YAZARLAR

Bildung ve çocuklarla felsefe

Bildung, eğitimi yalnızca bilgi aktarımıyla sınırlı bir süreç olarak görmüyor. Aksine, bireyin kendisini ve çevresini anlaması, eleştirel düşünce geliştirmesi, içsel bir denge bulması ve topluma anlamlı bir katkıda bulunması gerektiğini savunuyor. Eğitimi de bu amaç doğrultusunda kurguluyor.

Toplumu çevreleyen sorunlara hangi perspektiften bakarsak bakalım, tüm sebep-sonuç ilişkileri bizi “eğitim”e götürüyor.

Peki eğitim sanki karşınızda “robot bir nesil” varmışçasına tek yönlü ve statik bir bilgi aktarımı mıdır?

Yoksa çocuğu birer birey olarak alıp, onun becerileri ve ilgi alanları doğrultusunda kendini gerçekleştirmesine, eleştirel düşünce becerilerinin geliştirilmesine, toplumu dönüştürme kapasitesine katkıda bulunan bir bilimsel yolculuk, bir kendilik inşası mı?

Bu ve benzeri sorular günümüz eğitim sistemlerinin ruhunu sorgulayan birçok felsefi tartışmanın odağında yer alıyor.

Eğitim reformcusu John Dewey’in “Eğitim hayata hazırlık değil, hayatın ta kendisidir” sözünü bir süredir düşünüp duruyorum. Bu kısa ama derin anlamlar barındıran ifade, eğitimi yalnızca okul sıralarına sıkışmış bir olgu olmaktan çıkarak hayatın tamamını kapsayan bir varoluş hali olarak yeniden tanımlıyor aslında…

Yani bu varoluş, yalnızca dışsal bir öğrenme sürecinden ibaret değil; aynı zamanda bireyin kendi içinde bir anlam arayışı ve eleştirel düşünce devinimini de içeriyor.

Almanya’da eğitim alanında yüzyıllardır tartışılan önemli kavramlardan biri olarak Bildung geleneği ve son dönemde giderek önem kazanan “Çocuklarla Felsefe”, modern eğitim anlayışındaki bu anlam arayışlarında verimli bir düşünce sahası sunuyor.

Geçtiğimiz günlerde SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları çerçevesinde düzenlenen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Prof. Dr. Kurtul Gülenç’in konuşmacı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Kenan Çayır’ın tartışmacı olduğu “Maarif, Bildung ve Çocuklarla Felsefe Üzerine” isimli etkinlik, bende benzer sorgulamaları tetikledi.

Uzun zamandır devam eden ve benim de oldukça faydalandığım söz konusu çevrimiçi buluşmalar, akademide yürütülen güncel çalışmaların ve üretilen/tartışılan bilgilerin/deneyimlerin eğitimciler başta olmak üzere bu konuya meraklı herkesle disiplinlerarası bir bakış açısıyla paylaşılmasını amaçlıyor.

Eğitimde fırsat eşitsizliklerinin, ücretsiz okul yemeği ve temiz suya erişim taleplerinin, temizlenmeyen dersliklerin, açlıktan sınıfta bayılan çocukların, yönetilemeyen zorbalık vakaları yüzünden yaşanan okul terklerin, çok düşük yaşlara düşen uyuşturucu kullanımının konuşulduğu bir ortamda “Bildung da nereden çıktı?” diyebilirsiniz.

Ancak toplumun tüm çeperlerini etkileyen eğitim gibi bir makro konunun çözümü, aslında tam da bu tartışmalarla mümkün.  

Bildung, eğitim, kişisel becerilerin gelişimi ve karakter oluşumu, bilgi edinimi, kültürel ve kişisel sorumluluklar, duygusal ve ahlaki gelişim ile olgunlaşmayı bir arada ifade eden Almanca kökenli bir terim. “Kendi kendini geliştirme”, “bireyin şekillenmesi” ya da “kendini gerçekleştirme” gibi anlamlar taşıyor.

Yani Bildung, eğitimi yalnızca MESEM’ler gibi modeller üzerinden meslek edinmenin bir aracı olarak görmeyen, aksine bireyin hem kendisini hem de dünyayı anlamasına olanak tanıyan kapsamlı ve çok-katmanlı bir kavram.

Bu yaklaşım, eğitimin insanın bütünsel bir şekilde “kendini gerçekleştirme” ve gelişim sürecinin bir parçası olduğunu savunuyor; insanı beden ve ruhun mekanik bileşiminden daha fazlası olarak görüyor.

Bu kavramın mimarlarından filozof Friedrich Schiller, Bildung’u estetik bir boyuta da taşıyor. Ona göre, eğitim yalnızca bireyi topluma hazırlamakla kalmaz, aynı zamanda onun ruhunu güzelleştirir ve insanın doğayla uyum içinde yaşamasını sağlar.

Hegel ise Bildung’u bireyin kendi bilincini geliştirerek toplumun ve tarihin bir parçası haline gelmesini sağlayan diyalektik bir süreç olarak görür.

Dolayısıyla, Bildung, eğitimi yalnızca bilgi aktarımıyla sınırlı bir süreç olarak görmüyor. Aksine, bireyin kendisini ve çevresini anlaması, eleştirel düşünce geliştirmesi, içsel bir denge bulması ve topluma anlamlı bir katkıda bulunması gerektiğini savunuyor.

Yani bu anlayış, eğitimin sadece meslek sahibi olmak ya da pratik beceriler edinmekten öte, bireyin hayatı boyunca süren bir kişisel ve ahlaki-estetik dönüşüm yolculuğu olduğunu vurguluyor; çocuğun kendi potansiyelini keşfetmesi ve geliştirmesi sürecini ifade ediyor ve eğitimi de bu amaç doğrultusunda kurguluyor.

Bu açıdan eğitim, bireyi toplumsal sorumluluk bilinciyle donatmalı ve onu toplumsal bir varlık olarak şekillendirmelidir. Bu yaklaşımın benimsenmesi, çocukların okul terklerinin de önüne geçiyor; çocukları sırf sınav notları üzerinden değerlendirip çalışkan öğrenciyi kutsayıp başarısız öğrenciyi dışlayan bakış açısını da değiştiriyor.

Bildung, bireyin yalnızca başkalarının dayattığı bilgi ve normlarla yetinmesini değil, bu bilgiyi eleştirel bir şekilde analiz etmesini, özgürleşmesini, bağımsız düşünebilmesini ve kendi fikirlerini geliştirmesini teşvik ediyor.

Bildung kavramı, bireyin evrensel değerleri benimsemesini teşvik ederken, aynı zamanda onun bireyselliğini ve özgünlüğünü korumasını savunuyor.

Gülenç’in Bildung kavramını “besleyen” edebi eserlere verdiği bir örnek de oldukça çarpıcı. Goethe, ta 1894 yılında yayımlanan Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları adlı eserinde Bildung’u, insanın hayatta kendine bir yol çizmesi ve bu yolculukta dönüşmesi olarak betimler.

Alman felsefeci, diplomat ve Berlin Humboldt Üniversitesi’nin kurucusu Wilhelm von Humboldt ise, Bildung’u “kişinin dünyayla ve kendisiyle kurduğu özneleşme ilişkisi” şeklinde tanımlıyor.

Gülenç’e göre, Bildung, üç aşamadan oluşuyor: içinde yaşadığımız dünyayı anlama becerisi ve aktarılabilir bilgilerin elde edilmesi, duygusal süreçlerimizi içeren ve aktarılamayan bir bilgi ağı oluşturulması ve sorumluluk duygusunun geliştirilmesi yoluyla kişinin kendi kendini yönetme kapasitesinin güçlenmesi. Yani, Bildung, çocuğun bireysel potansiyelini keşfetmesine, kişinin kendisini özgürleştirici bir eğitim eşliğinde yetkinleştirmesi ve toplumsal bir varlık olarak kimlik inşasına odaklanıyor.

Peki, bu büyük eğitim ideallerini çocukların dünyasına nasıl taşırız?

Eğitim politikalarını olur da yeniden ele almaya karar verirsek, Bildung yaklaşımı bizi hangi sulara sürükler?

Çocuklarla Felsefe (Philosophy for Children – P4C) yöntemi, bu soruya verilen en yaratıcı ve etkili yanıtlardan biri… 1970’lerde Amerikalı filozof Matthew Lipman tarafından geliştirilen bu yaklaşım, çocukların eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme ve empati kurma yeteneklerini geliştirmeyi amaçlıyor.

Amerikalı filozof Matthew Lipman’ın savunduğu bu felsefi yaklaşımı çocukların birer “boş levha” (tabula rasa) olmadığını, aksine dünyayı anlama çabasında aktif katılımcılar olduklarını vurgular.

Çocuklarla Felsefe, çocukların “büyük sorular” sormasına, karmaşık konular üzerine düşünmesine ve kendi düşüncelerini savunarak başkalarının fikirlerini anlamasına olanak tanıyor. Bu eğitimlerde eleştirel, yaratıcı, iş birliğine dayalı düşünce ve özen göstermeye dayalı hareketler öğretiliyor. Dolayısıyla, Bildung felsefesine uygun olarak “eleştirel kaslar” güçlendiriliyor.

Bildung ve çocuklarla felsefe - Resim : 1
Çocuklar İçin Felsefi Öyküler, Kurtul Gülenç, Filiz Karadağ, 128 syf., Ayrıntı Yayınları, 2022

Bu açıdan, Kurtul Gülenç ve Filiz Karadağ’ın Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Çocuklar İçin Felsefi Öyküler sadece çocukların değil, ebeveynlerin ve tüm eğitimcilerin okuması ve kendilerine yol haritası olarak kabul etmesi gereken bir kaynak kitap.

Hep sorular soran, merakını paylaşmaktan hiç çekinmeyen, yenilikleri kucaklayan çocuklar tüm zamanların en doğal filozoflarıdır. Bu kitapta yer alan öykülerle bu “doğal” filozofların sorgulama, akıl yürütme, yorumlama ve anlam çıkarma gibi yeteneklerini geliştirme yolu açılmaktadır. Gerçeklik, farklılık, adalet, sorumluluk, büyümek, mutluluk gibi temalar çerçevesinde sunulan öyküler, açık uçlu sorular, yazma ve düşünme etkinlikleri çocukların ve eğitimcilerin yararlanacağı harika birer kaynak sunuyor,” diyor kitabın tanıtım metninde.

“Çocuklar İçin Felsefi Öyküler” kitabında, hikâye anlatımı, çocukların felsefi düşünceyi keşfetmeleri için güçlü bir araç olarak kendini gösteriyor ve bu hikâyeler aracılığıyla çocuklar, mutluluk veya adalet gibi soyut kavramları, günlük hayatla bağlantılı somut örneklerle ilişkilendiriyor.

Bir çocuğun size “Neden herkes aynı haklara sahip değil?” ya da “Zaman neden bu kadar hızlı geçiyor?” gibi sorular sorduğunu düşünün. Bu tür sorular, çocukların dünyayı anlama çabasını gösterir ve onların soyut düşünme becerilerinin filizlendiğini kanıtlar. Çocuklarla Felsefe yöntemi, bu tür soruların etrafında bir tartışma ortamı yaratır ve çocukların kendi fikirlerini ifade etmelerine olanak tanır.

Çocuklarla Felsefe, yalnızca düşünme becerilerini değil, aynı zamanda duygusal zekayı da geliştiren bir araç.

Çocuklarla Felsefe yönteminin gücü, yalnızca çocukların meraklarını teşvik etmekle sınırlı değil; aynı zamanda onların sosyal ilişkilerinde daha iyi bir empati duygusu geliştirmelerine de olanak tanıyor.

Lipman’a göre, çocuklarla yapılacak bir felsefe oturumu, bir “soru topluluğu” oluşturuyor ve bu topluluk, çocukların sadece kendi düşüncelerini ifade etmelerine değil, başkalarının fikirlerini dikkatle dinlemelerine ve onlarla bağlantı kurmalarına da imkân tanıyor.

Örneğin, bir sınıf ortamında “Adalet nedir?” gibi bir soru üzerinden tartışma başlatıldığında, her çocuk kendi bakış açısını dile getirir. Ancak bu bireysel katkılar, monolog olmanın ötesine geçip topluluk içerisinde bir diyalog formuna dönüştüğünde, çocukların birbirlerini anlamalarını ve farklı görüşlere saygı duymalarını sağlar.

Eğitimcilerin rehberliğindeki bu süreç, eleştirel düşüncenin yanı sıra iletişim gücü, işbirliği, hoşgörü ve sosyal farkındalığı da besler; çocukların dünyayı sorgulama ve anlamlandırma çabasını güçlendirir.

Zira, Türkiye’de yıllardır yapboza dönen eğitim sistemlerinde eksik olan şeylerin başında, bilgi yığınlarını ezberletmekten bitap düşen çocuklara kendi fikirlerini sorgulama ve ifade etme fırsatının yeterince sunulmaması geliyor. Oysa elimizde “felsefi diyalog” gibi bir araç var ve bu sayede onları pasif bilgi alıcılarından aktif düşünürlere dönüştürmek mümkün.

“Çocuklarla Felsefe” uygulamasının faydaları üzerine yapılan akademik araştırmalar da yöntemin başarısını doğruluyor. Değerli eğitimci Müjdat Ataman’ın bu konuda çok kıymetli bir tespiti var: “Ülkenin çocuklarının zihninden felsefeyi çıkarıp onların anlam arayışlarını yok sayarsak, onların soracağı harika soruları da ellerinden almış oluruz.”

Örneğin, Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilen bir çalışmada, düzenli olarak felsefi tartışmalara katılan çocukların yalnızca akademik başarılarında değil, duygusal zekâlarında ve sosyal becerilerinde de belirgin bir artış gözlemlenmiş. Araştırmalar, bu yöntemin çocukların problem çözme becerilerini geliştirdiğini ve onları daha iyi dinleyiciler haline getirdiğini ortaya koyuyor.

Finlandiya ve Hollanda gibi ülkelerde, Çocuklarla Felsefe uygulamaları eğitim sisteminin ayrılmaz bir parçası... Bu ülkelerde öğrenciler, dersler kapsamında, etik sorunlar, insan hakları ve çevre bilinci gibi konular üzerinde tartışarak hem eleştirel düşünme hem de toplumsal duyarlılık becerilerini geliştiriyor.

Bugünün eğitim sistemleri, genellikle bilgiyi ölçülebilir standartlarla sınırlayıp meslek sahibi olmaya odaklanırken, çocukların eleştirel düşünme ve yaratıcı ifade yeteneklerini yeterince desteklemez. PISA testlerinde ülke sıralamaları da bu yapının ne kadar sağlıklı temellere yerleştiğinin en net göstergesini sunar.

Biz en ufak bir sorgulama girişimi karşısında “bana felsefe yapma!” derken, UNESCO’nun 2007 yılında yayımladığı “Felsefe Bir Özgürlük Okulu. Felsefeyi Öğretmen ve Felsefe Yapmayı Öğrenmek: Durum ve Beklentiler” isimli raporda, 21.yüzyılda düşünen, sorgulayan, doğru soruları soran ve tartışma yürütme becerilerine sahip bir nesil için felsefe eğitiminin ilkokul döneminde programlarında yer alması gerektiğini belirlemişti.

Benzer şekilde, felsefe ve insan hakları konusundaki çalışmalarıyla hepimize yol gösteren Prof. Dr. İoanna Kuçuradi de lisans öncesi eğitimde felsefenin doğru bir şekilde öğretilmesi durumunda 20 yıl sonra farklı bir Türkiye olacağından söz eder.

Ancak felsefe branşından mezun olan öğretmenlerinin atama sayıları da ortada…

Bildung’un bireysel özgürleşme ve toplumsal sorumluluk dengesi ve Çocuklarla Felsefe’nin eleştirel düşünceyi teşvik eden yaklaşımı, bu eksiklikleri gidermek için güçlü bir zemin oluşturuyor. Zira çocuklar doğru eğitimle yalnızca bilgi depolayan/ezberleyen bireyler değil, aynı zamanda dünyayı sorgulayan, değiştiren ve daha iyi bir gelecek inşa eden bireyler haline gelir.

Eğitim reformcusu Paulo Freire, “Özgürleştirici eğitim, bilgi aktarımı değil, anlamaya ve düşünmeye yönelik eylemlerden oluşur,” der.

Felsefe ve Bildung’un bir araya geldiği bir eğitim modelinde, çocuklara sadece düşünmeyi değil, düşündükleri dünyayı anlamlandırmayı, empatiyi, eleştirel düşünmeyi öğretmek esas… Bu süreçte, eğitimci sadece bir bilgi aktarıcısı değil, aynı zamanda bir rehber; çocuk pasif bir bilgi alıcısı değil, aynı zamanda kendini ve çevresini anlamlandırmaya çalışan düşünen ve eleştirel bir birey. İşte Freire’nin “özgürleştirici eğitim” dediği de tam olarak bu…

Beslenme çantası boş olan, okula ulaşmak için dondurucu soğukta iki otobüs değiştiren, ancak karşı köşede özel şoförünün kullandığı arabadan salınarak inerek yaşıtını gören bir çocuk, “Neden dünya daha adil değil?” diye sorduğunda, bu soru yalnızca bir merak ifadesi değildir; aynı zamanda hepimizin cevaplaması gereken bir çağrıdır.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.