Bilge Uzun: Kendiyle barışık olan kişinin başkalarıyla mücadelesi olmaz

Bilge Uzun’un 'En Uzun Yollar Tek Adımla Başlar' kitabı İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı. Uzun, "Kendi yaşamımızın hayal mühendisleri olmalıyız. Yaşamdan neyi istediğimizi belirlemeliyiz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bir yılı aşkındır hayatlarımız yeniden dizayn edilmeye başlandı. Bir yanıyla sistemsel bir dizayndan söz edebiliriz. Pandemi koşulları hayatımızı altüst etti; koca bir belirsizliğin içinde debelenip duruyoruz. Ruhsal çöküntüler, kaygılar, artan depresyonlar, korkular… Nasıl mı baş edeceğiz? Prof. Dr. Bilge Uzun’un İnkılâp Kitabevi’nden çıkan 'En Uzun Yollar Tek Adımla Başlar' kitabı bir yanıyla size cesaret verecektir. Duvara çarptığınızda, beklenmedik bir anda çaresiz kaldığınızda, tökezleyip düştüğünüzde… Tünelin sonunda mutlaka gökyüzüne açılacağınızı hayal ettiriyor. Hayal sadece hayalde kalmıyor, sizi hayata sımsıkı bağlıyor.

Bilge Uzun’la kitabı vesilesiyle bir araya geldik. Bu zor günleri nasıl aşacağımızı, sevgisizliğin üstesinden nasıl geleceğimizi, nasıl güçlü olacağımızı, kaygı ve korkularımızı nasıl bertaraf edeceğimizi, farkındalığımızı nasıl artıracağımızı konuştuk.

Öncelikle 'En Uzun Yollar Tek Adımla Başlar' kitabınızdan başlayalım… Kısa sürede 2. baskısını yaptı. Bir farkındalık yolculuğu diyelim. Bu yolculuk sizde nasıl başladı?

Üç boyutu var bunun, kitapta olduğu gibi. İlki manevi farkındalığa ulaşmak, ikincisi bilgiyle bütünleyip kaleme almak, üçüncüsü ise hikâyelerle beslemek.

İlk boyutundan başlarsak... Her insanın iniş çıkışları vardır, tıpkı hayat gibi. Farkındalığa ulaştığımda o inişlerden birindeydim. İnsan anlamını ararken hiç beklemediği anda duvara çarparmış ya, “Nasıl çıkarım bunun içinden?” dediği anlar vardır. Öyle bir andı işte. O zor zamanların içinden sıyrılabilmem için mindfulness yaklaşımı ile karşılaşmam gerekecekmiş. Bu tabii kitabın kaleme alınmasından çok çok önceydi. Yani kitaba gelinceye kadar onlarca şey biriktirmiştim zaten.

İkinci boyutuna gelince; kendimi bildim bileli okurum. Sonra okumalarım akademik yazılara evrildi ve bir akademisyen oldum. Bir akademisyen bilimsel araştırmalar yapar, bunları bilimsel makalelerde, kitaplarda yayımlar. Öyle kıymetlidir ki veriler, çalışma bulguları. Peki ama bu bilgiler herkese ulaşıyor mudur? Maalesef hayır. Onlarca bilimsel makalem, kitap bölümüm vardır. -Bu vesileyle Profesör olabiliyorsunuz- Kimler okuyordu bunları? Cevabı ben vereyim: Akademisyen olmaya hevesli bir grup. Peki ya diğerleri? Yani bizi var eden, anneler, amcalar, teyzeler, bilimsel bulgularla ilgilenmeyen yüzlercesi, binlercesi. Oysa ben herkese hitap etmeliydim. O an başladı bu yazma farkındalığı. İşte bu nedenle çıktı kitap. Madem bu kadar kıymetliyse bu bilgiler, madem herkes takip etmiyorsa o süreli akademik yayınları, bunu toplum nezdinde bir kitapta toplamalıydım. Böylece başladı ilk adımım.

Üçüncü boyutu, yani hikâyeler…

'BAZI BÖLÜMLERİ YAZARKEN GÖZYAŞLARIMIN KLAVYEYİ ISLATTIĞINI HATIRLARIM'

Evet, kitap hikâyelerle destekleniyor… Bu hikâyeleri kurgularken içsel yolculuğunuzda çatışma yaşadınız mı?

Kitaptaki her hikâye ucundan kıyısından da olsa bana ait. Yaşamımın bir parçası yani. Hikâyenin konuyla bağlantısı ve daha çarpıcı olabilmesi için kurgular var tabii. Herkesin merakı “havalimanında karşılaşılan su yeşili gözler” gerçek örneğin. Hikâyeler halihazırda yaşanmıştı demek istiyorum. Kitabın bölümlerine uyarlandı. Şöyle ki, önce bölümler yazıldı, bölümün daha anlaşılır kılınması için bir hikâye daha etkili olabilirdi. En etkili olan da yazarın yüreğinden kopmuş, gerçek temellere oturmuş hikâyeler olabilirdi. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş misali. Sonradan bir “aha! evet yaaa” tepkisi yaşantısı. İçsel çatışmalar… Bazı bölümleri yazarken gözyaşlarımın klavyeyi ıslattığını hatırlarım şimdilerde. Bu bir fark’andalıktı. Geçmiş anılarla doluydu. Neyse ki geçmişte kalmıştı ya şimdi onları sarma zamanıydı ve tabii bunu aktararak herkesin kendinden pay çıkarmasına vesile olması zamanı.

En Uzun Yollar Tek Adımla Başlar, Bilge Uzun, 160 syf., İnkılap Kitabevi, 2021.

Bilinçli Farkındalık kavramına Fark’andalık kavramını getirdiniz. Anda olmak ve anı yaşamak mı? Yoksa altında yatan başka derin şeyler mi var?

Benzer eylemlermiş gibi görünse de an’ı yaşamak ile an’da olmak birbirinden farklıdır. An’ı yaşamak, geçmiş ya da geleceği hesaba katmadan bugün olup biteni görmek gibi tariflenebilir. Oysa an’da olmak içinde bulunduğumuz an’ı bütünsel varoluşumuzla deneyimlemektir. Çok mu soyut oldu? Şöyle açıklayayım, yağan yağmurun altında öylece kalakaldığınızı farz edin. Yağmurun serinliğini, damlaların kıyafetlerinizden teninize ulaşma çabasını, toprağın kokusunu duyularınız yoluyla hissedersiniz. Bunun yanı sıra yağmur sizde bir duygu oluşturur. Bu duygu hoşa giden ya da gitmeyen bir duygu seli olabilir. Her ikisinde de bedeninizde bir duyumsama getirir. Diyelim ki yağmur sizde hoş duygular uyandırdı. Bununla kalmaz, minnet duygunuz oluşur, başınızı göğe kaldırıp yağmurun oluşumuyla sizde beliren varoluşu fark edersiniz. Yağmurun size çağrıştırdıklarıyla bu ve buna benzer bir sürü değer duygusu oluşur. Tüm bunlara fark’andalık, namı diğer mindfulness yaklaşımı diyoruz işte. Tiloloji Dil bilimi uygunluğu çerçevesinde fark etmek ve anda kalmak eylemlerinin birleşimi ile oluşan fark’andalık durumu.

Daha güncel sorulara gelmek istiyorum. Türk toplumu daha çok geçmişine bağlı yaşıyor. Geçmişi terk edemiyoruz. Bir yandan da geçmiş geleceğimizi şekillendiren bir durum değil mi?

Kesinlikle öyle. Geçmişimiz geleceğimizdir. Ancak arada ince bir çizgi var. Geçmiş kelime anlamında da olduğu gibi ‘geç’miş, yani dönüp değiştirebilme şansımızın olmadığı, eskide kalmış zamanı tarifler. Gelecek ise ‘gel’ecek, henüz gerçekleşmemiş, belirsizliği temsil eder. Zihnimiz bu iki zaman arasında dolanırken çoğu zaman içinde bulunduğumuz an’ı kaçırır. Mindfulness yaklaşımı geçmiş ya da geleceği aklına getirdiğinde bile şimdinin farkında olmayı öğretir. Üst bilişsel yapı diyoruz buna. Lao Tzu öyle güzel tarifler ki bunu. Duygularınızla bağlantılı düşüncelerinizi fark edin. Depresif hissediyorsanız geçmişi düşünüyor olmalısınız, kaygılı hissediyorsanız düşünceleriniz gelecek belirsizliği ile doludur. Huzur içindeyseniz içinde bulunduğunuz andasınızdır.

'BİR DUYGUDAN KURTULMAYA ÇALIŞTIKÇA DAHA ÇOK PENÇESİNE DÜŞERİZ'

Dünya olarak korkunç bir dönemeçten geçiyoruz. Kaygılarımızın ve korkularımızın arttığı bir dönem. Hastalık ve ölüm korkusu… Nasıl en aza indirebiliriz?

Direndiğiniz şey kalıcı olur. Bir durum ya da duygudan kurtulmaya çalıştıkça daha çok pençesine düşeriz. Yapabileceğimiz şey, içinde bulunduğumuz ve bir anda değiştiremeyeceğimiz bu durumu kabullenmek ve önlem almak. Dünya bize değil biz dünyaya uyumlanabiliriz ancak. Tüm duygular bize ait. Tıpkı Mevlana’nın 'Mesnevi’sinde yazan şiirinde olduğu gibi, bedenimiz ev sahibi, duygularımız misafir. Her gün onlarca duygu gelir bedenimize, onlar birer misafir. Her duygunun bir işlevi var bizde. Kim istemez mutlu olmayı, mutsuzluğa da var mısın deyişindeki gibi, hayat gibi duyguların iniş çıkışları elbette olacak. İçinde bulunduğumuz durumu “korkunç” diye tariflediğimizde bedenimize bu yönde mesajlar veriyor olacağız. Oysa değiştiremeyeceğimiz durumlara uyumlanıp kendi önlemimizi alırsak daha kolay yönetebiliriz diye düşünüyorum. Alman edebiyatçı Goethe’nin de dediği gibi “Herkes kendi kapısının önünü temizlerse dünya tertemiz olur.”

Evlere kapandık. Çalışma sistemimiz değişti. Yalnızlık, birbirine dokunamama, sevgisizlik… Benlik kaybı… Nereye sürükleniyoruz?

Her başlangıcın bir sonu vardır. Gecenin sonu aydınlıkla biter, kış yine bahara döner. Elbette bu günler de bir gün geçecek. Bu süre içinde fiziksel mesafemizi koruyarak yüreğimizle sevmeyi, yakınlaşmayı, temas kurmayı öğrenmeliyiz. Yalnızlığın en tehlikelisi bence kendimize yalnızlaşmamız. Önce kendimizle temas kurmayı öğrenmeliyiz bu dönemde. Kendi ile barışık olan kişinin başkalarıyla mücadelesi olmaz. Kendini kabullenenin başkalarını kabullenmesi daha kolaydır. Ben bilimsel Polyanna yaklaşımını benimsemiş biri olarak bunu sürüklenme olarak nitelendirmiyorum. İçinde bulunduğumuz durumun akışındayız, olması gereken de bu zaten. Suya direndiğinizde o sizi sürüklemeye devam edecektir. Oysa onun akışına uyduğunuzda her şey daha kolaylaşacaktır.

'HAYAL KURMAYANIN DİLEKLERİ GERÇEK OLUR MU HİÇ?'

Belki burada da kitabınızdan yola çıkarak o tek adımla nasıl değişeceğimizi söyleyebilirsiniz?

"En uzun yollar tek adımla başlar" sözü ünlü filozof Lao Tzu’dan uyarlamadır. Öyle derin bir anlamı var ki sözün. “Her şey niyetle başlar diyor. Hayal kurmayanın dilekleri gerçek olur mu hiç? Kendi yaşamımızın hayal mühendisleri olmalıyız belki de. Önce yaşamdan neyi istediğimizi belirlemeliyiz. Kısa vadede ve uzun vadede olmayı istediğimiz kişi ve bulunmayı istediğimiz yer neresi, bunu belirledikten sonra küçük bir adım uzun yollar açacaktır bize. Elbette yolun sonunu bekleyerek değil, yolun kendisini duyumsayarak her anı hissederek yaşamalıyız.