Yarasalardan insan ciğerlerine korona virüsünün evrimi

Yeni korona virüsü anlaşılması zor bir katil. İnsanlar bu alt türü daha önce hiç görmediklerinden, gizemini koruyan pek çok şey mevcut. Scripps Research Enstitüsü’ne bağlı İmmünoloji ve Mikrobiyoloji bölümünde profesör olan Kristian Andersen, “Neredeyse tüm bilimsel alan şimdi bu virüse odaklandı. Savaş benzeri bir durumdan bahsediyoruz” diyor.

Google Haberlere Abone ol

Carolyn Kormann

Adı bile olmayan bir parazit, binlerce yıl boyunca Güney Çin’deki at nalı yarasaları arasında mutlu biçimde yaşadı. Yarasalar, fark etmedikleri bir noktaya doğru evrimleşti; geceleri hiç zorlanmadan uçmaya başladılar. Bir gün, korona virüsünün atası olan SARS-CoV-2 adlı parazit, kendi yaşam alanını genişletme fırsatını yakaladı. Belki bir pangoline yani bir pullu karıncayiyene veya sürekli biçimde yaban hayatı kaçakçılığının kurbanı olan ve çoğunlukla Güneydoğu Asya ve Çin’de bulunan canlı hayvan pazarlarında gizlice satılan ve nesli tükenmekte olan başka bir türe geçti. Belki de böyle olmadı. Genetik yol belirsizliğini hâlâ koruyor. Buna karşın, virüs, hangisi olursa olsun yeni bir türde hayatta kalmak için dramatik bir şekilde mutasyona uğradı. Hatta hâlihazırda yeni ev sahibinin içinde yaşamakta olan farklı bir korona virüsü suşuna (alt türüne/ç.n.) ait bir parçayı bünyesine katmış olabilir ve bir meleze dönüşerek daha iyi, daha güçlü bir versiyona, çeşitli türlerde yaşama yeteneğine sahip bulaşıcı bir ‘sıradan virüse’ dönüşmüş olabilir. Daha yakın zamanlarda, korona virüsü yeni bir tür yarattı: bu, şu anda bizim sorunumuz olan türdü. Belki yorgun bir yolcu gözlerini ovuşturmuş ya da kazara burnunu çizmişti veya endişeli ve bilinçsiz biçimde tırnaklarını kemiriyordu. Küçücük, görünmez bir virüs damlacığı. Bir insan yüzü. Ve işte buradayız, küresel bir salgınla savaşıyoruz.

Dünya genelinde teyit edilen vakalar (SARS-CoV-2’nin neden olduğu hastalık olan Covid-19 bağlamında laboratuvar testi pozitif olanlar) yedi gün içerisinde iki katına çıktı; 19 Mart’ta yaklaşık iki yüz on üç bin, 26 Mart’ta dört yüz altmış yedi bin. 26 Mart itibariyle, Amerika Birleşik Devletleri’nde dünyadaki herhangi bir ülkeden daha fazla doğrulanmış vaka mevcut. Bu sayılar, bu ülkede ve dünya genelinde aslında bilinmeyen toplam sayının bir kısmını oluşturuyor ve sayılar yükselmeye devam edecek. Bu ayın başlarında Science dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmayı gerçekleştiren bilim insanları, teyit edilen her bir vaka için, toplumda hastalığı taşıyan ve tespit edilmemiş beş ilâ on kişi daha olduğunu açıkladılar. Bu, olası bir ihtimal olarak ortada duruyor. Çalışmanın yazarlarından ve Columbia Üniversitesi’nde Çevre-Sağlık Bilimleri Profesörü olan Jeffrey Shaman, “Testler yeterli değil” diyor. Acil servis doktorlarının yorumları, sosyal medyada S.O.S. fişekleri gibi dolaşıyor. Bunlardan biri Milano’nun kuzeyindeki Bergamo’da doktor olan Daniele Macchini’nin mesajı ve durumu, “Bizi ezip geçen bir tsunami gibi” diye nitelendiriyor.

İLK OLARAK 2003’TE YARASALARSA TESPİT EDİLDİ

Bilim insanları ilk olarak korona virüsünü 2003 yılında yaşanan ‘şiddetli akut solunum sendromu’ (SARS) salgını sonrasında, yarasalar arasında ortaya çıktığını keşfettiler. New York’taki EcoHealth Alliance’da -hayvanlardan insanlara atlayabilen- zoonotik virüsleri inceleyen bir epidemiyolog* olan Jonathan Epstein, eşzamanlı SARS salgınının yaşandığı ve hayvanlardan insanlara birden fazla yayılma geçekleştiği düşünülen Çin’in Guangdong eyaletindeki virüs kaynağını bulmak için iz süren bir araştırma ekibinin üyesiydi. Sağlık yetkilileri, ilk günlerde, SARS salgınıyla bağlantılı olduğu, pazarlarda yaygın olarak satıldığı ve virüs testi pozitif çıktığı için, hastalıktan Çin’in kimi bölgelerinde yaygın olarak yenen ve gelinciğe benzeyen bir tür olan misk kedisinin sorumlu olduğuna inanıyordu. Buna karşın, Guangdong’daki başka bölgelerde yetiştirilen miskler virüse ilişkin hiçbir antikor taşımıyordu; bu bulgu, pazarda satılan bu hayvanların yalnızca aracı, yani aşırı düzeyde bulaştırıcı bir konak olduğunu gösterdi. Epstein ve diğer bilim insanları, bölgenin kırsal, tarımsal tepelerinin tamamında bulunan ve o sırada Guangdong’un mahalle pazarlarındaki kafeslerde de satılan yarasaların korona virüsünün doğal kaynağı olabileceğinden şüpheleniyorlardı.

Araştırmacılar kırsal kesimde dolaştı, kireç taşından oluşmuş mağaraların içinde sahra laboratuvarları kurdu ve gece boyunca onlarca yarasadan örnek topladı. Aylar süren bir araştırmanın ardından, Epstein’ın ekibi, SARS benzeri korona virüsünü taşıyan dört at nalı yarasası türü olduğunu keşfetti; bunlardan biri, genetik olarak (bizi hasta edenle/ç.n.) yüzde doksandan fazla bir eşleşmeye sahip olan bir korona virüsü taşıyordu. Epstein, “SARS virüsü gruplarının ortaya çıktığı her yerde bulundular” açıklamasını yaptı.

Yarasalar üzerinde yıllarca devam eden daha fazla gözlemden sonra, araştırmacılar, netice itibariyle doğrudan SARS’ın öncülü olan korona virüsünü bulundu; ayrıca, altı kıtada yaşayan bin dört yüz yarasa türünün bazıları arasında gezinen diğer korona virüslerini keşfettiler. Korona ve diğer virüs aileleri, insan uygarlığının tamamı boyunca ya da muhtemelen daha uzun bir süre boyunca yarasalarla birlikte gelişmeyi sürdürdü. Korona virüsü ailesi büyüdükçe, aynı anda farklı suşlar yarasaları enfekte ediyor, küçük bedenlerini virüs mikserine dönüştürüyor ve her türden yeni suşlar yaratıyor; üstelik, bunların bazıları diğerlerinden daha güçlü. Bu süreç, yarasaları hasta etmeden gerçekleşiyor ve bu durum, bilim insanlarının, memeliler ailesinde bulunan yarasaların uçma yeteneğiyle bağlantılı olduğunu düşündüğü bir olgu. Bu başarı, bağışıklık sistemlerinin hücre hasarını onarmak ve daha fazla enfeksiyona yol açmadan virüslerle savaşmak için daha iyi bir yol geliştirmesi karşılığında ciddi bir bedel gerektirir. Ne var ki, bu virüsler -bir pangolin, bir misk kedisi veya bir insan olan- yeni bir türe sıçradığında, neticesi şiddetli ve bazen ölümcül bir hastalık olabilir.

SARS İLE ORTAK ATADAN GELİYOR

2013 yılında, Epstein’ın Çin’deki öncelikli araştırma ortağı olan Shi Zheng-Li, yarasalarda bulunan bir korona virüsünün gen dizilimini çıkardı ve ocak ayında, virüsün genomunun yüzde doksan altısının SARS-CoV-2 ile ortak olduğunu keşfetti. Bu iki virüs, otuz ilâ elli yıl öncesine dayanan ortak bir ataya sahipti; fakat kusursuz bir eşleşmenin olmaması, virüsün farklı yarasa kolonilerinde ve ardından da bir ara konakta daha fazla mutasyon yaşadığını göstermekteydi. Wuhan’da ilk kez kırk bir şiddetli zatürree vakasının duyurulduğu aralık ayında, vakaların birçoğu, vahşi hayvanların satıldığı kötü şöhretli bir semt bir pazarıyla ilişkilendirildi. Bu pazarda gelincik, porsuk, misk kedisi ve tavşan gibi hayvanlar üst üste konan kafeslerde istifleniyordu. Epstein, “Bu, temelde yer çekimi nedeniyle dışkıların ve virüslerin değiş tokuş edildiği bir ortam” diyor. Çinli yetkililer, pazarda satılan hayvanları test ettiklerini ve hepsinin negatif çıktığını açıkladılar; bununla birlikte, Epstein’ın dedektiflik benzeri araştırması için çok önemli olan bilgileri, yani hangi hayvanları test ettiklerini belirtmediler. Çinli yetkililer, daha sonra virüsü pazardaki tezgâhlardan ve su oluklarından alınan örneklerde buldu. Öte yandan, tespit edilen ilk hastaların tamamının ne pazarla ne de birbirleriyle bir ilişkisi olmadığı için, Epstein “Söz konusu kırk bir kişinin belki de ilk vaka olmadığı” ihtimalini gündeme getirdi.

SARS-CoV-2 genomuyla ilgili incelemeler tek bir yayılma olayı yaşandığını gösteriyor; yani virüs bir hayvandan bir insana yalnızca bir kez sıçramış ve bu da virüsün aralık ayından önce insanlar arasında dolaşmaya başladığını gösteriyor. Wuhan pazarındaki hayvanlar hakkında daha fazla bilgi verilmediği sürece, iletim zinciri asla açık biçimde anlaşılamayabilir. Bununla birlikte, sayısız ihtimal söz konusu. Bir yarasa avcısı veya vahşi hayvan kaçakçısı virüsü pazara taşımış olabilir. Pangolinler, yıllar önce yarasalardan almış olabilecekleri bir korona virüsünü taşırlar ve bu virüs, gen diziliminin çok büyük bir bölümünde SARS-CoV-2 ile neredeyse aynı dizilime sahiptir. Fakat hiç kimse pangolinlerin Wuhan pazarında satıldığına ilişkin bir kanıt bulamadı; hatta satıcıların pangolin kaçakçılığı yaptığına dair bir delile de ulaşılamadı. Vanderbilt Üniversitesi Tıp Merkezi’ne bağlı İmmünoloji ve Enfeksiyon Enstitüsü’ndeki Pediatrik Bulaşıcı Hastalıklar Bölümü yöneticisi olan Mark Denison, “Dünyamızda, farklı bir durumda herhangi bir soruna neden olduğu bilinemeyecek olan bu virüslerin, bir şekilde insan topluluklarına bulaşmasına ve hastalık yaymasına neden olan koşullar yarattık. Ve bu virüs türü, ‘burayı gerçekten seviyorum’ diyor.”

Yeni korona virüsü anlaşılması zor bir katil. İnsanlar bu alt türü daha önce hiç görmediklerinden, gizemini koruyan pek çok şey mevcut. Yine de, yalnızca son birkaç hafta içinde bile, genetik hafiyelik, atom seviyesinde görüntüleme, bilgisayar modelleme ile SARS ve MERS (Ortadoğu Solunum Sendromu) dahil olmak üzere diğer korona virüsü türleri hakkında daha önce yapılan araştırmalardan elde edilen bilgiler, araştırmacıların, özellikle de sosyal mesafe+- önlemleri, antiviral ilaçlar ve nihayetinde bir aşı sayesinde hastalığı tedavi edebilecek ya da ortadan kaldırabilecek şeylerle ilgili olağanüstü miktardaki bilgiyi süratli bir şekilde öğrenmelerine yardım etti. Ocak ayından bu yana, henüz hakemli olmayan çalışmalar için bir ön baskı sunucusu olan Biorxiv’e virüs hakkında yaklaşık sekiz yüz makale gönderildi. Dünya çapında farklı vakalardan binden fazla korona virüsü genom dizisi çıkarılarak, halka açık veritabanlarında paylaşıldı. Scripps Research Enstitüsü’ne bağlı İmmünoloji ve Mikrobiyoloji bölümünde profesör olan Kristian Andersen, “Bu, çılgınca” diyor. “Neredeyse tüm bilimsel alan şimdi bu virüse odaklandı. Savaş benzeri bir durumdan bahsediyoruz.”

VİRÜS EVRENİNİN EN TEHLİKELİSİ

Aramızda, RNA veya DNA’dan oluşan sonsuz sayıda virüs dolaşıyor. Dünya çapında çok daha fazla bolluk yaşayan DNA bazlı virüsler, (suçiçeğini de içeren) herpes virüsleri, hepatit B ve kansere neden olan papilloma virüsleri gibi endemik, gizli ve kalıcı sistemik hastalıklara neden olabilirler. Denison, “DNA virüsleri bizimle yaşayan ve bizimle kalan türlerdir” diyor. “Ömür boyu bizimle birlikteler.” HIV gibi retrovirüsler ise genomlarında RNA taşırlar; fakat bir insan konaktayken DNA virüsleri gibi davranırlar. Buna karşın, RNA virüsleri daha basit yapılara sahiptir ve hızla mutasyona uğrarlar. Epstein, “Virüsler hızla mutasyona uğrar ve avantaj sağlayan özelliklerini koruyabilirler” diyor. “Daha karmaşık ve genel bir yapıya sahip olan virüs, birçok farklı konakta yaşayabilir, yayılabilir ve neticede hayatta kalma şansı daha yüksek olur.” Bunların dışında, kızamık, Ebola, Zika ve grip ve korona virüsleri de dahil olmak üzere, bir dizi solunum yolu enfeksiyonu salgınlarına yol açma eğilimi gösterirler. Yale Üniversitesi’nden Rachel Carson Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Profesörü Paul Turner, “Bizi en fazla şaşırtan ve en çok zarara yol açanlar bunlar” diyor.

Bilim insanları, 1950’lerde bulaşıcı bronşitten muzdarip tavuklardan alınan örnekleri ilk elektron mikroskoplarında incelerken korona virüsü ailesini keşfettiler. Korona virüsünün RNA’sı, yani genetik kodu, biri virüsün yüzeyini mantar benzeri sivri uçlarla süsleyen ve virüse bir taç (korona) görünümü veren üç farklı protein türüyle kaplıdır. Bilim insanları, daha sonra domuzlarda ve ineklerde hastalığa neden olan diğer korona virüsü türlerini keşfettiler ve ardından, 1960’lı yılların ortalarında, insanlarda soğuk algınlığına neden olan iki virüs bulundu (Sonraki yıllarda yapılan yaygın taramalarda, soğuk algınlığından sorumlu iki insan korona virüsü daha tespit edildi). Bu dört soğuk algınlığı virüsü, uzun zaman önce hayvanlardan bize taşınmış olabilir; fakat günümüzde, yılın belirli dönemlerinde ortaya çıkan mevsimsel soğuk algınlığının yüzde on beş ilâ otuzundan sorumlu olanlar tamamen insan kaynaklı virüslerdir. Tıpkı yarasaların yüzlerce diğer korona virüsü türü için doğal yaşam alanı olması gibi, bizler de bunların doğal yaşam alanlarıyız. Ne var ki, ciddi hastalıklara neden olmadıkları için çoğu zaman görmezden gelindiler. 2003 yılında, nidoviraller** (korona virüslerinin dahil olduğu bir küme) hakkında düzenlenen bir konferans, yeterince ilgi olmaması nedeniyle neredeyse iptal ediliyordu. Ardından, yarasalardan misk kedilerine ve sonra da insanlara bulaşan SARS ortaya çıktı ve konferansın biletleri tükendi.

SARS, şu anda karşı karşıya olduğumuz yeni virüsle yakından bağlantılı. Yakın ilişkili soğuk algınlığı korona virüsleri yalnızca (burun ve boğaz gibi) üst solunum yolunu enfekte ederken, son derece bulaşıcı olma eğilimi taşırlar; SARS ise öncelikle (akciğer gibi) alt solunum sistemini hasta eder, bu nedenle çok daha ölümcül bir hastalığa neden olur ve yaklaşık yüzde 10 ölüm oranına sahiptir. (2012 yılında Suudi Arabistan’da ortaya çıkan, önce yarasalardan develere ve sonra insanlara bulaşan MERS ise yüzde 37 ölüm oranıyla alt solunum sisteminde çok daha tehlikeli hastalıklara neden oldu.) SARS-CoV-2, kendisinden önce gelen tüm insan korona virüslerinin canavara benzeyen mutant bir melezi gibi görünüyor. Solunum yollarımız boyunca bulaşıyor ve çoğalabiliyor. Üç yıldan fazla bir süredir korona virüslerini inceleyen Mikrobiyoloji ve İmmünoloji Profesörü Stanley Perlman, “İşte bu yüzden bu kadar kötü” diyor. “SARS ve MERS korona virüslerinin (tehlikeli/ç.n.) alt solunum sistemi hasarını ve soğuk algınlığı korona virüslerinin (aşırı/ç.n.) bulaşıcılığını bünyesinde barındırıyor.”

SARS-CoV-2’nin çok yönlü ve bu yüzden çok başarılı olmasının sebeplerinden biri, akciğer hücrelerine tutunma ve kaynaşma konusundaki özel becerileriyle ilişkilidir. Korona virüslerinin hepsi de karmaşık ve çok aşamalı bir süreçle insan hücrelerine sızmak için (bir çıkıntı şeklindeki/ç.n.) ‘başak proteinlerini’ kullanırlar. Öncelikle, başak proteinin bir mantarın şeklini taklit ettiğini düşünürseniz, başlığı (tepesi/ç.n.), hücrelerimizin kilitlerine uyan moleküler bir anahtar gibi davranır. Bilim insanları buna ‘kilit reseptörleri’ adını verirler. SARS-CoV-2’de, başlık, akciğerler ve böbrek hücreleri de dahil olmak üzere insan bedeninin farklı kısımlarında bulunan ve ‘ACE-2’ denilen bir reseptöre kusursuz bir şekilde bağlanır. ACE-2 reseptörleri dış dünyadan erişilebilir durumda olduğu için korona virüsleri solunum sistemine saldırır. Perlman, “Virüsün yalnızca vücuda sızması yeterli olur,” diyor, “buna karşın, böbreğe ulaşmak o kadar kolay değildir.”

BENZERLERİNDEN ÇOK DAHA GÜÇLÜ, HIZLI VE BECERİKLİ

Ulusal Sağlık Aşı Araştırma Enstitüsü’nde yürütülen korona virüsü programının bilimsel lideri Kizzmekia Corbett’in söylediği kadarıyla, ilk SARS virüsü ACE-2 reseptörüne bağlanırken, SARS-CoV-2 virüsü reseptöre on kat daha verimli bir şekilde bağlanıyor. “Bağlanma oranı daha yüksek, bu da potansiyel olarak enfeksiyon sürecinin başlangıcının daha verimli olduğu anlamına gelebilir.” SARS-CoV-2, aynı zamanda SARS ve MERS’in sahip olmadığı, -vücudumuzda yaygın olarak bulunan ve bunlardan ‘furin’ adlı biri de dahil olmak üzere- başak proteinin tepesini kökünden koparmak üzere insan dokusundan salgılanan bazı enzimleri kullanmak gibi eşsiz bir yeteneğe sahip görünüyor. Ancak o zaman kök, virüs zarını ve insan hücre zarını bir araya getirerek, virüsün RNA’sının hücreye aktarılmasını sağlayabilir. Chapel Hill’de bulunan Kuzey Carolina Üniversitesi Epidemiyoloji Bölümü’nde Yardımcı Doçent olan Lisa Gralinski’ye göre, ACE-2 reseptörüne bağlanmak ve füzyonu harekete geçirmek için insan enzimlerini kullanma noktasındaki bu süperşarjlı yetenek, “Yeni virüsün bulaşıcılığına ve daha yüksek bir seviyede tohumlama enfeksiyonları yaratmasına aşırı düzeyde yardımcı olabilir.”

Korona virüsü bir kişinin bedenine girdiğinde önce üst solunum sistemine yerleşir ve hücrenin yapısını ele geçirerek hızla kendini çoğaltır. Çoğu RNA virüsü kendilerini bir konakta çoğalttığında, süreç hızlı ve kirletici olur; çünkü bir düzeltme mekanizması yoktur. Bu durum sık ve rastgele mutasyonlara yol açabilir. Andersen, “Fakat bu mutasyonların büyük çoğunluğu virüsü hemen öldürür” diyor. Bununla birlikte, diğer RNA virüslerinden farklı olarak, korona virüsü çoğaldığı zaman oluşan hataları kontrol etme kapasitesi vardır. Denison, “Hataları düzelten bir enzimleri var” diyor.

İlk olarak Denison’ın Vanderbilt’te bulunan laboratuvarı, canlı virüsler üzerinde yapılan deneylerde, korona virüslerini bir anlamda kurnaz mutasyoncular haline getiren bu enzimin varlığını doğruladı. Virüsler değiştirmeleri yönünde seçici bir baskı olmadığında, bir konak üzerinde sabit biçimde kalabilirler; ancak gerekli hallerde hızla gelişirler. Örneğin, yeni bir türe sıçradıkları her seferde, konağın yeni fizyolojisinde ve savaşacağı yeni bir bağışıklık sistemine sahip yeni ortamda hayatta kalabilmek için, aceleyle dönüşebiliyorlar. Denison, virüsün bir türün içinde kolayca yayıldığı zamanki tavrının “Burada mutluyum, iyiyim, değişmeme gerek yok” şeklinde olduğunu ifade ediyor. Şu anda, insanlarda olup biten de böyleymiş gibi görünüyor; SARS-CoV-2 tüm dünyaya yayılırken, suşları arasında küçük farklılıklar bulunuyor; ancak bunların hiçbiri, virüsün davranış biçimini etkilemiyor gibi görünüyor. “Bu, hızla uyum sağlayan bir virüs değil. Otomobil yarışı ‘Indy 500’e katılan en iyi araba gibi. En önde ve yolu üzerinde hiçbir engel yok. Kısacası, o arabayı değiştirmesinin de bir gereği yok.”

Bir virüs, -geniz salgısı, sümük, balgam ve hatta nefesimiz vasıtasıyla- konağından mümkün olan en kısa sürede ve büyük miktarlarda yayılmaya devam edebilmek için çoğalır. Korona virüsü benzersiz bir yayılmacı haline gelir. Alman araştırmacılar tarafından bu ayın başlarında yayınlanan ve Covid-19 tanısı konan hastalardan elde edilen verileri inceleyen Çin dışındaki ilk araştırmanın bir ön baskında, enfekte kişilerin belirtiler göstermeden önce virüsü büyük oranda etrafa yaydıklarına ilişkin açık kanıtlar ortaya koydu. Aslında -büyük ihtimalle hücrelerimize bağlanma ve kaynaşma konusundaki süperşarjlı yeteneğinden dolayı- virüs bir görünmezlik pelerini giyiyor. Bilim insanları son zamanlarda, kayıt altına alınmamış Covid-19 vakalarının ya da hafif belirtiler gösteren enfekte kişilerin, ağır vakalar kadar bulaşıcı olduğunu ve hastalığa yakalananların yüzde elli beşini teşkil ettiğini ifade ettiler. Bir diğer çalışmada, (hastaneye yatış gerektiren) daha ciddi vakalarda, hastaların virüsü solunum yollarından etrafa otuz yedi gün boyunca yaydığı bulundu.

Bir konakçının dışındayken, yani parazitsel bir araftayken, bir virüs atıldır; pek canlı değildir ama ölü de değildir. Yüz milyon tane korona virüsü parçacığı bir toplu iğnenin başına sığabilir -tipik olarak, bir hayvanı ya da insanı enfekte etmek için binlerce veya on binlerce virüs gerekir- ve uzun süre hayatta kalabilir. ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü’ne bağlı bir tesis olan Montana’daki Rocky Mountain Laboratuvarı Virüs Ekolojisi Bölümü’nde görev yapan araştırmacılar, virüsün bakır yüzeylerde dört saat, bir karton parçası üzerinde yirmi dört saat ve plastik veya paslanmaz çelik üzerinde üç gün boyunca hayatta kalabildiğini buldular. Ayrıca, virüsün üç saat boyunca havada yüzerek, enfekte bir kişinin nefes verdiği, hapşırdığı ya da öksürdüğü zaman havada yayılan küçük solunum damlacıkları aracılığıyla da bulaştığını keşfettiler. (Diğer araştırmalar, virüsün ortamda bir aerosol*** olarak var olabileceğini ama bunun yalnızca çok sınırlı koşullarda mümkün olduğunu düşündürüyor.) Virüs parçacıklarının çoğu, virülenslerini (hastalık yayma yeteneklerini/ç.n.) çok süratli bir biçimde kaybediyor gibi görünüyor. Enfeksiyon penceresi (bulaşma kabiliyeti/ç.n.) ilk on dakika içerisinde en yüksek düzeydedir. Bununla birlikte, enfeksiyon tehlikesi birçoğumuzu anlaşılır bir şekilde temizlik hastalarına dönüştürdü.

Virüsün tüm ihtiyacı sonsuz bir konakçı zinciridir. Bulaşma, evrimsel bir nihai hedeftir. Şimdiye kadar yapılan deneylere dayanarak, araştırmacılar, Covid-19’un yaygın gripten biraz daha fazla ve kızamık gibi en bulaşıcı virüslerden daha az bulaşıcı olduğunu, ayrıca tek bir hastanın hastalığı on iki kişiye daha bulaştırabileceğini tahmin ediyorlar. Muhtemelen korona virüsü dağıtan ‘süper yayıcılar’, yani sebebi her ne olursa olsun, neredeyse hiçbir hastalık belirtisi göstermeyen ama hastalığı diğer birçok insana bulaştıran insanlar var. Fakat bu noktada kesin bir enfeksiyon oranı belirlemek imkansız bir iş. Denison, “Bize ne kadar endişelenmemiz gerektiğini söyleyen bu kesin rakamlar üzerine odaklanmakla ilgileniyoruz” diyor. “Bakın, bu bir sel gibi. Dizlerimize mi yoksa çenemize mi kadar olduğunu biliyor muyuz? Bu önemli değil. Arabamı selin içine sürmeyeceğimden emin olmak için bir şeyler yapmam gerekiyor.”

MÜCADELE YOLLARI ARAŞTIRILIYOR

Birçok yerde, hâlihazırda selin içine girmiş durumdayız. Her gün yüzlerce insan hayatını yitirirken, hastanelerdeki tıbbi malzemeler, yataklar ve solunum cihazları tükeniyor. Bilim insanlarının mevcut anlayışına göre, bu şiddetli Covid-19 vakalarında, hastalığın, virüse karşı gösterdiğimiz bağışıklık tepkisiyle diğer her şeyden daha fazla ilgisi olabilir. Perlman, virüsün hâlâ bir görünmezlik peleriniyle gizlenirken alt solunum sistemimizde bir dayanak kazanabilmesi nedeniyle, “Temel olarak bağışıklık sistemini alt ediyor ve çok süratli biçimde çoğalmaya başlıyor” diyor. Bağışıklık sistemi nihayet virüsün varlığını fark ettiğinde, bu garip yeni istilacılara karşı savaşmak için özel antikorları olmadığı için aşırı biçimde yüklenerek tepki verir ve virüse saldırmak için cephaneliğindeki her şeyi seferber edebilir. Denison bunu “Ateşe benzin dökmek gibi” diye nitelendiriyor. Bu esnada akciğer dokusu şişer ve sıvı ile dolar. Oksijen alışverişi gibi solunum da sınırlı hale gelir. Gralinski, “Ev sahibinin (konağın) bağışıklık tepkisi böylesi aşırı bir seviyede tetiklenir, sonrasında kendi üzerine eklenmeyi sürdürür ve neticede vücut şoka girene kadar kendi üzerine eklenmeye devam eder” diyor. Bu, neredeyse bir ‘otoimmün hastalık’**** gibidir; bunu yapmaması gerekirken, bağışıklık sistemi vücudun bazı bölgelerine saldırır.

Bu tür tepkiler, 2003’te yaşanan SARS salgınında olduğu gibi, yaşlıların Covid-19’a karşı daha savunmasız olmalarının sebebi olabilir. (Bu salgında, on üç yaşın altındaki çocuklar arasında neredeyse hiç ölüm olmadı ve çocuklar hastalandığında, hastalık ortalama olarak yetişkinleri etkileyenden daha hafif bir seviyede seyretmişti.) Denison bana, fare denekler üzerinde SARS’ı incelerken, yaşlı farelerin artık yeni bir virüse dengeli bir şekilde yanıt verme kapasitesine sahip olmadığını ve 'bağışıklık yaşlanması' diye bilinen bir olguyu gözlemlediğini söyledi; bağışıklık sistemlerinin verdiği aşırı tepki daha da ciddi hastalıklara neden oluyordu. Denison, bu durumun ilk SARS salgını esnasında görülen en şiddetli vakaların bazılarında da meydana geldiğini söyledi ve bağışıklık sisteminin vücutta bir hasara yol açma ihtimali gerçekleşmeden önce, hastalığın başlangıcında kullanılan antiviral ilaçların neden büyük ölçüde daha yararlı olabileceğini açıkladı.

Denison’ın Laboratuvarı ve Kuzey Carolina Üniversitesi’ndeki meslektaşları, son on yıldır, yalnızca SARS ve MERS’e karşı değil, kaçınılmaz biçimde gelecek olan yeni bir korona virüsü türüne karşı işe yarayan bir şeyler bulmaya çalışarak antiviral tedaviler araştırıyorlar. İki ekip, şu anda Gilead tarafından geliştirilmekte olan ve enfekte hastalar üzerinde araştırmaları sürdürülen ‘Remdesivir’ adındaki ilaca ve NHC adıyla bilinen başka bir antiviral ilaç bileşiğine yönelik ilk araştırmaların büyük kısmını birlikte gerçekleştirdiler. Her iki ilaç da hayvan deneklerde, vücutta başarılı bir şekilde çoğalmasını durdurmaya yardım edecek biçimde, korona virüsünün kendini düzeltme (uyarlama/ç.n.) işlevini atlayabildi, önleyebildi ya da durdurabildi. Denison, “Testten geçirdiğimiz bütün korona virüslere karşı çok etkili biçimde çalıştılar” diyor.

Korona virüsleri muhtemelen bu tür bir düzeltme enzimi barındırıyorlar; çünkü bu virüsler bu kadar büyük -var olan en büyük RNA bazlı virüslerden biri- ve uzun bir genom yapısını koruyan bir mekanizmaya gereksinim duyarlar. Andersen’in bana söylediğine göre, bu kadar büyük bir genoma sahip olması bize bir fırsat sunuyor: “Bir virüs ne kadar çok gen ve protein ürününe sahipse, ona karşı özel tedaviler geliştirmek için o kadar fazla fırsat sunar.” Mesela, virüsün bir insan enzimi olan ‘furin’i kullanma yeteneği, furin inhibitörleri***** olarak hareket eden antiviral ilaçlar geliştirmek konusunda umut verici bir nokta.

Covid-19, biz ev sahipleri açısından hâlâ yeni olsa bile, yaygın enfeksiyon ve ölümlerden sorumlu olmaya devam edecektir. Ancak Epstein, “Virüsler, zaman içerisinde doğal yaşam alanlarında evrimleşirken, daha az şiddetli hastalıklara neden olma eğilimi gösterirler. Bu ise hem konak hem de virüs için iyi bir şeydir” diyor. Kalan ev sahiplerinin bir kısmı bağışıklık kazanırken, çok daha korkunç ölümlere neden olabilen daha ölümcül suşlar sönümlenebilir. Daha öncelikli ve acil olan, virüsün stabil (istikrarlı/ç.n.) hale gelmesi -şu anda aramızda ne kadar yayıldığı ve yalnızca minimal seviyede mutasyona uğradığı-; bu, antiviral ilaçların ve nihayetinde bir aşının performansı hakkında iyi bir işarettir. Eğer giderek artan yatıştırma (eşi benzeri görülmemiş ulusal ve uluslararası tecrit) önlemleri yeterli süre boyunca devam ettirilirse, virüsün yayılma hızı yavaşlayarak hastanelere ve sağlık çalışanlarına biraz nefes aldıracaktır. Denison “Virüs bizim öğretmenimiz” diyor. Bulunduğu yere gelmek için binlerce yıl boyunca evrim geçirdi. Şimdi yalnızca onu yakalamak için acele ediyoruz.

*Epidemiyoloji, toplumlarda sağlık ve hastalık durumlarının neden ve nasıl farklı biçimde dağıldığını inceleyen bilim dalıdır.

**Nidoviral’ler, hayvan ve insan konakçıları (MERS-CoV ve SARS-CoV) olan bir virüs kümesidir. Coronaviridae, Arteriviridae, oniviridae ve Mesoniviridae ailelerini kapsar.

***Aerosol, bir katının veya bir sıvının gaz ortamı içerisinde dağılmasıdır. Duman, sis ve spreyler örnek olarak gösterilebilir.

****Özbağışıklık, otoimmünite; bağışıklık sisteminde aşırı duyarlılık neticesinde oluşan tepkilere genel olarak verilen genel addır. Olağan koşullarda organizma kendi hücrelerinin antijenik yapılarına karşı tepki göstermez; buna “immün tolerans” ya da “doğal hoşgörü” adı verilir. Bu toleransın aksadığı olağanüstü koşullarda otoimmün hastalıklar belirir; bağışıklık sisteminin tüm savunma sistemleri kendi antijenlerine karşı savaş başlatır.

*****İnhibitör; bir kimyasal tepkimenin hızını yavaşlatmak ya da durdurmak için kullanılan özdeğe verilen addır.

Yazının aslı New Yorker sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)