak gereksinimi duymadık ama onu anlamaya şiddetle ihtiyacımız vardı. Toplumsalla bağı olanı yukarıdan değil, kendimizi de anlamak adına irdelemeyi uygun bulduk. İşin diğer yanı, etrafımızda olan biten, bizi kontrol eden, gündelik yaşamda değiştiren her şey, bu ‘anlama’ çabasına dahil. Bu kitaptaki tartışmanın bütünü bir refleksi ifade ediyor. Bu kitap hem bir dönem tartışmasının kapısını aralamak, hem de bir refleks geliştirmek istiyor.