YAZARLAR

Bir eski zaman yazarı

Refik Halid Karay’ın yazılarını okumak, geçmişte tatlı bir gezinti vadediyor. 1940’larda ‘apiko giyinmiş’ taksicilerin şıklığından söz ettiği satırlar ise bugünün İstanbulluları için ‘inanılır gibi değil!’

Eski gazete yazıları o döneme yoluculuk etmenin en iyi yolu. Bugün artık eskisi gibi bize hayatı anlatan biraz da öğüt veren köşe yazarları kalmadı. Hayatı öğrenmenin bin bir yolu var, kimsenin de kimseden nasihat işitecek hali yok. Ama eskiden, köşe ya da daha eski tabirle fıkra yazarları çok önemliydi. Yazıları dikkatle takip edilir hatta bazen okurunda tiryakilik yaratırdı.

O eski gazete yazarlarının en önemlilerinden birisi de Refik Halid Karay. Zamanın pek çok kalem erbabı gibi hem gazeteci hem de tanınmış ve etkili bir edebiyatçı. Geçenlerde elime geçen ve büyük bir zevkle okuduğum ‘Taklitten Adete Gündelik Hayat’ (2017, 700 sayfa) adlı kitap, Karay’ın yazılarından oluşan hacimli bir derleme. Karay, uzun ve verimli gazetecilik hayatında o kadar çok yazmış ki İnkılap Kitabevi’nin hazırladığı ‘Memleket Yazıları’ adlı seri toplam 18 kitaptan oluşuyor. Bu derlemeyi yapan, kitapları hazırlayan Tuncay Birkan’ı ve yayımlayan İnkılap Kitabevi’ni tebrik etmeli.

Refik Halid ilginç bir kişilik. Maliye baş veznedarının oğlu, iyi bir aileden gelip iyi bir eğitim almış. Her ne kadar hiçbirini bitirmediyse de Galatasaray Lisesi’nde ve Hukuk Fakültesi’nde okumuş. Genç yaşta gazeteciliğe başlamış, edebiyata ilgi duymuş, Fecri Âti topluluğu içinde yer almış. Tabii siyasetten de uzak durmamış ve başına ne geldiyse bu yüzden gelmiş. Önce Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne katılıp İttihat Terakki’yi eleştiren yazılar yazdığı için Anadolu’ya sürgüne gönderilmiş. Sonra kendi partisi iktidara gelince İstanbul’a dönüp Posta Telgraf Genel Müdürü olmuş, gazeteciliğe de devam etmiş. Milli Mücadele aleyhinde yazıları yetmezmiş gibi postanelere Kuvayı Milliye’nin telgraflarını kabul etmemeleri talimatı verdiği için 1922’de 150’likler listesine alınıp sürgüne gönderilmiş. Halep ve Beyrut’taki sürgünlüğü 16 yıl sürmüş ve 1938’de Türkiye’ye dönüp yazarlığa devam etmiş.

Refik Halid içlerinde ‘Memleket Hikayeleri’ ve ‘Bugünün Saraylısı’ gibi günümüzde hala bilinen birkaç kitabın da bulunduğu yirmi dört roman ve hikâye kitabı yayımlamış. Daha çok Batı edebiyatından etkilenen, gündelik dili hem gazete yazılarında hem edebi eserlerinde başarıyla kullanan, Anadolu insanını romanlarında konu alan ilk isimlerden biri olarak tanınıyor. Aslında tam bir İstanbullu, tam bir Osmanlı olmasına rağmen eskiye fazla merak duymamış. Yine de benim okuduğum 40’lı, 50’li yıllarda kaleme aldığı yazılarda, biraz da yaşının etkisiyle belki, her daim eleştirel, hep biraz yukarıdan bakıp konuşan, günümüz anlayışına göre biraz ‘cinsiyetçi’ bile sayılabilecek bir yazar var. Hatta zaman zaman tutarsız bir kalem. Kitabın uzun önsözünde Hakan Kaynar da buna işaret ediyor “bazen eskiyi sever bazen yeniyi” dediği Karay’ın mesela bir yazısında şehrin korunması gerektiğini bir başkasında anıt yapılar dışında her şeyin yıkılması fikrini ortaya attığını anlatıyor. Belki de bu kadar uzun süre ve çok yazan her gazetecinin kaderi bu…

‘Taklitten Adete Gündelik Hayat’ adlı derlemede Karay’ın içeriğine göre gruplanmış pek çok ilginç yazısı var. Çoğu Akşam ve Tan gazetelerinde yayımlanmış. ‘Yolda, Trafikte’ başlığı altında toplanan yazılarından anlıyoruz ki otomobillerle arası hoş değil. Otomobiliyle caka satanları sevmiyor, üstelik bunları tehlikeli buluyor. 1944’te, ‘Otomobil geliyor demek, İspanyol gribi gibi bir illet yaklaşıyor demek kadar bana üzüntü vermektedir” diye yazmış. Üç yıl sonra, 1947’de ise Şişli’de tramvay beklerken dokuz yaşında bir çocuğun gözleri önünde arabanın altında kalmasından sonra “günlerce kendini toplayamadığını” yazıyor ve otomobil kullananların ruhi aksaklıklarının muayeneye muhtaç olduğunu söylüyor.

Bana daha ilginç geleni ise taksicilerle ilgili yazdıkları. Ne kadar ilginçtir ki 1947’de taksi şoförlerinin “adeta küçük burjuva kıyafetinde” olup pek temiz giyinmelerini yadırgıyor ve “insan binerken, hele indiği sırada hesap görürken bir çekingenlik duyuyor, kusur dileyeceği geliyor” diye dalgasını geçiyor. Yadırgamasını ise eski arabacıların hırpaniliğiyle açıklıyor. Meğer bizde eskiden kira arabacıları yırtık pırtık, hırpani giyinmeleriyle meşhurmuş. “Yetişenler bilirler: Arabacılar en sefil kılıkta insanlardı” diyor. Üç yıl sonra aynı konuyu yazarken biraz fikri değişmiş gibi. “Müşterinin en kalantorundan ayırt edemeyeceğiniz apiko giyinmiş” şoförler kadar hırpaniler de olduğunu söylüyor. Özellikle ikincilerin dolmuş şoförleri olduğu anlaşılıyor ve belediyeyi şoförlere üniforma zorunluluğu getirmeye çağırıyor. Bu çağrısının hiç karşılık bulmadığını da 40’ların 50’li yılların özel bilgi ve birikim isteyen bir işi olan şoförlüğü şık kıyafetler içinde yapan taksicilerinin mazide kaldığını da biliyoruz. Günümüzde taksicilerin giyimi Refik Halid’in çocukluğundaki arabacılardan farklı değil. Şimdi belediyeden onlara tek tip kıyafet zorunluluğu getirmesini değil ama bir çeki düzen vermesini bekliyoruz. Tabii pek yakında huzurlarına sekizinci kez gelecek tasarıyı UKOME’nin iktidar yanlısı üyeleri bir kez daha reddetmezse… (Bu da yazının güncel ve politik göndermesi olsun…)

Kendisi de gezmeyi çok seven biri olarak Refik Halid Karay, ‘yazlık ve tatil’ üstüne de pek çok kez yazmış. Hemen her seferinde en çok yakındığı şey yazlığa taşınırken at arabalarına tıklım tıkış yüklenen öte berinin perişan görünümü. O zaman sahilde bir köşk, adada bir ev kiralamak yazlığa gitmek anlamına geliyor. Karay buna da itiraz ediyor ve bir yandan işe gidip gelip bir yandan yazlıkta bulunmanın manası olmadığını ama ileride mutlaka insanların bir süreliğine işe ara verip uzak yerlere tatile gidecekleri günlerin geleceğini söylüyor: “Fikrimce yaz, ne yazlığa taşınmak ne kırlara koşuşmakla geçirilir. Bunlar, eski zamanlardan kalma geri adetlerdir. Yarının yazlarında hayat esaslı surette değişmiş olacaktır, olmalıdır.”

Refik Halid haklı çıktı ve hayat epey değişti. Ama hala yazın bitimiyle ilgili şu satırları aynıyla vaki. Bu eski ve unutulmaz yazarı da yaz aylarını da onun şu satırlarıyla uğurlayalım: “Yazlığa gidiş, yeşile ve maviye doğru yolculuğa çıkıştır; kışlığa dönüş, ortasında soba alevinin kızıl ışığı sönüp parlayan bir loşluğa gömülüştür.”