'Yeni normal'e değil, yok oluş çağına giriyoruz'

1980’lerden beridir başımıza neler geleceğini biliyoruz. 2005 yılına dek zehirli gazların salımını yüzde 20 oranında azaltmak amacıyla alınan önlemler, küresel sıcaklık artışının 1,5 santigrat derecenin altında kalmasını sağlamış olabilir. Fakat aslında hiçbir şey yapılmadı ve o zamandan beridir iklim verilerindeki yükseliş, ilk tahminleri teyit ediyor ve belirginleştiriyor. Peki şu anda neredeyiz?

Google Haberlere Abone ol

Peter Forbes *

Geçtiğimiz yıl aşırı iklim olayları daha sık görülmeye başladıkça, bunaltıcı bir söylenti de -Yeni normal bu mu olacak?- yayılmaya başladı. Verilmesi gereken yanıt şu olmalı: Durum bundan daha kötü ve geçen yıl gördüklerimizden daha sık ve daha aşırı olaylara giden bir yolda ilerliyoruz.

1980’lerden beridir başımıza neler geleceğini biliyoruz. 2005 yılına dek zehirli gazların salımını yüzde 20 oranında azaltmak amacıyla alınan önlemler, küresel sıcaklık artışının 1,5 santigrat derecenin altında kalmasını sağlamış olabilir. Fakat aslında hiçbir şey yapılmadı ve o zamandan beridir iklim verilerindeki yükseliş, ilk tahminleri teyit ediyor ve belirginleştiriyor. Peki şu anda neredeyiz?

Geçen yıl kasım ayında Bonn’da gerçekleşen "COP23 BM İklim Değişikliği Konferansı"nda, 2100 yılına dek 3 santigrat derecelik küresel ısınmanın artık gerçekçi bir beklenti olduğu açıklandı. Salımları kontrol etmezsek 2050 yılına kadar sanayi öncesi CO2 (karbondioksit) düzeyinin (280 ila 560 ppm, yani milyonda 280 ila 560 parçacık) ikiye katlandığını ve sonrasında, 2100 yılında bu oranın da iki katına çıktığını göreceğiz. Sözün kısası, CO2 seviyeleri 1000 ppm seviyesinin üzerine ulaştığında, Kretase döneminin (145 ila 65.95 milyon yıl önce) son döneminde yaşanan iklim koşullarını yaratacağız. Peki, bu durum, geceleri yatak odalarında ve yeterince havalandırılmamış kalabalık yerlerde, böylesine yüksek CO2 düzeylerine ulaştığımız ve bunun gibi yüksek karbondioksit konsantrasyonuna sürekli biçimde maruz kaldığında, insanların ciddi bilişsel sorunlar yaşadığını biliyorken ne anlam ifade eder?

KRETASE GERÇEK BİR YOK OLUŞ ÇAĞIYDI

Aslında, Kretase benim favori jeolojik dönemlerimden biridir. Bizlere Avrupa’ya yayılan büyük tebeşir tepelerini ve uçurumları armağan etti. Bize incir, çınar ağaçları ve manolyalar verdi. Bu çağın sonunda, o dönemki yaratılışın efendilerinin –Triseratop’lar, Tiranozor’lar ve kuzenlerinin– soyu tükendiğinde, aniden ortaya çıkan küçük memelileri besledi. Bu çağ aynı zamanda çok sıcaktı; küresel ısı, endüstri öncesi seviyelere kıyasla 3 ila 10 santigrat derece daha sıcaktı.

Şayet bu seviyeyi geçecek olursa, Kretase benzeri bir iklime sahip herhangi bir yeni dönem, tam olarak orijinalini yansıtmayacaktır. Başlangıçta, kıtalar çok daha farklı yerlerdeydi: Hindistan, Asya ile olan birleşmesinden önce binlerce kilometre güneyde bulunan bir adaydı; geniş bir okyanus Avrasya ile (o zamanlar hâlâ Güney Amerika ile bağlı olan) Afrika’yı birbirinden ayırıyordu. Ancak yeni Kretase döneminde, göründüğü kadarıyla kutuplarda yine buz olmayacak ve deniz seviyeleri bugünkü seviyelerin yaklaşık olarak 66 metre daha üzerinde olacak. Aynı zamanda, eski Kretase’de 400 metre kalınlıktaki tebeşir tabakalarına benzeyen mineral çökeltileriyle çok sıcak veya ılık olan sığ denizlerin oluştuğunu görürüz; soyu tükenecek olan daha büyük memelilerin yerine sürüngenler dünyanın dört bir yanına dağılabilir ve bedenleri büyümeye başlar; dinozorlar için uygun bir intikam olur, değil mi?

Yeni Kretase çağında yaşayacak insanlar hakkında düşünebildiğim tek yol, tıpkı romancı Italo Calvino’nun görünmez Baucis kentinin sakinleri gibi, insanlar bulutların üzerinde “kendi yokluklarını hayranlık içinde düşünürken”, yapay ve korunaklı barınaklarda çalışan bilim insanlarının ve teknoloji uzmanlarının bir araya gelecek olması.

İnsanların Kretase çağının koşullarına yaklaşmadan çok daha önce çarpacakları kırmızı çizginin ayrımına henüz kısa bir süre önce vardık. 2010 yılında araştırmacılar, türümüzün "ıslak termometre" sıcaklığı diye adlandırılan 35 derecede altı saatten fazla hayatta kalamayacağını ortaya koydu. "Islak termometre" terimi yüzde 100 nem anlamına geliyor; bu nedenle, bildiğimiz türden bir 35 derece değil. Diğer yandan, İndus ve Ganj nehirlerinin oluşturduğu büyük Hint tarım topraklarında yüzde 40’lık nemin yanı sıra (35 dereceye denk gelen yüksek ıslak termometre sıcaklıkları) onlarca yıl etkili olacak sıcaklıklar egemen olacak.

KENTLEŞMİŞ DÜNYA TAMAMEN ÇÖKECEK

Sıcak tarım bölgelerinde bunlar yaşanırken, kentleşmiş dünya belki de daha büyük bir yıkımla karşı karşıya kalacak. BM’nin 3 derecelik sıcaklık artışı tahminlerine göre, Kuzey Kutbu’nda büyüyen ormanlar ortaya çıkacak ve yüzyılın sonlarında deniz seviyesinin geri dönüşü olmayan düzeylere yükselmesiyle birlikte kıyı kentlerinin çoğunun yok olmasına sebep olacak.

Günümüzde, en azından bilim insanları tarafından, insanların yeni jeolojik belirleyici tür haline geldiği ve yeni çağın "Antroposen" (İnsan egemen çağ) olarak adlandırılması gerektiği yaygın biçimde kabul görüyor. Yapay azotlu gübrelerin yanı sıra karbondioksit de dahil olmak üzere çevreye eklenen insan atıkları, artık doğal döngüleri aşıyor. Jeolojinin ve insani kaygıların birbiriyle tamamen uyumsuz olduğu yönündeki popüler düşünce, Dünya’nın kimi zaman fazla hızlı hareket ettiği gerçeğine dayanır. Aralarında uzun bir soğuma dönemiyle birlikte iki büyük ısınma çağı 12 bin 600 yıl önceki son Buz Devri’nde, yani yaklaşık MÖ 9 bin 600 yılında sona erdi. Her ikisi de Grönland’ın buzdan oluşan çekirdeğinde 10 derecelik sivri dikitler meydana getirdi. İlki yalnızca üç yıl sürdü; Holosen çağının görece istikrarlı koşullarında başlayan ikincisi, yaklaşık 60 yıllık bir süre boyunca devam etti.

Bugün için çıkarılacak derslerden biri, iklimde yaşanan ani ve kalıcı bir değişimin sonuçlarının binlerce yıl sürebileceğidir. Bu ilk ısınma, Kuzey Amerika’daki Laurentide buz tabakasının erimesine, ardından büyük oranda deniz seviyesinin yükselmesine ve 2 bin 500 yıl sonra Büyük Göller ve Niagara Şelaleleri’ni oluşturan büyük bir gölün etrafı kaplamasına neden oldu. Neticede İngiltere Holosen çağın başlangıcından 3 bin 500 yıl sonra Avrupa’dan koptu ve Kuzey Buz tabakalarının erimesiyle birlikte, altındaki topraklar açığa çıktı.

‘BİZİM ÇAĞIMIZ’ KAÇINILMAZ OLARAK SONA ERECEK

‘Bizim çağımız’ olan bu çağ, teknik olarak bir buzul dönem arası çağ ve kaçınılmaz olarak sona erecekti. Dünya’nın koşulları genelde insanlık açısından aşırı sıcak veya aşırı soğuk, uzun süreler boyunca şiddetli derecede istikrarsız ya da istikrarlı bir şekilde ‘düşmanca’ olagelmiştir. Karbondioksit salımları vasıtasıyla küresel sıcaklıkları yukarı doğru zorlamamış olsaydık, büyük ihtimalle şu an yeni bir Buz Çağı ile karşı karşıya olacaktık; bu durumda, Holosen, bir insan hayatı süresinde meydana gelen yeni bir sıcaklık artışıyla, başladığı kadar hızlı bitiyor.

Bu nedenle, “yeni normal” hakkında gevezelik yaparken, Holosen’in “normal” bir şey olmadığını ayırt etmeliyiz. Holosen döneminin 10 bin yıllık iyi huylu koşullarında insan medeniyetinin nasıl geliştiğine dair uzman analizleri artık genel geçer bir bilgi haline geliyor. Genetikçi David Reich, insan hareketlerini dilin gelişimiyle ilişkilendirmek amacıyla DNA incelemelerine dayanan eski bir araştırmayı kullanarak, "Who We Are and How We Got Here" (Biz Kimiz ve Buraya Nasıl Geldik?/2018) adlı efsane avcısı eseriyle bizlere yolu gösteriyor. Döneme ilişkin bu türden bir derin bilinç, sorunumuzun sanayi sonrası dönemde gerçekleşen CO2 salımıyla sınırlı olmadığında (küresel ısınma, her halükarda erken dönem tarımı için ormanları yok etmemizle başlamıştı), fakat Holosen’in doyasıya faydalandığımız ve bizler için bir armağan olduğu noktasında ısrar ediyor.

Şayet yeni Kretase dönemine ilerleyen bu yolda acılar yaşamaktan kaçınmak istiyorsak, bu bilincin, nerede olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bize anlatan jeologların ve biyologların daha ötesine uzanması gerekiyor.


*Kretase Dönemi, Mezozoik dönemin üç alt bölümünden sonuncusudur. Günümüzden 142 milyon yıl önce başlayıp 65 milyon yıl önce sona erdiği kabul ediliyor. Dönemin bitişiyle dinozorların ve diğer canlı türlerinin yaklaşık yüzde 70’inin yok olduğu düşünülüyor.

Yazının aslı aeon sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)