Behçet Çiftçi ile yürümek ve yollar üzerine: Ben kendi coğrafyamın tutanakçısıyım

KHK ile görevinden uzaklaştırılan öğretmen, fotoğrafçı, doğa tutkunu ve gezgin Behçet Çiftçi ile konuştuk. Çiftçi, "Bizim coğrafyada her gezgin yolunu kaybetmiş bir eşkıyadır, bazen de bir keşiş" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Sason’a kolay kolay kimsenin yolu pek düşmez ama gidenler de muhakkak Behçet Çiftçi adını duymuştur. O kadar çok insana Sason gezilerinde eşlik etti ki benim ilk aklıma gelen, yakın zaman önce yitirdiğimiz tarihçi-yazar Anahid Ter Minasyan. Behçet, doğma büyüme Sasonlu, KHK ile görevinden uzaklaştırılan bir öğretmen, fotoğrafçı, doğa tutkunu ve gezgin. Bir süre Diyarbakır’da öğretmenlik yapmış, sonra “dağ ülkesi” dediği Sason’a özlemi ağır basmış, memleketine dönmüş. Şimdilerde dünyayı Sason’dan adımlamaya devam ediyor. İsterim ki Behçet Çiftçi’nin adımlarına birlikte eşlik edelim.

'BİZİM COĞRAFYADA HER GEZGİN YOLUNU KAYBETMİŞ BİR EŞKIYADIR, BAZEN DE BİR KEŞİŞ'

Behçet öğretmenlik yaparken, bir yandan da kendini yaşadığı coğrafyanın dağını, taşını tüm detayları ile öğrenmeye adamış. Öğretmen olduğunu bilmeyenler onu kimi zaman “defineci” sanmışlar, kimi zaman da “meczup”. Ne sanılırsa sanılsın soru hep aynıymış, üstelik kısık sesle: “Sende Ermenilik var mı?” İkna olmayanlar bir teklifle gelirmiş. Bu kez yüksek sesle: “Hazine haritalarını getir, ortak olalım”. Behçet’in yolu on yıl önce Komk Manastırı’na düşmüş. O Komk Manastırı ki bir zamanlar bölgede yaşayan Ermenilerin “Şahin Tepesi” dedikleri yer. Behçet için ise “yolların başlangıcı”. O büyük karşılaşmayı şöyle anlatıyor: “Sason, Güneydoğu Torosları’nın içinde başka bir dünya. Komk Manastırı ile başlayan arayış, beni Sason’un neredeyse her yerini dolaşan bir gezgin; elde ettiğim kaynaklar ve saha çalışmasıyla bir araştırmacı ve gittiğim yerlerdeki doğal yaşamı da karelere yansıtan bir fotoğrafçı yapmıştı. Hazinenin maddi değil manevi olduğunu, bunun doğanın her tarafına dağıldığını çoktan keşfetmişim. Sason’a dair bilgi kırıntılarını topladıkça muazzam bir kültürün ortaya çıktığını fark ettim. Bizim coğrafyada her gezgin yolunu kaybetmiş bir eşkıyadır, bazen de bir keşiş. Önce Sason’u, memleketimi; daha sonra Dicle’yi, Van Gölü’nü, Hasankeyf’i, Turabdin’i, Botan’ı yürüdüm. Koşulları zor olan bir coğrafya, diğer bölgelerdeki gibi rahat yürüyemiyorsun, gezemiyorsun, fotoğraflayamıyorsun. Ben biraz da coğrafyamın tutanakçısıyım. Belki de bir ‘tolaz’. Tolaz, bizim buralarda işi gücü olmayan, ‘avare’ anlamında kullanılıyor, ihraçtan sonra bende kendime ‘tolaz’ dedim.

.

Behçet, hiçbir gerekçe sunulmadan, 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Aradan geçen dört yıl boyunca, mahkemenin verdiği takipsizlik kararına rağmen dosyası hâlen incelenmedi. “Geçim sıkıntısı ve yapılan haksızlığın yarattığı büyük itiraz olmasa bu ihracı lütuf olarak göreceğim” diyor. Bu sayede mesleğine, daha doğrusu hayata bambaşka bir yerden bakmaya başlamış: “Başlangıçta maddi açıdan çok zorlandım. Fotoğrafçılık ilk tutunduğum alan oldu. Bir süre düğün fotoğrafçılığı yaptım. Bana göre olmadığına kanaat getirip, düğün fotoğrafçılığını bıraktım. Dağcılık lisansı alıp, doğa yürüyüşü rehberliği yapmaya başladım. Fakat daha çok kendim için yürüyorum. Öncesinde de doğanın içindeydim fakat bunu süreklileştirmemiştim. Haftada bir iki kere doğada çıkıp yürümediğim zaman, üzerime karabasan çökmeye başlıyor. Bu günleri atlatabilirsem bu uzun yürüyüşler sayesinde olacak”. Ne demişti David Le Breton: “Yürümek kendinle hesaplaşmaktır!” Sevgi Soysal da o muazzam kitabına bu ismi boşuna koymamış demek… Kitabın adı “Hesaplaşma” olsaydı, belki de bu kadar soluk soluğa okumayacaktık. 

Anahid Ter Minasyan

'HER SENE VARTAVAR'DA TÜM SASON ERMENİLERİ İÇİN MERYEM ANA KİLİSESİ'NDE MUM YAKARIM'

Süreç içinde Behçet’in bu uzun yürüyüşüne katılanlar, vazgeçenler olmuş. “Uzun yol arkadaşlığını herkes göğüsleyemez” diyor. Aklıma 'Bir Gün Tek Başına' geliyor. Vedat Türkali, eşine ithafında ne diyordu: “Uzun yol arkadaşı Merih’e…” Behçet’in yol arkadaşları ise Besse, Silva, Anahid olmuştu. O ilk dostluk çoğaldıkça çoğalmıştı: “On yıl önce Sason ile ilgili araştırmalara başlarken Besse(Kabak)’nin Agos Gazetesi’ndeki yazılarına denk geldim. Onu tanımıyordum, onunla iletişim kurmanın yollarını ararken bir gün Besse, Komk Manastırı üzerine yazdığım yazıyla ilgili aradı. Benim unutamadığım bir andır. Bu vesile ile onunla tanışmış olduk. O gün bugündür yol arkadaşım Besse kuyrikle(1) çok şeyler paylaştık. İstanbul’daki buluşmalarda Sason üzerine saatlerce sohbet ederdik. Vartavar’ı kutlamak için Sason’a birlikte ilk yolculuğumuz yedi yıl önceydi. Sonrasında her sene Vartavar’da, gelemeyen tüm Sason Ermenileri için zirvedeki Meryem Ana Kilisesi’nde mum yaktım. Bu süre zarfında Gülo’nun torunu Anahid (Ter Minasyan)’in yolculuğuna eşlik ettim. Yaşına rağmen dağdaki asil duruşundan çok etkilenmiştim ve ona ‘mayrik’(2) demiştim. Anahit’in korku çığlıklarına kahkahalarla gülmüştüm. Sason Dağları’nda Lili’nin deliliğini paylaşmıştım. Silva’nın deli divane köyünü dolanışına eşlik etmiştim. Wendy ile uzaklardaki dengbejlerin sesine kulak verip, keşişlerin hikâyesini konuşmuştum. Besse, Anahid ile oğulları, Lili ve Silva bir asrın yüküyle Sason’a gelmişlerdi. Heybelerinde acı, keder, hüzün ve umutsuzluk vardı. Anahid’in Mereto Dağı’nda söylediğini hâlen unutmadım: ‘Her şey annemin anlattığı gibi’… Fotoğraflarını çektiğim asırlık çınarlar bir dönemi kapatırcasına bir bir devriliyordu. Anahid Ter Minasyan’ı, o bilge, o vâkur, o görkemli insanı geçtiğimiz sene yitirdik”.

'BURASI BATMAN MI?'

Behçet’in coğrafyasındaysanız, düşünen, okuyan, yazan, duyarlı bir insansanız, üstelik bu hiçbir yanlışın değişmediği ülkede yaşamak zorundaysanız… İşte o zaman dağlar, ovalar, bulutlar, kır çiçekleri, belki kar ile boran bile bir itiraz biçimine, bir direnme biçimine dönüşür. Nuri Bilge Ceylan’ın taşra üzerine filmlerini düşünün. Nedir o kasvetin kaynağı? O gencecik insanlar neden çıkışsızlık içinde bir girdapta sürüklenir? O idealist öğretmen ne zaman vazgeçmiştir? O sendika başkanı nerededir? Hani en büyük pankartı açtığı için gururlanan… Dergi çıkarma telaşındaki gençlerin hevesini kim kaçırmıştır? Film bitince içinize büyük bir oyuk açılmadı mı hiçbir zaman? Behçet’in açılırmış… “O oyuğun ‘gayya kuyusu’na dönüşmemesi için her şeye rağmen bir araya gelmeye, fotoğraf çekmeye, yürüyüşlere çıkmaya devam ediyoruz” diyor. “Üç beş arkadaşla başladığımız bu serüvende bir baktım ki muazzam bir topluluk olmuşuz. Yürüdüğümüz, gezdiğimiz yerleri görenler ‘Burası Batman mı?’ diye merak ediyor. Batman, şehir olarak ovada kurulmuş. Ama kuzeyindeki Güneydoğu Torosları ile güneyindeki Turabdin Dağları, saklı kalmış hem tarihi hem de doğal birçok güzelliği içinde barındırıyor. Beni keşfettiğim yerlere önce bir merak sürüklüyor. Daha sonra buralara doğa yürüyüşü düzenleyerek bu güzellikleri paylaşıyorum. Doğayı seven, kendini bilen, kendi arayışı olan birçok arkadaş aramıza katılıyor. Doğaya gelen arkadaşların zaman içinde kendi dönüşümü başlıyor. Herkes için bunu söylemek çok zor. Çünkü doğanın zorlayıcı sınırları da var. Doğa, en yalın haliyle zor bir hayatı sunuyor bize. Yoruluyorsun, acıkıyorsun, üşüyorsun, ıslanıyorsun, acıyı hissediyorsun, sıcaktan vücudun yanıyor, susamaya başlıyorsun, korkuyorsun. Rüzgârın, suyun, kuşların, böceklerin sesini; çiçeklerin, bitkilerin kokusunu duyuyor, görüyor ve hissediyorsun. Sanırım bu duygular, bizleri daha hümanist yapıyor. Biraz da anarşist…”

.

'COĞRAFYA KADER Mİ KEDER Mİ?'

Behçet, çoktandır Mardin, Turabdin bölgesini fotoğraflıyor. Bir güneş parçası muhakkak ona eşlik ediyor. Sabahtan akşama güneşte biçimlenmiş bir kenti fotoğraflıyor. “Midyat’ta bulunan Zaz Köyü’nün harabeleri beni çok etkilemişti. Bir gün İstanbul’dan Ermeni bir arkadaşım beni aramış, köydeki Mor Dimet Kilisesi’nde tek başına yaşayan Rahibe Verdi’nin yaşadığı saldırı ve tehdidi anlatmıştı. Ben de merak etmiş, Zaz Köyü’ne gitmiştim. Hem Dayrayto’nun hikâyesi, hem de geçmişte yaşanan acıların kırık dökük tanığı köyün harabeleri Turabdin Süryanileri’ni keşfetmemi sağladı. Hâlen de yılda üç dört kez gidip dolanırım o köyün harabelerinde. Eylül ayından beri Turabdin Süryanileri üzerinde yoğunlaştım. Turabdin, muazzam bir coğrafya… Ovanın ortasında yükselen bereketli dağlarda, büyüleyici bir kültürün mirasçısı olan Süryani halkı yaşıyor. Hangi köye gidersen misafirperverlikle karşılıyorlar, kendi kültürlerini tanıtmak mutluluk veriyor onlara. Boşalmış veya harabeye dönmüş köylerin atmosferi geçmişe bir yolculuğa çıkarıyor insanı. Bölgedeki kutsal dağlarla ilgili hem belgesel fotoğraf, hem de dağların inançlar üzerindeki etkisi üzerine çalışmaya devam ediyorum. Bazen fotoğraflarını çekiyorum, bazen de ses kayıtları ve video… Her şey o kadar çabuk değişiyor ki, bir sene önce gördüğünü sonraki sene göremiyorsun. Turabdin için söylemiyorum, genel olarak betonlaşma ciddi şekilde köyleri ve doğayı bozmuş. Gittiğim yerlerde bunlarla karşılaştığımda ağır bir hüzün çöküyor üzerime”.

.

Behçet Çiftçi, öğretmenliğe geri döner mi dönemez mi bilemiyorum. Onu yargıçlar, karar vericiler, insanların hayatlarıyla bir an bile düşünmeden oynayanlar biliyor. Bir de dükkânlar, siren sesleri, depolar, istinat duvarları, klaksonlar, ülkemizin üzerindeki o ağır, ıslak battaniye… Onlar biliyor! Behçet ve diğerleri “rağmen” yaşamaya devam ediyor. “Dicle’nin Öyküsü”, “Beyaz Zamanlar”, “Dağ Ülkesi: Sason”, “Turabdin Süryanileri”, “Kutsal Dağlar” belgesel fotoğraf dizisi bugünlerin ürünü. Siz de n’olur, “çabuk gelin, manzara dağılmadan!”

Dipnotlar

  1. Kuyrik: Ermenice “kızkardeş”
  2. Ermenice “anne”