Uzayda 'öngörülemeyen şeyler' aranıyor

Başka güneş sistemlerinde bulunan dünyaları keşfetmek için tasarlanan Tess uydusu, SpaceX roketiyle uzaya gönderildi. İlk defa bilimsel bir araştırmada kullanılan roket, uyduyu başarıyla uzaya taşıdı. Umut edilense 'öngörülemeyen şeyler' bulmak!

Google Haberlere Abone ol

Ian Sample *

Hava ve roket bilimi koşulları bir engel çıkarmazsa, gökyüzündeki en parlak yıldızların yörüngesindeki yabancı dünyalara ilişkin en iddialı araştırma, NASA’nın en yeni 'gezegen avcısının' fırlatılmasıyla pazartesi günü başlamış oldu.

Üzerinde 200 milyon dolarlık donanım bulunan Tess teleskobunun uzayın derinliklerine fırlatılışı sırasında, tasarlayanlar nefeslerini tuttu. Bu, Elon Musk’ın SpaceX şirketi tarafından yapılan bir Falcon 9 roketi aracılığıyla düzenlenen ilk NASA görevi ve roket henüz geçtiğimiz Şubat ayında bu görevler için onay aldı.

Tess, “ani ve programda olmayan bir ayrışma” –Elon Musk’ın 2015 yılında bir Falcon 9 roketi prototipinin patlamasını tanımlamak için kullandığı benzersiz ifade- gibi herhangi bir terslik yaşanmazsa, Dünya çevresinde daha önce hiç denenmemiş yükseklikte eliptik bir yörüngeye oturacak. Uzay teleskobu, 'gezegen cennetini' tararken, uzayda Ay’a kadar uzaklaşacak, sonrasında, topladığı verileri aktarmak için yeniden Dünya’ya yaklaşacak. Her bir yörünge turu yaklaşık 14 gün sürecek.

FALCON 9’UN İLK BİLİMSEL GÖREVİ

NASA’nın Maryland’de bulunan Goddard Uzay Uçuş Merkezi’ndeki Tess projesinde çalışan Stephen Rinehart, “Şu an donanımları uzaya göndermek riskli bir iş ama bu noktada yapabileceğimiz başka bir şey yok. Yörüngede araştırma yapmaya hazır bir uzay aracımız olduğunu düşünüyoruz.”

NASA’nın Kepler uzay teleskopu, bilim insanlarının Güneş sisteminin ötesindeki gezegenlere ilişkin yaklaşımlarını değiştirdi. 2009’da Kepler göreve başladığında, astronomlar uzak yıldızların yörüngesinde yabancı dünyaların bulunduğunu biliyorlardı; ancak sayıları ve büyüklüklerine dair çok az fikirleri vardı. Yalnızca geçen aydan bu yana, Kepler 2 bin 300’den fazla “dış-gezegen” keşfetti; aynı sayıda gezegen de henüz teyit edilmeyi bekliyor.

Şimdi astronomlar Kepler’in gözlemlerini kullanarak, Samanyolu’nun, yaşamın devamı için gereken su açısından ne fazla sıcak ne de çok soğuk olan ve potansiyel olarak yaşanabilir durumdaki en az iki gezegene daha ev sahipliği yaptığını düşünüyorlar. Ancak Kepler tüm başarılarına karşın, gökyüzünün sınırlı bir kısmını gözlemledi; üzerinde çalışılan çoğu yıldız oldukça zayıftı ve bu durum gökbilimcilerin yörüngelerindeki gezegenlere daha yakından bakmasını zorlaştırdı.

KEPLER’DEN ÇOK DAHA GÜÇLÜ DONANIMLARA SAHİP

Tam da bu noktada Tess devreye giriyor. Uzay teleskobu, iki yıl boyunca gökyüzündeki en parlak yıldızların 200 bin tanesini gözlemleyecek. Bunların çoğu 300 ışık yılından daha uzakta değil. Öncülü olan uydular gibi Tess de ana yıldızlarının yüzüne doğru hareket ettiklerinde neden oldukları en küçük gölgeleri bile tespit ederek, yabancı dünyaları tespit etmek üzere tasarlandı.

Birmingham Üniversitesi’nde astrofizik profesörü olan Bill Chaplin Tess verilerini, yıldızların sismik dalgaların içinden nasıl geçtiğini ve bunların nasıl genişlediğini incelemek amacıyla kullanacak. Onun yapacağı hesaplamalar, astronomların bulduğu yeni gezegenlerin kütlelerini ve yaşlarını doğrulamalarına olanak sağlayacak. “Gece gökyüzüne baktığınızda çıplak gözle görebildiğiniz yıldızların etrafındaki gezegenleri tespit edebileceğiz” diyor.

20 BİN YENİ DÜNYA...

Görevde yer alan bilim insanları, Dünya’dan 500 kat büyük gezegenleri ve belki de toplamda 20 bin yeni dünyayı tespit etmeyi umuyorlar. Gökbilimciler bunun ardından, yeryüzünde kurulu teleskoplardan ve 2020’de devreye girmesi planlanan ve gezegenlere daha yakından bakabilecekleri James Webb Uzay Teleskobu gibi uzay tabanlı gözlemevlerini kullanıma sokacaklar.

Toplanacak bu gözlem ölçümleriyle, bilim insanları gezegenlerin kütleleri, yoğunlukları ve hatta atmosferlerini oluşturan gazların içerikleri üzerinde çalışabilecekler. Bu, sıradan bir görev değil; ancak su, metan ve diğer anahtar moleküller bulunursa,  bilim insanları geçmişte veya bugün uzak dünyalarda yaşamın ortaya çıkıp çıkmış olup olmadığı konusunda konuşmaya başlayabilirler.

Rinehart, “Bu görevde, ana yıldızların yaşanabilir bölgelerinde olan ve Dünya büyüklüğündeki gezegenleri bulmaya çok, çok, çok hevesli bazı insanlar çalışıyor ve (sonuç) kesinlikle muhteşem olacak” diyor. “Ancak tüm bu gezegenlere ilişkin bulgular ilgi çekici; zira gezegen sistemlerinin nasıl oluştuğunu ve geliştiğini gösteren bir resim oluşturmamıza yardımcı oluyorlar. Bu araştırma, gezegenleri inceleme becerimizde bir sıçrama noktası olacak.”

SIRADA ARIEL VAR

Avrupa Uzay Ajansı, 2028 yılında, Jüpiter boyutundan Dünya’dan pek de büyük olmayan boyutlardakileri de içeren bin adet dış-gezegenin atmosferini incelemek amacıyla, Atmosferik Uzaktan Algılayıcı Kızılötesi Dış-gezegen Büyük Araştırma Aracı/Ariel’i kullanıma sokmayı planlıyor. UCL görevinde baş araştırmacı olan Giovanna Tinetti, “Tess, Ariel ile birlikte özellikle de atmosferik tanımlama açısından en uygun hedefler olan süper-Dünyalar ve yüzlerce dış-gezegen inceleyecek” diyor.

Tess, bunun öncesinde planlanan yörüngeye oturmalı. Falcon 9 uzay teleskobunun doğru yörüngeye bırakmasının ardından, görevde çalışan bilim insanları sistemlerinde ve algılayıcılarında testler yaparak, kameraları odaklayarak ve herhangi bir olası hatayı düzelterek 60 gün geçirecekler. İlk bulguların haziran ayında ulaşması bekleniyor; ancak araştırmacılar sonuçları kamuya duyurmadan önce aylarca toplanan bilgiler üzerinde çalışacaklar.

Rinehart, “Asıl umudum, öngöremediğimiz şeyleri bulmaya başlamamız. “Şayet göreve başlamadan önce bütün cevapların ne olduğunu biliyor idiysek, bu görev uçuşunu neden yapıyoruz ki?” diyor.

* Yazının aslı The Guardian'da yayınlanmıştır.  (Çeviri: Tarkan Tufan)