Bilim Akademisi: Boğaziçi Üniversitesi sadece kendini değil Türkiye’nin geleceğini savunuyor

Bilim Akademisi, Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanmasını protesto eden öğrenciler ve akademisyenlere destek verdi. Üniversitelerin özerliğinin bilimsel çalışmalar için önemine vurgu yapılan açıklamada, “Boğaziçi Üniversitesi kendisine yapılan bu talihsiz atamaya karşı çıkmakla sadece kendini değil Türkiye’nin geleceğini savunmaktadır” denildi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bilim Akademisi, AK Partili Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanmasının ardından yaşananlarla ilgili yazılı açıklama yaptı.

“Bilim Akademisi, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması sonrasında yaşanan gelişmeleri büyük bir kaygı ile izlemektedir” denilen açıklamada, “Tartışmanın temelinde aslında çok basit bir soru yatmaktadır: Üniversiteler neden özerk olmalıdır? Bunun tek gerekçesi T.C. Anayasası’nın 130. maddesinin halen bunu öngörüyor olması değildir kuşkusuz. Üniversitelerin özerkliği, bir ülkede bilimin gelişmesi için olmazsa olmaz ön koşul olması nedeniyle bir gerekliliktir” ifadelerine yer verildi.

Dünyanın en iyi üniversitelerinin üniversite özerkliğini de en iyi derecede sağlayan ülkelerin üniversiteleri olduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Arada aşikâr bir nedensellik ilişkisi vardır. Özerkliğin amacı ve gerekçesi özgür ve yaratıcı araştırma, eğitim ve tartışma ortamını var etmek ve korumaktır. Bunların ön koşulu da düşünce özgürlüğü, dürüstlük ve liyakattir” ifadeleri kullanıldı.

Bilim Akademisi Yönetim Kurulu'nun açıklamasından satır başları şöyle

ÖZERLİK DEVLET MÜDAHALESİNİN ASGARİDE KALMASIDIR: Özerklik ile kast edilen, belirli bir denetim ağı içinde kendi kendini yönetmek özgürlüğüne sahip olmaktır. Üniversiteler açısından bu özerklik, akademik, finansal, organizasyonel ve istihdamla ilgili politikalarına devlet müdahalesinin asgaride kalması anlamına gelir. Bunun tam tersi ise devletin onları yönetmesi demektir. Yani Türkiye örneğinde düşünülecek olursa devletin 203 üniversite, 160.000 üzerinde akademisyen ve 8 milyonun üzerinde öğrenciyi yönetmesi anlamına gelmektedir bu.

HİYERARŞİK BİR DÜZEN İÇİNDE DOĞRU BİLGİYE ULAŞILMAZ: Bu anlayışla ne bilim üretilmesi ne de kaliteli bir eğitimin sunulması mümkündür. Hiyerarşik bir düzen içinde yukarıda söyleneni aşağıda kabul etmekle doğru bilgiye ulaşılmaz, yeni fikirler gelişmez. Kurumların, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin özgür düşünen bireyler olarak inisiyatiflerini tanımayan bir sistemde yaratıcılık değil taklit ve intihal öne çıkar. Sadece sayısal kriterlere dayanan indeksler her zaman güvenilir olmasa da özellikle 2015 sonrasında Türkiye üniversitelerinin uluslararası sıralamalarda yerlerinin sürekli ve ciddi şekilde düşmekte olduğu da yadsınamayacak bir gerçektir ve bilim üretiminin nasıl sekteye uğradığının göstergesidir.

TEK KİŞİNİN DOĞRU REKTÖRLERİ TESPİT EDEBİLECEĞİNİ KABUL ETMEK AKLA AYKIRI: Bir üniversitenin yönetilmesi için en ideal adayı tespit etme yetkinliği o üniversitenin kendisinde midir yoksa bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nda mıdır? Bilimin yuvası, gelecek kuşak araştırmacıları yetiştiren ve ülkenin göz bebeği olması gereken entelektüel bir birikime sahip üniversitelerin ister seçimle ister arama komisyonları aracılığıyla isterse diğer başka bir yöntemle yöneticisini doğru belirleyemeyeceğini – aksine – tek kişinin 203 üniversite için doğru rektörleri tespit edebileceğini kabul etmek akla ve mantığa aykırıdır.

BU ATAMA SİSTEMİYLE BOĞAZİÇİ NE İLK NE DE SON OLACAK: Ancak bugün hukuk düzenimiz tam da bunu öngörmektedir. Bu yanlış atama sistemi değişmedikçe Boğaziçi Üniversitesi ne ilk ne de son örnek olacaktır. Seçim, üniversitelerin yöneticilerinin belirlenmesi için kullanılan yöntemlerden sadece birisidir. Hem akademik nitelikleri en üst düzeyde hem de yöneticilik vasıflarını haiz bir rektörün belirlenmesi için başvurulabilecek çok farklı bir dizi yöntem vardır. Tartışmanın asıl odaklanması gereken nokta, belirlemenin asli paydaş olan üniversitenin tümüyle dışlanarak üçüncü kişiler ve nihayetinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasının mantığıdır.

YÖK SİSTEMİ DAHİ DEVREDEN ÇIKARILDI: 2018 yılında yapılan yasa değişiklikleri sonrasında, zaten çok sorunlu olan YÖK sistemi dahi rektör seçimlerinde devreden çıkarılmış, bu kurumun rolü, özgeçmişleriyle başvuran adaylar hakkında bilgileri toplamak ve Cumhurbaşkanı’na tavsiyede bulunmakla sınırlanmıştır. Atamaların keyfilik dışında herhangi bir kriteri olmadığı anlaşılmaktadır. Oysa tek elden yönetimin doğru sonuçlara götürdüğünü tarih bugüne kadar doğrulamamıştır. Bundan ders almak hepimizin ödevidir.

YÜKSEK ÖĞRETİMİN NEFES ALMAYA İHTİYACI VAR: Türkiye yüksek öğretimi uzun zamandır olmadığı kadar baskı altındadır. Nefes almaya ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Aksi durumda süregiden beyin göçünün durdurulması mümkün olmayacağı gibi üniversitelerimizin düzeyinin her gün daha da düşmesine, ülkemizin en önemli değerlerinin erimesine şahit olmaya devam edeceğiz. İktidarlar gelir, iktidarlar gider; ancak Boğaziçi Üniversitesi gibi ülkenin güzide kurumlarına siyasi tercihlerle verilen zarar gelecek nesillere aktaracağımız bilimsel bilgi birikimimizde onarılmayacak hasarlar meydana getirir.

GÖSTERİ HAKKINDAN FAYDALANMAK ANAYASAL HAK: Sorun sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin değil bütün üniversitelerimizin ve Türkiye’nin sorunudur. Boğaziçi Üniversitesi kendisine yapılan bu talihsiz atamaya karşı çıkmakla sadece kendini değil Türkiye’nin geleceğini savunmaktadır. Bu hazin duruma parmak basmak, barışçı yollardan tepkisini ifade etmenin ve bunun için gösteri ve yürüyüş hakkından faydalanmanın bu ülke vatandaşı herkesin halen anayasal hakkı olduğunu da ayrıca vurgulamak isteriz. (HABER MERKEZİ)