Biden’ın başkanlığında göç yönetimi: Reset mi U dönüşü mü?

Biden kendi başkanlık döneminde amaçlarının var olan göç sistemini yeniden yapılandırmak, modernleştirmek ve göçün köken nedenleri ile baş etmek olduğunu söyledi.

Google Haberlere Abone ol

Seçil Paçacı Elitok*

Yazı dizimizin ilk dört yazısında çok genel hatları ile Obama ve Trump yönetiminin 12 yıllık göç politikalarını incelemiş, iki başkan arasında söylem düzeyindeki farklılıklara rağmen uygulamadaki ortak noktaların altını çizmiştik. Bu yazıda ve takip eden yazılarda, ABD başkanlığını Joe Biden’ın devralmasının, göçmenleri ilk 6 ayda nasıl etkilediğini ve önümüzdeki dönemde nasıl etkileyebileceğini tartışacağız. Biden’ın göç ajandasına geçmeden önce Amerikan iç siyasetinde ciddi tartışmalara sebep olan Biden kabinesinin kimlerden oluştuğuna bakalım.

BIDEN’IN KABİNESİ SEMBOLİK Mİ?

Öncelikle ABD Anayasası'nda hükümette eşit temsil şartına ilişkin düzenlemeler yapılmış olmadığını belirterek başlayalım. Yani kabinede kimin, hangi göreve getirileceği başkanın inisiyatifine bırakılmış durumda. Kabinenin bileşimi, yönetimi devralacak takımın ve başkanlık döneminin ruhunu belirleyeceğinden, gözler hep kimin seçileceğinde oluyor. Geçtiğimiz otuz yıl içinde önemini daha da artan “ABD siyasetinde adaletli temsiliyet olup olmayacağı” konusu Biden’ın kabinesinde çok daha özel bir anlam kazandı. Bunun iki sebebi olduğunu söyleyebiliriz. İlk sebep, Biden’ın zaferinin Trumpizm ve popülizm karşıtı blokun doğal koalisyonu ile gerçekleşmiş olmasıydı. Bu yüksek katılımlı seçimde unutulmaması gereken, Biden’ın ABD tarihinin en yüksek oyunu alan başkan adayı olması. Dolayısıyla temsil ettiği blokun kabineye yansıması Biden’ın görevlendireceği kritik isimlerde gizliydi. İkinci sebep ise, Trump döneminin kadın düşmanı, cinsiyetçi, beyaz süprematist, anti-siyahi, anti-göçmen, Müslüman, yabancı ve LGBTQ karşıtı ve konservatif tonuydu. Özellikle Demokrat partinin, Bernie Sanders’ın liderliğindeki daha solda duran kesimi ve bu kesimin, başını AOC'nin (Alexandria Ocasio Cortez) çektiği daha genç ve ilerici alt grubu kabinede eşit ve güçlü bir temsiliyetin olması için uğraştı. O döneme kadar farklılıkların en geniş şekilde içerildiği ABD hükümetini kurmuş başkan Barack Obama idi ve Biden’dan, seçeceği isimlerle Obama'nın yönetiminden daha güçlü bir çeşitliliği gerçekleştirmesi bekleniyordu. Biden bir yandan azınlıkların temsilinden yana olsa da, kabine için yarışan grupların hepsini mutlu edecek bir formül bulmak nerdeyse imkânsızdı. Seçimlerde Biden’a oy veren toplumun farklı katmanlarının hepsini memnun eden isimleri kabineye atmak Biden için oldukça zor bir sınavdı. Trump Amerika'sından ve pandemiden yorgun ve kızgın bir şekilde çıkan Demokrat Partili seçmenin artık beklentileri çok yükselmişti ve sembolik olmayan bir çeşitlilik temsili istiyorlardı. Bu süreç “adaletli temsiliyet”ten ne anlamamız gerektiği ve çeşitliliklerin temsil edilmesinin ne zaman “yeterli” kabul edileceği tartışmasını da beraberinde getirdi. Bazı kanaat önderleri, bakanlıkların çoğuna Amerikan yerlileri, kadınlar, LGBTQ bireyler, göçmenler ve siyahiler getirildiğinde kabinedeki temsiliyetin adil olacağını savunurken; kimileri de azınlıkların temsiliyetinin ilerici bir adım olmakla beraber sadece sembolik bir anlamı olduğunu ve sistemik sorunları çözmeye yetmeyeceğini öne surdu.

Bütün bu eleştirilere rağmen, Biden kabinesinin ilklerinin önemli adımlar olduğunu belirtelim. Bakanlara geçmeden önce, Biden’in en önemli adımı, yardımcısı olarak Kamala Harris’i seçmesi ve ABD tarihinde başkan yardımcılığı pozisyonuna ilk kez bir kadın, siyahi ve Asya kökenli birinin getirilmesini sağlamak oldu. Öte yandan, Deb Haaland Amerikan tarihinde bakanlık pozisyonuna getirilen ilk Amerikan yerlisi olarak içişlerinin sorumluğunu aldı. Biden’in Savunma Bakanlığı için Lloyd Austin’i tercih etmesi, bu görevi ilk kez bir siyahinin üstlenmesini sağladı. Benzer şekilde Sağlık Bakanlığı koltuğuna ilk kez bir Latin (Xavier Becerra), Ulaştırma Bakanlığı koltuğuna ilk kez bir eşcinsel (Pete Buttigieg), Beyaz Saray Sosyal Sekreterliği koltuğuna ilk kez bir Hispanik (Carlos Elizondo), Amerikan İstihbarat Komünitesi'nin yöneticilik koltuğuna ilk kez bir kadın (Avril Haines), Bütçe Yönetimi Dairesi Başkanlığı koltuğuna ise ilk kez Güney Asyalı bir siyahi kadın (Neera Tanden) oturdu.

Bu şekilde uzayarak devam eden kabine listesine göç yönetişimi açısından baktığımızda kabinenin en önemli bileşeni Göçten sorumlu İç Güvenlik Bakanlığı'na (Department of Homeland Security) kendisi de bir göçmen olan Alejandro Mayorkas’ın getirilmiş olması. Mayorkas’ın ataması Türkçe basına Seferdik Osmanlı Yahudisi babası ve Aşkenaz annesi ile yansıdı ve Küba'ya 20. yüzyılın başlarında göçmeden önce, dedelerinin yüzyıllar boyunca Silivri’de yaşamış oldukları yazıldı. Mayorkas’ı daha önce Obama yönetiminde İç Güvenlik Bakan Yardımcılığı görevinden hatırlıyoruz. Latin Amerika kökenli bir göçmen oluşunun anlamı üç açıdan çok önemli. Birincisi, genel olarak Latin oylarının Amerikan seçim sandıklarındaki rolü ve Mayorkas’in Latin diasporasının cumhuriyetçi eğilimlerini bir sonraki seçimde Demokratlar lehine döndürebilme ihtimali. İkincisi ise, Mayorkas’in genç yaşta ABD’ye sığınmacı olarak gelmiş olması ve Küba devrimi sonrası ABD’de mülteci statüsünde yaşamayı bizzat deneyimlemiş olması. Ve son olarak hem avukatlık eğitimi almış olması hem de daha önceki bürokrat geçmişi nedeniyle, liderlik edeceği kuruma yapacağı katkı ve aktaracağı deneyim. Mayorkas’in rolüne ek olarak, Biden’ın Dışişleri bakanı Antony Blinken’ın da göçmen yanlısı duruşu biliniyor. Üvey babasının Yahudi Soykırımı'ndan sağ kalmış biri oluşunun mültecilere olumlu bakışını şekillendirdiği düşünülüyor. Twitter’dan geçen yıl yayınladığı Susam Sokağı'nın Grover karakteri ile çektiği kısa mülteci yanlısı videosu, verdiği “Mülteciler tıpkı bizim gibidirler” mesajı nedeniyle çok beğenilmişti.

Kabinenin çeşitliliğinin bir önemi var mı ya da bu adımlar sembolik mi tartışması bir yana, göçmen geçmişi olan birinin göçü yönetecek kararlarda imzasının olacak olmasının hem çok anlamlı hem de oyun değiştirici (game changer) olduğunu belirtelim. Fakat kabinenin çeşitliliği ve iç güvenlik bakanının göçmenlik arkaplanına rağmen (migration background) göç politikalarının bizzat uygulanışında Demokratların Obama’nın mirasını ne kadar değiştirebilecekleri hâlâ bir soru işareti.

BIDEN’DAN BEKLENTİLER

Biden görevi alır almaz çok seri davranarak Trump döneminin en sıcak konularından biri olan göçe el attı ve çok hızlı bir giriş yaptı. Fakat yazı dizimizin başında sözünü ettiğimiz kısıtlar elbette Biden için de geçerli. Biden planladığı göç reformlarının ne kadarını tasarı olmaktan çıkartıp kanunlaştırabilir ve de pratikte uygulamaya geçirebilir, önümüzdeki 4 yılda göreceğiz. Biden her ne kadar partiler üstü bir ton tutturmaya çalışsa da, denge ve denetleme mekanizmasının işleyişine dair sınırlamalar nedeniyle ve Trump’ın aldığı Cumhuriyetçi oy sayısının yüksekliğine bakarak, Biden’dan beklentilerimizi çok yükseltmemeliyiz.

İlk olarak Demokratların “kalkınma”ya yaptıkları vurgudan söz edelim. Orta ve Güney Amerika’ya maddi yardımlarda bulunup bölgeyi kalkındırarak göç potansiyelini elimine etmek, yeni yönetimin popüler slogan haline gelmiş durumda. Slogan çok popüler olsa da kalkınma-göç ilişkisine dair tartışmalar yeni değil.

Ekonomik gelişmişlik ve kalkınma ile insan hareketliliği arasındaki bağlantıyı analiz eden çalışmalar ve araştırmalar son derece kapsamlı ve çok geniş bir spektrumda olsa da üzerinde hemfikir olunan belli başlı gerçekliklerden bahsedebiliriz. Öncelikle insanî kalkınma endeksleri ve insan hareketliliği arasındaki korelasyona baktığımızda, göçün büyük oranda orta gelir düzeyindeki ülkelerden yüksek gelir düzeyindeki ülkelere gerçekleştiğini görüyoruz. Dolayısıyla alt gelir kategorisindeki ülkelere yapılacak kalkınma yardımları, ekonomik büyüme destekleri, hibeler ve resmî finansal desteklerin göç potansiyelini azaltmak bir yana, arttırdığı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. İkincisi, göçün köken nedenlerini zayıflatmayı amaçlayan bu yardımların çoğu kez amacı dışında kullanıldığını veya işlemeyen bir ekonomik sisteme yama yapmaktan öteye gidemediğini biliyoruz. Gelişmekte olan ülkeleri kalkındırarak göçün azaltılabileceği ve/veya durdurulabileceği kanısı çoktan çürütülmüş durumda. Göç olgusunun çok katmanlı bir gerçeklik olduğunu ve kalkınma-göç ilişkisinin çok boyutlu doğası gereği insan hareketliğinin para ile durdurulamayacağını sayısız sosyal bilimci gösterdi. “Yasadışı” olarak kategori edilen göçmenlerin büyük bir kısmının yerinden edilme ya da zorunlu göç gibi ekonomik olmayan nedenlerle göç ettiğini de biliyoruz. Tamamen ekonomik saiklerle gerçekleşmiş göçlerin ise muhakkak az ya da çok ekonomik olmayan boyutları olduğu da aşikâr. Örneğin Meksika-ABD özelinde Meksikalı göçmenlere ABD’de kazanacakları maaşların aynısını dahi ödemeyi teklif etseniz, aynı yaşam standardını, benzer özgürlükleri, eğitim seviyesini vb. anavatanlarında satın alamayacaklarını ve tam da “parayla sağlanamayan” şeyler için göç ettiklerini biliyoruz. Dolayısıyla Biden’ın göç yönetiminde “kalkınma” kartını oynamasının uzun vadede de sınırda yaşanan krize merhem olmayacağı çok açık.

Kalkınma-göç ilişkisine dair bu tartışmalar bir yana, Biden’ın mesele göçmenler olunca adeta “geri al” tuşuna bastığını söyleyebiliriz. Her ne kadar yeni yasa yapmadıklarını, Trump döneminin hatalı uygulamalarını düzeltmeye çalıştıklarını söyleseler de reformun kapsamında Kongre’nin oylamasına sunulan birçok yeni yasa olduğunu söyleyelim. Biden kendi başkanlık döneminde amaçlarının var olan göç sistemini yeniden yapılandırmak, modernleştirmek ve göçün köken nedenleri ile baş etmek olduğunu söyledi. Öte yandan ABD'ye yakışır, ABD değerleri ile örtüşür bir göç yasası istediklerinin altını çizdi. Biden göçmenleri kapsayan bir ABD’nin daha güvenli ve güçlü bir ABD olacağı mesajını verdi. Söylem düzeyinde, Trump’ın tam zıddına, göçmenleri ABD ekonomisinin motor gücü, istihdam yaratan, girişimci, inovasyon yaratan, sanata, kültüre ve Amerikan endüstrisine katkı sunan bireyler olarak sundu. Trump politikalarının ABD’nin “fırsatlar ülkesi” imajını zedelediğini ve kendi başkanlığında bunun tamir edileceğinin altını çizdi. ABD ulusunun yapıtaşının göç olduğunu defalarca vurguladı. Bütün bunların en azından söylem düzeyinde U dönüşü olduğunu söyleyebiliriz, fakat icraatlar için yorum yapmak için henüz çok erken. Zira, Trump yönetiminin bıraktığı hasar bir gecede düzeltilebilecek düzeyde değil.

Yine bu U dönüşünün emarelerinden birine örnek olarak, Biden’ın ABD vatandaşlığı hakkı kazanan göçmenlere yeni kimliklerin verildiği seremonide yaptığı konuşmayı örnek gösterebiliriz. Biden “artık eşitiz” mesajı verdiği konuşmasına “Bizi seçtiğiniz için teşekkür ederiz” diye başladı ve göçmenleri ABD’ye gelebilmek için yaptıkları fedakârlıktan ve cesaretlerinden dolayı tebrik etti. Onlara “imkanlar” ülkesine hoşgeldiniz diyerek kendi İrlanda göçmeni ailesinin kökenlerinden örnek verdi ve Biden törendeki pozitif, göçmenleri kapsayıcı, onları onore eden yaklaşımıyla Trump döneminin kapanışının işaretlerini verdi. Konuşması ABD’nin “göçmen ulusu” özelliğinin altını çizmesi bakımından çok önemliydi ve adeta Trump’ın “göçmenler entegre olmuyor ve Amerikan değerlerine zarar veriyor” vurgusunu resetledi.

KAMALA HARRIS’İN ROLÜ

Kabine’nin 15 bakanının da sembolik isimler olduğunu söyleyebilir ve Biden’ı başka birçok açıdan eleştirebiliriz; ama kendisi de bir göçmen olan hemcinsim Kamala Harris’in başkan yardımcılığı rolünün çok önemli olduğunun altını çizmek isterim. Hem cinsiyeti hem de annesinin (Hindistanlı) ve babasının (Jamaika) göçmenlik geçmişi sebebiyle gözler Harris’in üstünde. İlk kadın, ilk siyahi ve Asya kökenli başkan yardımcısı Harris’in, Trump döneminde ailelerin sınırda çocuklarından ayrılmasına karşı çıkan en güçlü senatörlerden biri olduğunu hatırlayalım. Derisinin kahverengi olması nedeniyle Amerika’daki birçok siyahi (African American) grup için Harris’in yeterince siyahi olmadığını ve beyaz süprematistler için de yeterince beyaz olmadığını belirtelim. Siyahilerin anti-Harris olan kesimleri Harris’in ailesinin kökenlerinin köleliğe dayanmadığı için siyahi olmadığını düşünüyor. Dahası, aynı gruplar, Harris’in San Fransisco başsavcılığı ve Kaliforniya Adalet Bakanlığı görevi yaptığı dönemde siyahilerin “kitlesel hapsedilmesi”nden sorumlu olduğunu iddia ediyor. Harris’in başkanlık öncesi siyasi kariyeri döneminde uyuşturucuyla ilintililenerek veya çocukları okuldan kaçan siyahi ebeveynler hapsedilirken; siyahileri katleden beyaz polislerin cezasız kalması gibi birçok nedenle Harris kabul görmüyor. Henüz Türkçe çevirisi olmayan, 2019’da yayınladığı hatırat tarzında yazdığı otobiyografisinde (The Truths We Hold: An American Journey), Harris kendi kişisel göç hikayesini ve göçmen çocuğu olmanın ne demek olduğunu anlatıyor. Ama kitap aynı zamanda bir günah çıkarma olarak da okunabilir. İnsan hayatını her şeyin üstünde tuttuğunu ve bu nedenle göçmen karşıtı politikaları desteklemediği mesajını işlediği kitabı haftalarca en çok satanlar listesinin başında kaldı. Fakat kitapta savunulan değerlerin uygulamada bizzat göçmenlere olumlu bir yansıması olacak yasalara dönüşüp dönüşmeyeceği bir soru işaretiydi. Bu soru işaretinin ilk cevapları, Meksika-ABD sınırında oluşan krizi çözmekle görevlendirilen Harris’in yaptığı çok talihsiz açıklamalarla gelmeye başladı. Haziran 2021’deki Guatemala ziyareti sırasında Biden’ın görevi devralması ile yaşanan akın göç sonucu oluşan sınır krizine referans vererek, göçmenlere üstüne basa basa ve tekrarlayarak “Gelmeyin” diye seslenen Harris çok tepki çekti. Bu söylemin Trump’ın ördüğü fiziksel duvarın farklı bir versiyonu olduğunu savunanlar Harris’e sığınma hakkının temel bir insan hakkı olduğunu hatırlatan yorumları ile sosyal medyadan saldırdılar.

*Dr.

Bir sonraki yazı: 2021 vatandaşlık yasası ne getiriyor?