Yok olan bir türden bize kalanlar

Genellikle, herhangi bir türü dünyadan tamamen yok etmek istemeyiz. Sinir bozucu ve tehlikeli olanları bile böyledir. Peki, yaşamın değerini ne tip bir canlı olduğu mu belirler?

Google Haberlere Abone ol

Kevin Litman-Navarro *

2017 yılının haziran ayında, “Fresno Islah Projesi” adlı proje iddialı bir amaçla faaliyete geçti. “Aedes Aegypti” adı verilen sivrisinek türü tamamen yok edilecekti. California’da rastlanan Zika ve Dang Humması’nın yayılmasından bu sinekler sorumlu. Geçmişte yok etme çalışmaları başarısızlıkla sonuçlandığı için, bilim insanları popülasyonun üreme süreçlerine müdahale ederek, sayılarını azaltmaya karar verdi. Bu, sivrisinekleri kısırlaştırmaları anlamına geliyordu.

Her şeyden önce, geniş ölçekte işe yarayacak bir sinek kısırlaştırma tekniğine ihtiyaçları vardı. O yüzden, cevabı dünyanın en iyi mühendisinde, yani doğada aradılar. Çözüm olarak da “Wolbachia” bakterisini buldular. Doğal yolla bulaşan bu bakteri, bir enfeksiyon neticesinde bu sivrisineklerin kısır kalmalarına neden oluyor. Wolbachia bakterisi bulaşmış milyonlarca sivrisinek yaratmak için ıslah ekibi, erkekleri dişilerden ayıran bir sistem yarattı. Erkek sivrisinekler, fizyolojik olarak insanları ısırma ve hastalığı yayma yeteneğine sahip değiller, bu nedenle insanlara tehdit teşkil etmiyorlar ve doğaya salınmalarında bir sakınca yok. Umut edilen, bu kısır erkeklerin çiftleşme zamanı geldiğinde, diğerlerinin yerini alması. Dişiler hayatları boyunca yalnızca bir kere çiftleşiyorlar, eğer bu kısır bir erkek sivrisinekle gerçekleşirse, nüfuslarında bir düşüş gerçekleşecek. Hasta et, doğaya sal ve bunu tekrarla…

SONUÇLAR FAYDALI OLABİLİR AMA…

Geniş bir çerçevede, bu çalışma kamu sağlığı açısından oldukça olumlu bir adım olacak. Ekolojik etkiler de göz ardı edilebilir boyutta; çünkü işgalci bir tür olarak Aedes Aegypti sivrisinekleri, canlılar için önemli bir gıda kaynağı değil. Gelin görün ki, felsefi bir pencereden bakınca, tüm bir türü kısırlaştırmakta insanı ürküten bir şeyler var. Bu tür, Zika virüsü taşıyan böcekler bile olsa… Eğer insanlık olarak bu kapasiteye sahipsek, bazı organizmaları yaşam döngüsünden tamamen silmek konusunda etik kaygılarımız olmalı mı?

Genellikle, herhangi bir türü dünyadan tamamen yok etmek istemeyiz. Sinir bozucu ve tehlikeli olanları bile böyledir. Kuzey beyaz gergedanlarının soylarının tükenmesinden endişe ediyoruz. Bu endişenin sebebi, gergedanların dünyaya geniş katkılarından ötürü değil elbette. Ama bir çeşit yaşam formu olarak sonsuz değeri olduğu için. Peki, yaşamın değerini ne tip bir canlı olduğu mu belirler? Ya da sadece yaşayan canlılar olmaları mı önemli? Diğer bir deyişle, biz tür ırkçısı mıyız?

Biyo-çeşitliliğin etik değeri hakkında tartışmalar, çevre etiği dünyasında bir süredir devam ediyor. Tartışma, şimdilik bir sonuca ulaşmaktan epey uzakta. Filozof Markku Oksanen özellikle üç başlık üzerinde duruyor: İnsan-merkezcilik, biyo-merkezcilik ve eko-merkezcilik. Şaşırtıcı biçimde bu düşünce akımlarından hiçbiri, biyo-çeşitliliği “doğası gereği iyi” olarak görmüyor. Daha ziyade biyo-çeşitliliği, insanlara ve insan olmayan canlılara, diğer bir deyişle daha geniş bir ekosisteme fayda sağladığı için değerli buluyorlar.

HER CANLIYI KORUMALI MIYIZ?

Ancak pratikte biyo-çeşitliliği korumak nihai hedefimizmiş gibi davranıyoruz. Fresno Islah Projesi, komple bir türün yaşamına son vermeyi amaçlayan bir insan müdahalesi olsa da pek çok farklı çaba da aksi istikamette sürüyor. Türlerin hayatlarını sürdürülebilmeleri büyük çabalar gerektiren bir mesele. Bunun belki de en dramatik örneklerinden biri, Kaliforniya Akbabası. Çevre tarihçisi Peter S. Alagona, detaylı çalışmasında bu türü kurtarmak için sarf edilen olağanüstü çabayı anlatıyor. Akbabayı kurtarmak için yürütülen azimli çalışma en sonunda başarıya ulaştığında, son birkaç akbabayı kurtarmanın, aslında ekolojik dengeyi çok da etkilemeyeceği ortaya çıktı. Akbaba nüfusu, insanların ya da diğer canlıların hayatlarında önemli bir rol oynamıyor. Sadece akbabanın hayatını sürdürülebilmesi amacıyla kaynaklarımızı bu projeye harcadık. Ve akbabanın hayatı kurtulduğu için gerçekten çok memnunum. Henüz bir Kaliforniya Akbabası görmedim, göreceğimi de sanmıyorum, ama bir yerlerde uçuyor olduğunu bilmek güzel.

Biyo-çeşitliliğin değerini anlamak için onsuz bir dünya hayal etmek gerekiyor. Ödüllü öyküsü “Do Androids Dream of Electric Sheep?”te (Androidler rüyalarında elektronik koyunlar mı sayar?) yazar Philip K. Dick tam olarak bunu yapıyor. (Blade Runner filmi de bu kitabı referans alıyor ama bu tema filmde tamamen yok sayılmış.) Çevre edebiyatçısı Ursula K. Heise, Dick’in özgün insanlığa karşı güçlü bir duruş sergilediğini gözlemlemiş. Heise, bunun “biophilia”dan (tabiata takıntılı biçimde bağlılık duyma durumu) kaynakladığını düşünüyor.

Bu, çoğunlukla mekanik cihazlara ve robotlara atfettiği olumlu anlamlar nedeniyle sevilen bir roman yazarına ilişkin ilgi çekici bir gözlem. Heise’a göre, bu kitap temelde tüm formlarıyla yaşamın üstünlüğünü savunuyor. Yaşam tüm formlarıyla var olabilmeli ki insanlar olarak bir simülasyonda (sanal gerçeklik) yaşamak zorunda kalmayalım. Dick’in dünyasında, insan dışındaki canlıların yaşamasının değeri açıkça ortadaydı. Onun biyo-çeşitliliğini tamamen kaybetmiş dünyasında bir Aedes Aaegypti sivrisineği bulmak müthiş bir mucize olurdu. Bizim dünyamızda soylarının tükenmesi bir trajedi olacak mı?

* Yazının aslı JSTOR sitesinde yayınlanmıştır.  (Çeviren: İdil Karşıt)