Bir dil niye kanar?
Zazakî büyük ölçüde yaşlı kuşakların konuştuğu bir dile dönüştü. Bir dilin yok olması, yalnızca konuşulmaz hale gelmesiyle değil, aynı zamanda kültürel aktarımın kesintiye uğramasıyla da gerçekleşir.
Diller, yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir toplumun kültürel hafızasını, düşünce sistemini ve dünya görüşünü taşıyan en önemli unsurlardan biridir. Dil, kimliğin temelidir; birey ve topluluk, kendini onunla ifade eder. Bu nedenle bir dilin kaybolması, ona özgü düşünme biçiminin, dünya tasavvurunun, hikâyelerin, şarkıların ve atasözlerinin yok olması, kolektif hafızanın silinmesi ve kimliğin erimesi anlamına gelir.
UNESCO, 2009 yılında 21 Şubat Dünya Anadili Günü münasebetiyle yayımladığı Tehlike Altındaki Diller Atlasında Zaza dilini “savunmasız” (vulnerable) diller kategorisinde listelemiş ve tehlike altındaki dillerin korunması gerektiğine dikkat çekmiştir. Türkiye’de resmi dilin gölgesinde var olma mücadelesi veren Zazakî, eğitimden ve kamusal alandan büyük ölçüde dışlandığı için her geçen gün biraz daha gerilemektedir. Bir dilin yok olması yalnızca o dili konuşan insanların azalması anlamına gelmez; aynı zamanda o dile özgü bilgi, gelenek ve kültürel zenginliklerin de kaybolması demektir.
Dilbilimciler, bir dilin yaşaması için en az üç kuşak tarafından aktif olarak konuşulması gerektiğini vurgular. Ancak Zaza dili, özellikle son yüzyılda çeşitli sosyo-politik nedenlerle bu zincirin kırılma noktasına gelmesine yol açan baskılarla karşı karşıya kalmıştır. Modernleşme, şehirleşme, ekonomik göç ve eğitim sisteminde tek dilin esas alınması gibi faktörler, Zaza dilinin kullanım alanlarını daraltmıştır. Çocuklar ve gençler, anadillerini öğrenme fırsatından mahrum bırakıldığından, Zazakî büyük ölçüde yaşlı kuşakların konuştuğu bir dile dönüşmüştür. Dolayısıyla bir dilin yok olması, yalnızca konuşulmaz hale gelmesiyle değil, aynı zamanda kültürel aktarımın kesintiye uğramasıyla da gerçekleşir.
DİLİMİZİ KİM SESSİZCE KATLEDİYOR?
Diller, yalnızca evde konuşularak hayatta kalamaz; onların eğitim, medya ve kamusal alanda da var olması gerekir. Ancak Zaza dili, uzun yıllar boyunca resmi dil politikalarının gölgesinde kalmış ve ne eğitim sisteminde ne de medya kuruluşlarında yeterince temsil edilmiştir. Zaza dilinin yazılı bir standart kazanmamış olması, nesiller arası aktarımı daha da zorlaştırmıştır. Öte yandan, Zaza nüfusunun yoğun olduğu bazı bölgelerde, özellikle Zazakî’nin konuşulduğu illerde, seçmeli ders olarak okutulması, bazı üniversitelerde Zaza Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması ve anadilinde yayın yapan platformların ortaya çıkması gibi gelişmeler, dilin yaşatılması için umut verici adımlardır. Ancak bunların sürdürülebilir olabilmesi için daha güçlü kurumsal desteklere ihtiyaç vardır.
Dilbilimci David Crystal, bir dilin hayatta kalabilmesi için beş temel koşul öne sürer: Aile içinde aktarılması, topluluk içinde iletişim dili olarak kullanılması, eğitim sistemine entegre edilmesi, yazılı kültür ve medya dili haline gelmesi ve ekonomik getirisi olması. Zazakî, bu koşulların çoğunda zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Anadilin ev içinde bile ikinci plana itilmesi, konuşan sayısının giderek azalmasına neden olmakta; eğitim sisteminde Zazakî’nin yer almaması, dilin akademik ve entelektüel gelişimini sınırlamaktadır. Dilin korunması, yalnızca kelimelerin değil, o dile özgü düşünme biçimlerinin ve dünyayı algılama yollarının kaybolmasının önüne geçmek için de kritik bir öneme sahiptir. Edward Sapir’in de belirttiği gibi, dil sadece düşüncelerimizi ifade etme aracı değil, aynı zamanda düşünce dünyamızı şekillendiren bir yapıdır.
Dil felsefecisi Ludwig Wittgenstein, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır” diyerek dilin, bireyin dünyayı kavrama biçimini nasıl şekillendirdiğine dikkat çeker. Bir dilin yok olması, yalnızca o dilin kaybolması değil, aynı zamanda o dilin sunduğu dünya tasavvurunun da silinmesi anlamına gelir. Küreselleşme ve baskın dillerin etkisiyle azınlık dilleri giderek geri plana itilmekte; bu dillerin konuşucuları, kendi anadillerinden uzaklaşarak daha “kalabalık diller”in içinde erimektedir. Ancak bir dilin kendiliğinden korunması beklenemez; onu konuşanların bilinçli çaba göstermesi gerekir. Zira dil, aynı zamanda bir kimlik ve aidiyet meselesidir. Şayet bir topluluk kendi diline sahip çıkmazsa, dilini ve o dile bağlı kültürel değerlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır. Bu nedenle dil bilinci, bireylerin ve toplumların geleceğe taşıması gereken en önemli değerlerden biridir.
DÜNYANIN EN GÜZEL DİLİ: GELECEK SENİNLE GÜZEL
Zazakî’nin geleceği, toplumsal bilinç ve dil politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Dilin korunması ve canlandırılması için bireysel çabaların yanı sıra devletin de destekleyici politikalar geliştirmesi gerekmektedir. İki dilli eğitim modelleri, anadilde medya desteği, dil kursları ve dijital platformlar, Zaza dilinin yeni nesillere aktarılmasını sağlayabilir. Ayrıca, Zazakî konuşan toplulukların kendi dillerine sahip çıkmaları, günlük hayatta dili aktif olarak kullanmaları büyük önem taşımaktadır. Bu adımlar, dilin varlığını sürdürebilmesi ve gelecek kuşaklara taşınabilmesi için kritik olacaktır.
Sonuç olarak, Zaza dili yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir kültürün, dünya görüşünün ve tarihsel birikimin taşıyıcısıdır. Bir dilin yok olması, yalnızca o halkın hafızasının silinmesi değil, aynı zamanda kimliğinin, değerlerinin ve dünyaya bakış açısının da kaybolması anlamına gelir. UNESCO’nun uyarıları, Zaza dilinin tehlike altında olduğunu açıkça ortaya koyarken, bu gidişatı tersine çevirmek hâlâ mümkündür. Ancak bunun için sadece dilbilimcilerin veya akademisyenlerin çabası yeterli değildir; tüm toplumun bilinçlenmesi ve harekete geçmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki bir dil, yalnızca konuşuldukça yaşar; kullanımdan düştüğünde ise kaçınılmaz olarak yok olur. Bu nedenle, Zaza dilinin geleceği, onu sahiplenenlerin ellerindedir.
*Şair