'Bir Başkadır'da kamerayı kim tutuyor?

Kürtler bu mahalleyi iyi tanıyor. Gezi’ye medya yer vermeyince ‘’Kürtler neden çift çanak anten kullanıyormuş anladık’’ diyen ve iktidarın sopasını gördüğü ilk anda hafızasını resetleyenlerin ikâmet ettikleri mahalle işte. Belki de murislerinin kaybettiği iktidara içerleyen, bu topraklarda öteki olma deneyimini yeni yeni yaşamaya başlayanların mahallesi.

Google Haberlere Abone ol

Ferhat Kılıç

Türkiye’deki entelektüel açlığı bir anlamda çarpıcı şekilde ortaya çıkaran bir dizi olarak ‘’Bir Başkadır’’, zengin tartışmaların oluşması için de yeni fırsatlar yaratabilecek potansiyellere sahip görünüyor. Uzun zamandır Türkiye toplumunu anlamanın amentüsüne dönüşen toplumun çeşitli şekillerde kutuplaşmalar yaşıyor olduğu söylemi veya Türk siyasi terminolojisinin pek sevdiği tabirle farklı ‘’mahalle’’lerin hızla içe kapanıp bütün diyalog yollarını yitirdiği açıklamaları, artık Türkiye’de hemen herkesin ezberlediği analizlerdendir.

‘’Bir Başkadır’’ dizisinin gösterdiği ise bu siyasi analizlerin toplumsal gerçeklikle pek de uyuşmuyor olabileceğidir. Dizide Türkiye’deki birçok farklı sınıf ve birçok farklı kimlik, sosyal hayatta birbirlerine çeşitli şekillerde temas etmekte ve birbirlerini çeşitli şekillerde etkileyebilmektedir. Hatta dizi, bunun ötesinde bu farklı konumların birbirlerini dönüştürdüğü iddiasını da taşıyor. Bu tip iddialar taşıyan bir dizi haliyle çeşitli yönlerden tartışıldı ve tartışılıyor. Öte yandan diziye dair yapılan tartışmaları dizi piyasasının koşullarını öne sürerek geçersizleştirmeye veya değersizleştirmeye çalışan bir itiraz da mevcut. Sanırım bu yaklaşımın en önemli sakıncası farkında veya farkında olmayarak eleştirinin de piyasa koşullarına teslim olmasını, bu piyasa koşullarını varsayarak ortaya çıkmasını talep etmesidir. Halbuki ister tamamen sanatsal kaygılarla isterse piyasa koşullarına cevap verebilmek amacıyla üretilsin sonuç olarak her türlü üretim; bir metin olarak ele alındığında Edward W. Said’in ortaya koyduğu üzere ortaya çıktığı evrenin siyasal anlayışlarının, siyasal dinamiklerinin dolayımından geçme yazgısını taşır. Metnin bu ‘’dünyevilik’’ özelliği bize, bu dizinin üretici özneleri hakkında da piyasayı şekillendiren siyasa hakkında da bilgiler vermektedir. Elbette her metinde olduğu gibi bu dizide de ortaya çıkan mesajlar, yönetmenin ve bu üretimin içinde bulunan herkesin niyetini aşan anlamlar da üretmiş olabilir. Ama yine de izleyicinin çağrışım dünyasının, üretilen imajlarla tarihsel ve kültürel uzlaşılar taşıdığını da eklemek gerekiyor. Sonuç olarak Türkiye toplumunu kimlikler üzerinden ve bu kimliklerin birbirleriyle ilişkileri üzerinden ekrana taşımak önemli iddialar taşır ve bunlar da eleştiri alanının da haklı zeminini oluşturmak için yeterli sebeplerdir.

Temsiller üzerinden yaratılan her ürün için ‘’Bu kimlik neden bir başka şekilde değil de bu şekilde temsil edilmiştir?’’ sorusu daima sorulmaya değer ve eleştirel perpektif için de bir o kadar önemlidir. Öncelikle Kürt temsillerine baktığımızda Kürtlere dair ‘’iyi veya kötü’’ birçok klişenin tekrarlandığına şahit oluyoruz. Bunların bir kısmı doğrudan izleyiciye yansırken bir kısmı da daha gizli şekillerde kullanılmış veya metnin kendisi, bu klişeleri üretecek çeşitli dinamiklere yaslanmıştır. Söz konusu klişelerden izleyicinin en açık şekilde algıladığı ve Türkiye tarihinin sömürgeci batı muhayilesiyle ortaklaştığı klişe elbette 'tecavüzcü' imajıdır. Ruhiye’ye cinsel saldırıda bulunanın dizi boyunca bir isme sahip olmaması, sapık veya o diye bahsedilmesi yanında, hem göç hikayesiyle hem de köydekilerden farklı şivesi ve fiziksel görüntüsüyle kimlik temsilleri üzerinden Türkiye panoraması oluşturmaya çalışan bir dizide elbette Kürt olarak alımlanıyor. Bu, ya Kürt bir ailenin hikâyesini (Gülbinin ailesinin) ‘’objektif’’ bir şekilde göstermenin karşılığında Türk toplumuna verilmiş bir diyettir ya da toplumsal veya tarihsel hiçbir gerçeklikle yüzleşme deneyimine sahip olmamış bir ulusun Hilmici veya Jungçu anlamda kollektif bilinçaltının dışavurumudur. Yoksa tecavüzcü imajı söz konusu olduğunda akla her defasında benzer tipolojilerin gelmesine başka bir gerekçe bulmak pek mümkün görünmüyor.

Bir başka klişeyi de Gülbin karakteriyle ablası Gülan’ın tartışmalarında görüyoruz. Anaakım kanalların vazgeçemediği aşiret dizilerinden transfer edilmiş gibi duran Gülan karakterinin günümüz Türkiyesi'nde mevcut iktidar üzerinden zenginleşen muhafazakar Kürt temsili olduğunu yaşam tarzından ve kardeşi Gülbin'le tartışmalarından anlamak zor olmuyor. Ama söz konusu tartışmada Gülbin’in, ablası Gülan’a ‘’Bugün kim atıyorsa o tekmeyi gidip ayaklarının altını öpüyorsun’’ demesi, Kürt sorununun tarihselliğini görmezden gelip mevcut iktidara bağlama kolaycılığını gösteren ‘’Muhafazakar Kürt oyları bu iktidarı yarattı’’ söylemiyle de kesişen bir anlayış olduğunu söylemek, sanırım zorlama bir çıkarım olmayacaktır. Dolayısıyla bu söylemin de yerleşik 'tecavüzcü' imajının üretildiği aynı tarihselliğe yaslandığını gayet anlayabiliyoruz.

Klişelerin; toplumların kolektif hafızasının içerik olarak doyum noktasına ulaşmış tanımlayıcı kabulleri olduğunu ve ‘ötekine’ dair üretilen bazı klişelerin de egemenin, ‘ötekini’ şerhler düşerek kabul etmesinin zihinsel konforunu sağladığını hatırlayarak bir başka klişeye bakalım. Buna da ‘’Kürt ailelerde kadınlar erkeklerden daha baskındır’’ söylemine yaslanan, Gülbin’in ailesindeki erkeklerin pasif hatta yer yer ezik karakterler olarak sunulmaları gösterilebilir. Ailenin babası ve Civan, 'sapık' karakteriyle beraber düşünüldüğünde Kürt erkekliğinin failliğinin ancak 'tecavüzcü' olabileceği aksi takdirde kastre edilmiş erkekler olarak kabul edilebileceği alt metnini ortaya koyuyor. Bu kastre ederek kabul etme şartı, Kürt bir ailenin hayatının bir mücadele hikayesi olarak göstermek yerine süregelen bir ezber olan Kürtlüğü acıları üzerinden tanıma/tanıtma tercih edilirken de karşımıza çıkıyor.

Bütün bu klişeler düşünüldüğünde yazının başlığının sorduğu sorunun cevabına biraz daha yaklaşabilmek adına bu klişelerin Türkiye’deki hangi mahallenin zihin dünyasının ürünleri olduğu sorusuna bakalım. Bu sorunun cevabı dizide öne çıkan başörtülü karakterlerle beraber düşünüldüğünde bize yeterli ipuçlarını verecektir. Başörtülü karakterlerin çoğu okumamış, belirgin bir şivesi olan, ucuz işgücü olarak kurgulanırken; imamın kızı ise okuyor olduğu için veya okuyacağı için başörtüsünden vazgeçen bir karakter olarak gösterilmektedir. (Yoksa kabul etmek için bir kastrasyon daha mı!) Bu tespite muhtemel eleştirilerden biri imamın kızının bu hareketini üniversite okuyor olmaya değil de -dizide henüz netleşmeyen- cinsel yönelimine bağlamak olacaktır. Bu eleştiri de bizi ancak Peri’nin, ailesinin mahallesinden bir sokak öteye taşındığı ‘yeni’ Kemalist mahalleye götürebilir. İşte tam da bu ‘yeni’ Kemalist mahalle bize yazının başlığı olan sorunun cevabını veriyor. Buradaki yeni sıfatı, tırnak içinde yazılmasından da anlaşılacağı üzere gerçek anlamda bir ‘’yeni’’yi kastetmiyor. Bu mahalle, Kemalist ebeyenlerinin ‘ötekilere’ yönelik üretmiş oldukları pejoratif temsil ve klişelerden artık hiçbir şekilde savunulamaz hale gelenleriyle yüzleşme içinde olduklarını gösterirken bu yüzleşmeyi de yine aynı mirastan aldıkları daha az görünür araçlarla gerçekleştirmeye çalışanların mahallesidir. Yani murislerinden aldıkları kılıçla bir çıban olduğu herkes tarafından bilinen çirkinliklerini ortadan kaldırmayı bir yüzleşme olarak gösterenlerin ikâmet ettiği yerlerdir buralar. Oysa bu çıbanlarını kesmenin gerçek bir yüzleşmeden ziyade yeniden iktidar olma arzusuyla ‘güzelleşme’ niyeti taşıdığı da gittikçe ortaya çıkıyor.

Bu ‘yeni’ mahallenin nasıl bir yer olduğu, Kemalist bir ailenin kızı olan Peri karakterine yakından bakılacak olursa biraz daha netleşecektir. Peri ismiyle başlayacak olursak Peri’nin anlamı: Doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, çok güzel olarak nitelenen ve genellikle masallarda adı geçen düşsel dişi varlık olarak geçmektedir. Peki bu ’yeni’ kemalist mahallenin gördüğü düş nedir? Peri karakterinin, Avrupa’da iyi bir eğitimden geçmiş, Batı’ya angaje ‘’entelektüel’’, vejetaryen, yeni dünyanın iyi insan olmak için gerekli on duyarlılığına sahip olma ödevini yerine getirmeye çalışan ve bu sebeple ailesinden miras olarak aldığı ön yargılardan bazılarıyla hesaplaşmak için çabalayan bir karakter olduğunu görüyoruz. Bu yüzleşme arzusunun kurucu unsurlarına bakıldığında; bunlardan birinin, üstü çizilmiş halde yazılan kelimenin can sıkıcı görünen çizgisini silmeye dair bir çaba olduğu görülecektir. Peri karakterinde, ‘yeni’ kemalist mahalle sakinlerinin, Batı’yla entegrasyonları sonrası kendi toplumlarıyla bir yüzleşme çabası içinde olduklarını görüyoruz. Oysa Peri karakteri üzerinden gösterilen bu yüzleşme masalını koşullayan ‘’Birbirimizi sevmeyi unuttuk’’ indirgemeciliği, sorunun yapısal koşullarını mahir bir el çabukluğuyla geçiştirme hüneri olarak karşımıza çıkmaktadır. Temsiller üzerinden inşa ettiği karakterlerin yaşadıkları problemleri Türkiye’nin yapısal sorunları bağlamında göstermektense tamamen kişisel hikayelere indirgerken dizinin de bu aynı mahareti gösterdiğine şahit oluyoruz. Bu ‘yeni’ kemalist mahallenin sakinlerinin, ebeveynlerinin konumları sayesinde elde ettikleri imtiyazlar üzerinden biriktirdikleri Batılı entelektüel sermayelerini Türkiye gerçekliğinin yapısal sorunlarına çözüm bulmak için sarf etmedikleri bu dizi vesilesiyle bir kez daha ortaya çıkmış oluyor. Yeni yeni ortaya çıkan bir diğer gerçek de bu sermayenin söz konusu öznelerin bireysel olarak kendilerini iyi hissetme halini temin etme uğruna harcadıklarıdır. Anlaşılan, sebep olduğu hiçbir sorunla yüzleşme pratiği geliştirememiş bir ulusun Batılı ‘yeni’ Kemalist sınıfı; yüzleşme deneyimini, ebeveynlerini Facebook enformasyonu alıcıları olarak karikatürize ederek hem onların tarihsel sorumluluklarını hem de onlardan devraldıkları imtiyazların konuşulmasını gizleme pratiği olarak kurmaktadır. Nihayetinde ‘’Bir Başkadır’’ dizisinin Türkiye’yi okuma biçimi de Türkiye’nin yapısal sorunlarına dair ortaya koyduğu örtük çözümler de bu dizide kamerayı Peri’nin tuttuğunu ve kadrajdan görünenin de Peri’nin düşü olduğunu gösteriyor.

Sonuç olarak aslında Kürtler bu mahalleyi iyi tanıyor. Gezi’ye medya yer vermeyince ‘’Kürtler neden çift çanak anten kullanıyormuş anladık’’ diyen ve iktidarın sopasını gördüğü ilk anda hafızasını resetleyenlerin ikâmet ettikleri mahalle işte. Belki de murislerinin kaybettiği iktidara içerleyen, bu topraklarda öteki olma deneyimini yeni yeni yaşamaya başlayanların mahallesi. Ezilenlerle dayanışma pratiklerinin gerisinde bir yerlerde, öteki olarak yaşamayı sürdürememek ve ‘onlar çoğunlukmuş’ dehşetiyle tekrar iktidar olma düşleri gören bunun için bu ülkenin asıl ötekilerini birer stepne olarak kullananların mahallesi.