YAZARLAR

Bir darbeci hangi iklimde yetişir?

“Sivilleşme” sanılanın balon olduğunu yıllardır yazıyorum. “İktidarı askeri vesayetten kurtardık” diye sivilleşme, demokratikleşme oldu sanıyor, öyle sunuyor ama “askeri esaret ve alttaki asker üstünde vesayet”i koyulaştırıyorsunuz. Zaten kendiniz bile sivilleşemiyorsunuz!

15 Temmuz darbe girişiminde “demiri kesen emir-komuta” otoritesi ve baskısıyla çıkarıldıkları sokaklarda, köprülerde (kimi öldürülen) yakalanan, hapsedilen askeri öğrencilerin Yargıtay kararıyla tahliyesi başlamış.

Darbe girişiminden çok çok öncesinden beri, askeri öğrencilerin daha okulda nasıl baskıya, şiddete maruz kaldıklarını…
Çoğunun mütevazı ailesi bunalan, intihar eşiğine gelen çocuğunu okuldan almaya kalktığında nasıl yüksek bedeller istendiğini (o yazıların da katkısıyla bunlar yumuşatılmıştı) yazan biri olarak, gerçekten masum olanlar için sevindim. (Bu meselede hukuk ve gazetecilik hassasiyeti gösteren avukat-gazeteci Büşra Taşkıran’ı unutmadan.)
Bu çocuklar komutanları elinde rehineydi zaten. Tutuklu veya mahkûm oldu!

Önceki darbelerde paşalar “darbeci değil, solcu” askeri öğrencileri temizlerdi… Bu kez kendini emirle, zorla dışarıda bulunan, herhalde çoğu kimlerin ne amaçladığını dahi bilmeyen çocuklar “darbeci” sayılmıştı!

Gerçekten darbeyi örgütleyen, hem de kimi bunu Genelkurmay binalarında yapanların yanında elbette astlardan da “FETÖ'cü” vardı.
Ama o “darbeye niyetliler” dışında, askeri hiyerarşi ve iktidarın armağanı katı disiplin kanunu da öğrencileri, erleri, kimi ast kademeyi baskıyla sokağa çıkarmıştı.

Bunu size 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişiminin hemen sonrasındaki (biri 19 Temmuz mesela) bazı yazılarımla bir daha ifade etmeye çalışayım:

DARBEDEN AZ ÖNCE

Astsubay Ömer Halisdemir ile Tuğgeneral Semih Terzi yüz yüze gelip birbirlerine baktıklarında, birkaç saat önceki durumları şöyleydi:

Sivil iktidar, Genelkurmay’ın da isteğiyle, “Paşa”ya “Temsil, makam, rütbe vs.” 7 çeşit tazminat vermekteydi.
Sivil iktidar “Paşa”ya gıcır gıcır Disiplin Yönetmeliği hediye etmişti.
Alttaki askerlere sadece emir-komuta etmesin; emir kulu, emir kölesi, emir manyağı da yapsın; iki dudak arası çiğnesin, ezip yutabilsin diye.

Sivil iktidar “Paşa”ya, Cumhurbaşkanı’nın ıslak imzası daha kurumamış “Yargı zırhı, dokunulmazlık” bahşetmişti; darbe ayrı da, milletin bir kısmına kötü muamele ederse, dert etmesin, iktidar kollar diye.
Sınırsız lojman, keyfince araç, demir kesen emir, sorunsuz otorite, sorumsuz otoriterlik, vakıf ve Oyak yönetim koltukları… Hepsi esas duruşta emir ve görüşlere hazırdı.

Astsubay Ömer’e ise, arada bir vaat, her saat buyruk verilmiş, pek ufuk ve umut verilmemişti.

“Semih Paşa” 15 Temmuz gecesi, Özel Kuvvetler’i basıp teslim almak istediğinde Komutan Zekai Paşa yoktu; makam odasında “Emir astsubayı” Ömer Halisdemir vardı.
Belki komutanından emirle, belki inisiyatifiyle, orayı teslim etmedi; Genelkurmay ve iktidarın bin tür tazminat ve yetkiyle donattığı “Darbeci Paşa”yı, dendiğine göre alnından vurdu.
Bu felaketten, bu trajediden, bu cehennemden Ömer Astsubay da sağ çıkamadı; “darbecilere ilk kurşun atan kahraman” oldu.
O direnişi belki de, nicesinin düğünde kaldığı, rehin alındığı, derdest edildiği, saatlerce ortaya çıkamadığı ve hiç utanmadığı o gecenin seyrini değiştiren karar, kararlılık ve eylemdir.
Uçakları, tankları, zırhlıları çalıştırmayan nice alttaki asker gibi!

Lakin her ikisinin birkaç saat önceki durumu ortada işte:
Sivil iktidarın bol palavra sunduğu “kahraman” ile bol yetki, zırh, tazminat, imkân, otorite sunduğu ”darbeci.”

Bu “önemli ayrıntı”yı tabii bir açıdan anlatıyorum.
Başka açınız varsa, siz öyle anlatırsınız!
Benim açım içinde şu da var:
Sivil iktidar ve Genelkurmay, “darbeci paşalar”ın çoğunu son üç Askeri Şura’da terfi ettirmişti. Çoğu albaylıktan tuğgeneralliğe, amiralliğe.
“Alnından vurulan Semih Paşa” da 2014 Şurası’nda general olmuştu. “FETÖ darbesi” denen 2013 kutu mutu vakasından sonra.
Bugün tutuklanan, gözaltına alınan başkaları da.

O Şura’da terfi edenlerden birini darbeden önceleri epey yazmıştım.
Makamında, esas duruştaki astsubayı, tekme tokat, kafasına çay bardağı, çay tabağı darp ettiği için.
Yine darbecilikten alınan o günlerdeki “Paşası” ise astsubayı çağırıp “Al bir kutu çikolata, sesini çıkarma” demişti!
Şikayetçi astsubay üst makamlarca sindirildi. Bana dava açıldı. Astsubayın savunmasını yapan Avukat Erkan Akkuş’a da dava açıldı.
Albay’a da bir soruşturma açıldı, hemen takipsizlik çıktı. Genelkurmay da “iyi çocuktur” deyip Albay’a sahip çıktı. Olabilir!
(O Genelkurmay’ın en üst kademesi bugünkü Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’ndan oluşuyordu! Avukatı üst kademelerin de avukatıydı, davayı onaylanan FETÖ'cü Adli Müşavir’in imzası da Genelkurmay en üst kademesiyle birlikteydi.)


İşte aynı Şura’da o Serdar Albay da “Paşa” oldu. “Semih Paşa” gibi.
Darbe girişiminde 2. Ordu operasyonunda tutuklandığı açıklandı.
Darbe başarılı olsa sıkıyönetim şeyi olacaktı dediler; belki yalandır!

İktidar ve Genelkurmay eliyle, bugün “darbe lideri” denen Akın Öztürk’ün Hava Kuvvetleri Komutanı yapıldığı Şura’da “Paşa” olmuş birisini de yazmıştım.
İstanbul’daki “okul”da bir astsubayın canına okurken, bazı erleri de “etnik kökenleri”nden dolayı aşağılamıştı.
Daha büyük bir “Paşa” da onu soruşturdu ama bir şey çıkmadı. Şimdi o otoriter, etnisiteye hakaret eden komutan da “darbeci” mi çıkmış ne?
(Burada yazdığım her olayda, Genelkurmay ya tepki gösterdi o günlerde ya bana dava açıldı. Yazdığım gazete garnizonlarda yasaklandı; astlar yazıları kesip koğuşlara astılar!)

Çakırsöğüt’te uzman çavuşların, Bolu Komando Tugayı’ndan uzman çavuşların “aşağılama, ordudan atmakla tehdit” gibi baskılara maruz kaldıklarını yazdım;
Çakırsöğüt’te “komutanın hakaret ettiği, daha büyük komutanın onu kolladığı” vakada çok sayıda astsubay ve uzman çavuşun “isyan” ile suçlanabildiğini yazdım.
O komutanlar da “darbeci” ve Çakırsöğüt birliğini Ankara’daki darbecilere destek için sevk etmek istediler diye içeri mi alınmış?

Bunları asla, “Gördünüz mü”, hele “Oh olsun” diye yazmıyorum.
Onca askeri kullanıp ölüme, sivilleri, polisleri öldürmeye, Meclis bombalamaya sürükleyerek ülkeye, yüzlerce aileye yaşattıkları felakette, çoluk çocuk kendileri de büyük bir trajedi içinde şimdi.
Belki bazıları masumdur. Emir kulu nice “alttaki” ile “erat” gibi. Onlara kötü muamele, linç de asla olacak şey değildi!

Hepimiz gibi, ne üst rütbeler toptan kötü, ne alttakiler toptan iyi olabilir. Nitekim darbeye hizmet eden astsubaylar da var
Darbeye kilitler vuran epeycesi de. Darbe gecesi darbeye karşı tavır alan TEMAD gibi örgütleri de.

Söylemek istediğim şu: Kıyak, koruma, kollama, zırh, otorite ayrımcılık, üstünlük”gibi meseleler ve şimdi müşteki olan sivil iktidarın “Paşa”ya, paşalara sağladıkları. Sistemli, organize bir şey!

İktidar ve Genelkurmay gibi, alttaki askerlerin tüm davalarında “sivil” Milli Savunma Bakanlığı’nın üsttekilerden yana, astlara karşı tavır alması gibi.

Mesele, ordu içinde “halk çocuklarını” ezmeye açık çek alanlar, “terörle mücadele”de sınırsız yetkileri olanların en azından bir kısmı; bunu doğal kabul edenler, işin tuhafı milletin büyük çoğunluğunca böyle yapmaları normal kabul edilenler, bir gün silahlarını böyle de doğrulttuğunda çok şaşırmamız!

Sanki bu ülkede hiç darbe olmamış, sanki her yıl onca alttaki asker baskı, hakaret, küfür, dayak yüzünden intihara sürüklenmemiş, sanki “terörle mücadele” derken 30 yıl içinde 12, 13 yaşında çocuklar gözaltında kaybedilip kemikleri asit kuyularından çıkmamış gibi!

“Sivilleşme” sanılanın balon olduğunu yıllardır yazıyorum.
“İktidarı askeri vesayetten kurtardık” diye sivilleşme, demokratikleşme oldu sanıyor, öyle sunuyor ama “askeri esaret ve alttaki asker üstünde vesayet”i koyulaştırıyorsunuz.
Zaten kendiniz bile sivilleşemiyorsunuz!

Ordu hiyerarşisi; küçümseme, aşağılama, ezme, baskı, keyfi disiplin tehdidi ile işliyor. Tabii alttakiler üstünde. Yukarıdakilerde ne olduğu ortaya çıktı!
Militarizm de o keskin piramit sayesinde sapasağlam kalıyor.

Yetmiyor. Bir de zırhlar, sınırsız yetki, yakıp yıkarak savaş emri veriyorsunuz.
Bunu da bir gün Ergenekoncu dedikleriniz; bugün “FETÖ örgütü” dedikleriniz tepe tepe kullanıyor.

“Militarizm” darbe yapmaya teşebbüs ettiğinde kınanacak, üstüne yürünecek bir şey değil.
Militarizm bu ülkenin zihninden, ideolojisinden, kırmızıçizgilerinden, çocukların geleceğinden, ufkundan kazınacak bir şey.
Bunun bir yolu, sadece orduyu demokrasi sınırına çekmek değil, demokrasiyi, hukuk devletini de ordu içine sokmak.
(Devletin de milletin de, sizin de aklına sokmak!)

Militarizmi devletten, sivil iktidardan, partilerden, gündelik dilden, “milli” eğitimden, hamasi nutuklardan, hatta bugün “darbeye karşı demokrasi savunan” meydanlardaki kimilerinin “demokrasi dışı” tehdit, linç, baskı, nefret, mezhepçilik, intikam, küfür, şiddet, otorite, idam histerisinden de sökmek!

Trajediler öyle bir gecede yazılmıyor.

BİR DARBECİ KOLAY YETİŞMİYOR!

“Peki önceki darbeler nasıldı? Yine FETÖ’cü mü”
Soruyu unutmazsak, “bir darbecinin” sadece Askeri Okul Sınavı soruları çalınarak, öğrencileri eve toplayarak, muska veya çip takarak, cin sararak, gizleyerek yetişmediğini de anlarız.
Başka bir şeyler de lazım.
O yüzden, (masumları ayırır ve yargının da bunu yapmasını umarsak) darbecilerin hepsi aynı takımdan değil, ama aynı kumaştan! (Sivilleri de aynı kültürden ve darbenin, Meclis’i, demokrasiyi şey etmenin türlüsü çeşitlisi var.)

Soruyu doğru sorarsanız, cevap “askeriye”de; “militer-militarist-otoriter-baskıcı-alttakini, ötekini hakir görmeyi kolaylaştıran, üst olmayı üstünlük sayan sistem” diye de gelmeye başlar.

Sorunun “sivil” cevabı ise, “otoriterliği, dışlamacılığı, etnik-milli-dini üstünlükleri, baskıyı, keyfiliği, hiddet-tehdit-şiddeti, faşizanlığı münasip kılan sistem” diye sökün eder.

Elbette bu işlerin sadece bir yanı ama… Bir istatistik:
TSK’daki 358 generalden 149’u, 39 bin 287 subaydan 1099’u, 96 bin 391 astsubaydan 436’sı ihraç edilmiş. (Darbenin hemen sonrasındaki sayılar)
Uzman çavuşlara ihraç kararına gerek yok; zaten iki dudak arasında, sözleşmeli. Erler sayılmıyor bile. 14-17 yaş arası askeri öğrenciler ise, ya çocuk sayılacak, ya kimi katil, bazısı darbeci!

Sayılar artar ancak oran tercümesi şöyle:
Generallerin yüzde 41.6’sı.
Subayların yüzde 2.8’i.
Astsubayların yüzde 0.45’i.

Deniyor ya, "Emir-komuta zinciri dışında” diye. Esasen (başka kuşkular bir yana) şu piramit bile “emir-komuta zinciri” gösteriyor. Girişiminin esas sorumluları, “piramidin tepesindeki az sayıdaki asker.”
(Emekli askeri hâkim Üçok’un “Ordunun yüzde 1.5’i darbeye girişti ve az kaldı başaracaksa, geri kalanı Çokoprens almayı mı gitmişti” sorusu da gayet yerinde!)

Darbe girişimine karşı, sanki darbenin meşru olmaması oradan belliymiş gibi, durmadan “emir-komuta zinciri dışı” olduğu söylendi.
Tamam, askerlere bir mesaj olarak anlamı var da, bir darbenin darbe olması bakımından hiç manası yok.

Darbe darbedir; ister tepeden tırnağa emir-komuta zinciriyle, ister zinciri arka lastiklere takarak!
O zincirin işleyişini kolaylaştıran ise, sık yazıyorum, “Askeri Disiplin Kanunu” gibi “Mutlak İtaat Şart” buyuran, maalesef sivil iktidarca o yüzde 41 paşalara da armağan edilmiş sopalardır!


Başa dönersem, “bir darbecinin yetişmesi” için FETÖ'cü, ışıkevci, cinci operasyonlar olmuştur ama esas zemin “militarizm”dir, “askeri vesayet”i kaldırdığını iddia edenlerin “askeri esaret”i şiddetlendirmesi, “orduyu demokratik sınıra çektik” diye böbürlenenlerin ordu içinde, hak, hukuk, adalet, kanun önünde eşitlik sathında zerre demokratik sınır çizmemesidir.

Genel eğitimin ve askeri eğitimin; etnik, milli, dini, mezhepsel, tarihsel ve elbet statü ve rütbeyle ilgili üstünlüklere dayanması…
Hepimizin, peki hepimiz değil, çoğumuzun; adaletçi, özgürlükçü, eşitlikçi, hakikate ve başkasının hayatına, hayatiyetine, haysiyetine saygılı demokratik eğitim yerine, çokça hurafe, efsane, destan ve böbürlenme ile yetişmesidir!

DARBELERDE NEREDEYDİNİZ PAŞAM

Gözü dönmüş darbe saldırısı dolayısıyla yargılanan nedir?
Darbecilik, darbeciler, darbeci örgüt, darbeye katılan, komuta eden, örgütleyen, finanse edenler…
Binlerce sıradan insan, darbeden belki habersiz; banka, sendika, komşu ihbarı gibi “deliller”le işinden, hayatından, haysiyetinden oldu; 30 kadar intihar (ilk aylarda) gerçekleşti.
İktidarın komutanlara hediyesi demir Disiplin Kanunu’yla olaydan habersiz kışladan çıkarılan alttaki askerler, kamptan, okuldan askeri öğrenciler, hatta kışladan hiç çıkmamış astlar da “darbe zanlısı” olarak içeride.
Demek “darbeye katılım ve şüphesi” en azından suçlama gerekçesi.
Tamam!


Darbe saldırısında düğünden rehine alınıp (en yakınındaki tuğgeneral tarafından) sonra “strese bağlı tedavi” görüp “görevi bırakan”, tabii diğerleri gibi emrindeki darbecilerin hazırlığını hiç fark etmemiş büyük komutanlardan (E) Org. Galip Mendi, sağ olsun, önceki Genelkurmay Başkanı gibi “özel” davranmayıp Meclis’te ifade verdi.
Bir ara dedi ki:
“Hayatımda 5 darbe gördüm, hiçbirinde halka ateş açılmadı.”

“Halka ateş açmayan darbe” darbe değil midir, o darbeler başbakan, bakan veya gençleri asmışsa, yaş büyütüp asmışsa, sokakta, cezaevlerinde ateş açmışsa, darbe hazırlıkları ateşlerle başlamışsa, “halka ateş” sayılmaz mı?
Komisyon’da hiçbir milletvekili sormadı.

Esas şunu sormadılar:
“Sayın Komutan… O 5 darbeyi bir sayar mısınız? Katıldığınız, görev yapıp bugün tutuklanmış uzman çavuşlar, askeri öğrenciler gibi emir aldığınız darbeler oldu mu? Hangileri? O darbelere de karşı mı çıktınız? 15 Temmuz gibi düğündeydiniz de haberiniz mi yoktu?”

“Darbe Araştırma Komisyonu”, darbe esami listesinde “göreve devam” yazan orgenerale sorular soruyor, ama “darbe karşıtı” o sivil milletvekilleri “O kadar darbeye siz de katıldınız mı?” diye soramıyor.
Karşınızda, “5 darbe gördüm” diyen biri var ve “Hepsini evden, düğünden mi gördünüz? Bizzat katılıp emir altında da olsa görev yaptıklarınız, cunta emri uyguladıklarınız, darbeye karşı çıkmayıp bizzat herhangi bir komuta mevkiinde bulunduklarınız oldu mu” diye tarihe not düşemiyorsunuz.


Yaşı itibariyle Mendi 27 Mayıs darbesini ancak evden, okuldan görmüştür. “Başarılı darbecilerin başarısız darbeci olduğu için ateş açıp sonra astıkları” Aydemir darbe girişimini de! Başbakan ve bakanların idamını da!
Askeri okula girdiğinde o darbeyi, idamları hiç kınadı mı? Belki hatırlamıyordur.

1970-71 12 Mart darbe sürecinde ise teğmen. Bugün emre uydukları veya uyudukları için içeride olan birçok ast gibi.
O darbeye karşı çıkıp sivil iktidara yardıma mı koşmuş? Yok! Kariyeri devam etmezdi zaten.
Darbe karşıtı olarak değil, darbe emirlerine uyarak kariyer devam etmiş.
Bugünkü nice “darbe karşıtı” komutan gibi.
Darbeci Evren’e Evet oyu vermiş yüzde 90 milliyetçi, muhafazakâr ve de cumhuriyetçi “darbe karşıtı millet” gibi!

12 Eylül darbesinde kendisi yine görevde, emir alıp veren bir subay. Komutanları da var, komutanlığı da. Darbeye karşı mı durmuş? Yok öyle şey! Yoksa generalliği göremezdi.

28 Şubat’a geliyoruz. AKP için önemli darbe süreci.
“Darbe karşıtı general ”(Örneğimiz o. Ötekiler de farklı değil) Özel Kuvvetler’de komutan.
15 Temmuz’da Özel Kuvvetler’de darbeci paşa vuran Astsubay Halisdemir gibi, hadi kimseyi vurmasın da, darbeye göğsünü siper mi etmiş?
Yok. Yapsa tarihe geçer ama paşalıkları geçemezdi.

“Gördüğüm 5 darbe”de 27 Nisan Muhtırası da var mı? O sıra general. Genelkurmay’a direnmiş mi, “Bu bir darbe muhtırası” diye. Yok.

Lakin bir “darbe saldırısı” sonrası düğünden emekli olup “Darbe Komisyonu”nda“darbe karşıtı” olarak diyor ki “5 darbe gördüm…”
Kimse diyemiyor ki, “Gezdiğin gördüğün senin olsun, yaptıklarını anlat lütfen!”

“Baş aşağı” ülkede, baş ve göz dönmesi yüzünden; yıllarca Cemaatle ortak yayın yapmış, onları övmüş, onlarca ağırlanmış, onları tayin terfi ettirmiş, sahiplenmiş, kollamış siyasetçi ve iktidar gazetecileri ile devlet, yargı düzeni, bağımsız gazetecileri içeri atıp bir de taşlamaya kalkıyor
Hakiki soruları sormadınız mı, dünyaya baş aşağı bakıp doğru zannedersiniz!
O yüzden “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” denen şeyde tek doğru kelime devlettir!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.