Okyanuslarda keşfedilmemiş kaç canlı var?

En gizemli canlıların çoğu, derin okyanuslar ve tropikal sığ denizler gibi en hareketli çevrelerde yaşıyorlar. Yumuşakçalar ve kabuklular da dâhil olmak üzere, en çeşitli gruplar en az araştırılan yaşam alanlarında bulunuyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Tammy Horton *, Andreas Kroh **, Leen Vandepitte ***

Yakın tarihli BBC belgesel dizisi Blue Planet II’nin (Mavi Gezegen II) açılış bölümünde, Sir David Attenborough “Okyanuslar gezegenimizin yüzeyinin yüzde 70’ini kaplıyor; ancak, yine de en az keşfedilen bölgelerdir,” diyor. “Dalgaların altında gizlenen, hayâl gücümüzün çok ötesinde yaratıklar var.” Program, bu türlerden birçoğunun ne denli harika olduklarını gözlerimizin önüne sererken, aslında daha sayısız tür insanlar tarafında keşfedilmemiş durumda.

İşin gerçeği, henüz okyanuslarda kaç türün yaşıyor olduğunu bile bilmiyoruz. Çoğu tahmin, kaç türün bilimsel açıdan sınıflandırıldığına dair bir envanter oluşturmamızdan önce yapılmıştı; kaydedilen canlıların boyutları 30 santimetreden şaşırtıcı biçimde 100 metreye kadar uzanıyor. Her yıl sayısız yeni deniz canlısı keşfediliyor; ancak toplamda kaç tane tür üzerinde çalışıldığını (ve bunlardan kaç tane daha tanımlamamız gerektiğini) öğrenmek çok daha zorlu bir süreç. Diğer yandan, yüzlerce bilim insanının on yıl boyunca süren ortak çalışmasıyla, en azından kaç tane deniz türünün kaydedilmiş olduğuna ilişkin bir temel oluşturuldu.

Bilim insanları, deniz de yaşayan türlerin küresel çaptaki sayısını tahmin edebilmek için birçok yöntem kullandı; ancak bu metotların da bir sınırı var. Veriler her zaman güvenilir değil ve her yöntemin varsayımlarında bir takım hatalar olabiliyor. Yaygın kullanılan bir yöntem, belirli bir örnek hakkında veya bölgede tahmin edilen bilinmeyen türlerin oranını ölçekli olarak arttırmak. Diğer yöntemlerse taksonomik sınıflandırma (farklı türlerin adlandırılması ve gruplandırılması) sistemine dayanıyor. Yeni familyaların ve kolların keşfedilme oranını veya yeni türlerin tanımlanma hızını, mevcut durumdaki toplam tür sayısını tahmin etmek için bir yöntem olarak kullanabiliriz.

KEŞİFLE SINIFLAMA ARASINDAKİ SÜRE 21 YIL 

Kimi yöntemlerde, uzmanlar, üzerinde çalıştıkları belli bir grupta kaç adet bilinmeyen türün var olabileceği hususunda diğer uzmanların görüşlerini kullanır; bu türler henüz keşfedilmemiş ve tanımlanmamış ve potansiyel yeni türleri içerir. 2012 yılında gerçekleştirilen bir çalışmaya göre, yeni bir türün keşfiyle sınıflandırılması arasında geçen ortalama süre 21 yıl.

Her yöntem bazı varsayımlara ve belirli bilgi kümelerine dayandığı için, tahminlerde büyük çeşitlenmelere neden oluyor. Çok yüksek tahminler (10 metreden daha büyük herhangi bir tür) artık çoğu kişi tarafından itibar görmemekle birlikte, deniz türlerine ilişkin hâlihazırdaki yaygın tahminler hâlâ yaklaşık 30 cm ve 2 m büyüklükleri üzerinde yoğunlaşıyor.

TÜRLERİ KAYDETMEK İÇİN YENİ BİR YÖNTEM

Bu durum, 250 yıllık bir çalışmanın sonrasında aynı gezegeni paylaştığımız türlerin adlandırılması ve kayıt altına alınmasını takiben, hâlâ kesin bir nüfus sayımına varmaktan epey uzak olduğumuz anlamına geliyor. Ancak, şu âna dek 242 bin 500 deniz türünün tanımlandığını biliyoruz; zira bu türler “Dünya Deniz Türleri Arşivi” dahilinde (WoRMS), dünya çapında yaklaşık 300 bilim insanı tarafından kaydedilmeye devam ediyor.

Her yıl, bilimsel alanda yeni keşfedilen ortalama 2 bin deniz türünü kayıt defterine ekliyoruz. Bu listeye, balık familyası gibi görece daha iyi bilinen grupların türlerini de ekemek mümkün  l. Bu türlerin yaklaşık 1500 tanesi son on yılda sınıflandırıldı. En gizemli canlıların çoğu, derin okyanuslar ve tropikal sığ denizler gibi en hareketli çevrelerde yaşıyorlar; yumuşakçalar ve kabuklular da dâhil olmak üzere, en çeşitli gruplar en az araştırılan yaşam alanlarında bulunuyorlar.

Bahsettiğim türlerin birçoğu muhtemelen denizde yaşayan “makro” boyutlardaki (1 mm ilâ 10 cm) kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar ve solucanlardan oluşuyor. Geçtiğimiz on yılda 6.000’den fazla yeni deniz kabukluları ve yaklaşık 8 bin deniz yumuşakçası keşfettik. 28 yeni amfipod (çift ayaklıgiller) kabuklu türü üzerinde yapılan bir keşif, Antarktika sularında bilinen nüfusun sayısını ikiye katladı.

Taksonomistler, daima yeni deniz canlılarını toplamak, tanımlamak ve sınıflandırmakla meşgul. Bir örneğin toplanmasından yeni bir türün bilimsel çalışmalarda yayımlanmasına kadar geçen zaman oldukça zor ve zaman alıcı. Canlının bütün özelliklerinin detaylı biçimde incelenmesi ve yakından ilişkili diğer türlerle karşılaştırılması gerekiyor.

Günümüzde bu sürece, genetik “barkod” vasıtasıyla yeni türleri tanımlayabilmek için daha sonraki araştırmacılara ek bilgi sağlayan DNA analizi de eklendi. Yeni bir türe ilişkin bilgilerin bilimsel bir dergide yayınlanmasının ardından, bu tür grubunun sorumlusu olan “WoRMS taksonomik editörü”, bilgiyi kayıtlara ekler ve dünya genelindeki tüm kullanıcılara açık bir şekilde yayınlar.

2007 yılında kurulduğundan beri, WoRMS kayıtlarında var olan tür sayısı 120 binden 242 bin 500’e, yani iki katına çıktı. Veri tabanındaki isimlerin sayısı, aslında bu rakamın neredeyse iki katı (477 bin 700); ancak bunların çoğaltılması veya tür sınıflamasında yapılan değişiklikler sebebiyle, çoğu artık geçerli kabul edilmiyor.

SINIFLANDIRMA, KORUMAYA YARDIMCI OLUYOR

Dünya çapındaki deniz türlerinin güncel bir kaydının tutulması elbette bir hobi çalışması değil, aslında okyanuslarımızı korumak için hayati önem taşıyor. Yaşam bölgesi kayıplarından ve iklim değişikliğinden dolayı endişe verici oranlarda türsel yok oluşlar gerçekleşiyor. Deniz türlerinin neredeyse yüzde 20’si yok olma tehdidiyle karşı karşıya; bunun neyle ve nasıl önleneceğini iyi anlamak için, neler olup bittiğini belgelememiz gerekiyor.

Diğer yandan, biyoçeşitlilik insanların bağımlı olduğu birçok doğal sistemin özelliklerini destekler. Keşfedilen her yeni tür, tıp veya tarım alanındaki gelişmeler için de yeni kapılar aralayabilir.

WoRMS, denizlerdeki biyolojik çeşitliliğimiz hakkında her zamankinden kapsamlı bir değerlendirmeye daha da yakın. Belki de dünya genelindeki uzmanlar arasında süren çevrimiçi işbirliğinin kullandığı bu model ve profesyonel bir merkezi veri tabanı, dünyadaki her türü içererek sürekli güncellenen, özgürce erişilebilen, büyük ölçekli bir veri tabanı oluşturmak amacıyla kullanılabilir. O güne dek, henüz bilmediğimiz ne kadar çok tür olduğu hususunda şaşırmaya devam edeceğiz.

*Tammy Horton, Southampton Üniversitesi, Taksonomi ve Biyolojik Çeşitlilik Bölümü’nde Öğretim Görevlisi,

**Andreas Kroh, Viyana Doğal Tarih Müzesi’nde Biyoloji ve Paleontoloji Araştırmacısı.

***Leen Vandepitte, Flanders Deniz Enstitüsü’nde Kıdemli bilim insanı.

Yazının aslı The Conversation sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)