Bazı kahramanlar asla geri dönmemeli: Matrix Resurrections

"Matrix Resurrections" çok mu kötüydü? Hayır. Aksine “Matrix Revolutions”la arası başarılı bağlanmış. Ancak izlediğimiz Matrix miydi? Maalesef ki o da hayır...

Google Haberlere Abone ol

*Yazı spoiler içermektedir.

Matrix serisinin dördüncü filmi “Matrix Resurrections” dün sinemalarda izleyicilerle buluştu. Vizyonla aynı zamanda HBO Max’te de gösterime giren filmin yönetmen koltuğunda bu sefer Wachowski Kardeşlerden sadece Lana oturuyor.

Filmde Keanu Reeves ve Carrie-Anne Moss’a Jessica Henwick, Yahya Abdul Mateen II, Neil Patrick Harris, Jonathan Groff, Priyanka Chopra, Christina Ricci, Jada Pinkett Smith, Lambert Wilson ve Daniel Bernhardt gibi oyuncular eşlik ediyor.

“Matrix Resurrections”, açılış sahnesine ilk filme gönderme yaparak başlıyor. Nostalji görünce gözünüz gönlünüz şenleniyor haliyle. Ancak yeni karakterlerin filme dahil olmasıyla bu şenlik uzun sürmüyor maalesef. Film, bir Neo’nun gerçeklerle yeniden yüzleşme ve Trinity’yi bulma hikâyesini konu ediniyor.

MATRIX'LE DALGA GEÇEN MATRIX FİLMİ

Thomas A. Anderson, namıdiğer Neo, yeniden Matrix dünyasına gönderilmiş, hatta hafızasındaki tüm olaylar ve karakterler ‘The Matrix’ adlı video oyununa dönüştürülmüş. Bu oyunuyla tanınıyor ve video oyunu şirketinde çalışıyor. Neo, oyundaki olayları gerçekte yaşadığını düşünerek ‘sinir krizleri’ geçirse de psikoloğunun verdiği ‘mavi ilaç’larla her şeyin kafasının içinde olduğuna kendini inandırmaya uğraşıyor.
Bu sırada filmde Matrix’in yeni bir oyunun da geliştirilmesi planlanıyor. Senaryo yazanlardan Warner Bros.’a esprili bir dille giydirenlere, sürekli orijinallik vurgusu yapanlardan 'kim bilir belki 5 ve 6. seri de gelir' diyenlere; film, kendi içindeki esprileriyle Matrix’in bizzat kendisiyle ve seri filmleriyle dalga geçiyor.

Neo, her ne kadar mavi hapları kullanmaya devam etse de her gün bir diğerinin aynısı gibi geçiyor. Yeni karakterimiz Bugs, tam da bu noktada yeni Morpheus’umuzla Neo’yu yeniden ‘asıl gerçekliğe’ döndürmeye uğraşıyor. Bu uğraş anlarında eski filmlerden sahneler, ‘oyunun içindeki sahneler bunlar’ bahanesiyle sürekli olarak gösteriliyor. Nostalji, flashbacklerle sürekli gözünüze sokuluyor yani. Film bir nevi kendini tekrar ediyor da diyebiliriz. Örneğin, ilk filmde gördüğümüz ve deja-vu anlamına geldiğini öğrendiğimiz siyah kedi birçok sahnede kafanıza vurularak tekrar tekrar anlatılır gibi gösteriliyor. Üstüne üstlük izleyici hâlâ anlamazsa diye mama kabında dahi 'deja-vu' yazıyor.

Ardından Neo’nun gerçeği kabullenmesiyle Trinity’yi de geri döndürme çabaları başlıyor. Buradan itibaren tamamen romantik komediyle karışmış bilim kurguya dönüyor film... 'Matrix serisinde Neo ve Trinity’nin aşkı hiç mi yoktu?' derseniz, tabii ki vardı ancak bu aşk Matrix evreninin içine güzelce yerleştirilerek öyle anlatıldı ki ne filmin gidişatını değiştirdi ne de filmi bir romantik komediye çevirdi.

YENİ KARAKTERLER

‘Seçilmiş Kişi’ olan Neo’ya hayranlık duyan yeni karakterlere gelirsek... Karakterlerin pek bir derinliği yok, hatta öylesine yok ki Jessica Henwick’in canlandırdığı kaptan Bugs dışında hiçbirinin adı da akılda dahi kalmıyor. Basmakalıp geliştirilen karakterler bir nevi bir aksiyon filminden figüranlık için gönderilmiş gibiler, eğreti duruyorlar.

Yahya Abdul Mateen II’nun canlandırdığı Morpheus, 'Morpheus havası' vermekten fazlasıyla uzak. Laurence Fishburne’un zirveye çıkardığı karakteri sürekli espriler yapan, rengarenk giyinen genç ve ‘kaslı’ bir karaktere çevirmeyi maalesef akıl alsa da gönül kabullenmiyor.

Serinin Neo-Trinity ikilisinden sonra favori ikilimiz olan Neo-Ajan Smith’ten bahsedecek olursak; “Matrix Resurrections”da Ajan Smith’i üçlemede olduğu gibi Hugo Weaving canlandırmıyor. Weaving’in karakteri, artık genç, spor giyiniyor ve Neo’ya Tom diye sesleniyor. Evet, Neo’ya Mr. Anderson diye seslenmeyen bir Ajan Smith var filmde...

AYNI SUDA DÖRDÜNCÜ KEZ YIKANILMAZ

“Matrix Resurrections”ı bir Matrix filmi olarak değerlendirmezsek gayet yerinde ve güzel aksiyon sahneleri var. Ancak filmin 1999 yapımı Matrix’in bir devamı olduğu akıllara gelince döneminin bile gerisinde kaldığı acı bir gerçek gibi yüzümüze çarpıyor. Maalesef, 20 yıl önce sinemada çığır açan sahnelerin birinin seviyesinde bile bir sahne yok. Özellikle efektler göze batıyor, dövüş koreografileri ilk üçlemenin yanına yaklaşamıyor. Adeta 1999 yapımı “The Matrix” günümüzde çekilmiş de “Matrix Resurrections” 1999 yılının teknolojisiyle çekilmiş gibi... Neo ve Trinity'nin uçuş ve göğe yükseliş sahnelerini "Superman filmine mi bilet aldık acaba?" diye düşünerek, hayretler içinde izliyorsunuz. Matrix’in kötü bir uyarlaması olarak görebileceğimiz film, bir Matrix dizisinin pilot bölümü havasını da veriyor.

Matrix üçlemesinin ikinci filmi “Matrix Reloaded” ve üçüncü filmi “Matrix Revolution” da eleştirmenlerce beğenilmese ve çok eleştirilse de hâlâ Matrix’in bir parçasıydı. Ancak anlıyoruz ki aynı suda dördüncü kez yıkanılmıyor. Tabii bir de üzülerek farkına varıyoruz ki Keanu Reeves de yaşlanıyor.

Son olarak konuşacak olursak film çok mu kötüydü? Hayır. Aksine “Matrix Revolutions”la arası başarılı bağlanmış. Ancak izlediğimiz Matrix miydi? Maalesef ki o da hayır... Her ne olursa olsun eski oyuncularıyla, nostaljisiyle bizi 'beyaz tavşanı takip etmeye devam' diyerek 20 yıl öncesine götürdü Lana Wachowski... Peki olmuş mu? Orası izleyicinin takdirinde...