YAZARLAR

Başlama yeri: Kurucu dayanışma ve toplumun bedeni

İki insanın birbirlerine karşı sorumluluklarını onurlandırma yollarından biri de, bir üçüncü için, hatta insan olmayan bir başka can için birlikte, müştereken, ortak bir çaba göstermeye ve bir diğerinin çabasına tanık olmaya gönüllü olmalarıdır. Aşırı gerçekçilerin dikkate değmeyecek kadar hafif ve romantik buldukları dayanışmanın, başlıca ve yegâne kurucu güç olmasının sebebi de budur.

Faşizme inat, yaşasın hayat
Yüzde 52

On gün kadar önceydi, Çorlu’dan bir genç kadının ağlayarak kaydettiği bir video düştü sosyal medyada önümüze. Biri sesleniyordu mahalleye: “Tek biz yaşamıyoruz bu dünyada, hayvanlar da var! Daire 16’dayım, adım Özay Kaya!” O gün o videoyla tutunduk hayata ve birbirimize. Güzeller güzeli bir başlama yeri sunmuştu Özay Kaya! “Tek biz yaşamıyoruz bu dünyada!” Ne çok anlamı var bu cümlenin: Diğer varlıkları da tanıyor, yaşam haklarını gözetiyorum. Ahan da tam burada başlıyor benim hayatım! Kendimden başkasının yaşam hakkını tanıyıp gözettiğimde. Böyle bir hayatı seçiyorum! “Daire 16’dayım, adım Özay Kaya!”: Burada yaşayacağım, kendimden başkalarının yaşam hakkını tanıyıp gözettiğim yerde. Bir adım daha ileri gidelim mi: Burası, yaşam hakkının tanıyıp gözetildiği bir yer olacak. “Biraz insan olalım” da diyordu sözün bir yerinde. İnsanı tarif ediyordu yani. İnsan: Başkalarının yaşam hakkını tanıyıp gözeten varlık! Bundan daha güçlü ve radikal bir siyasi iddia daha bilmiyorum. Üzerine koca bir dünya kurulur.

Diyeceksiniz ki, bahse konu yaşam hakkı bir sokak köpeğine aitti. Köpekten, “sokağın köpeği, herkesin baktığı köpek” diye bahsediyordu. Köpekle sokak arasında kurduğu aidiyet ilişkisine dikkatinizi çekiyorum. Hayvansever biriymiş Özay Bey, fazla da anlam çıkarma buradan. İtiraz edeceğim. İyi de zaten “başlama yeri” dedim, orada başlıyor her şey, bitmiyor ki... Gideceği yönü irademizle seçecek, güzergâhı aklımızla belirleyeceğiz. Şunun ya da bunun, spesifik birinin, bize benzeyenin ya da kendimizin olmamasına aldırmaksızın hayatı savunmanın dağılmış şeyleri toplamanın, tükenmiş enerjileri şarj etmenin, müşterek bir hayatiyet döngüsü kurgulamanın tek yolu olduğuna dair bir hikâye anlatacağım size. İçinde yaşadığı topluluğun devamlılığına, örselenmiş canları, tek başlarına acıyla saklandıkları yerlerden çıkarıp tekrar hayata karıştırma çabasıyla katkıda bulunan birinden söz edeceğim.

KURUCU DAYANIŞMA

Twitter’da Nerrad&Mehir (@AyiBalYapay) hesabıyla tanıyanlarınız da vardır. Kendisiyle sosyal medyada tanıştık ve arada sohbet etmeye başladık. Ankara’da yaşıyor. Genelde kedi, nadiren de köpek kurtarma operasyonları yapıyor yaşadığı mahallede. Masraflar için yaptığı çağrıları paylaşıyorum zaman zaman. Yine aynı hesaptan kedi kurtarma operasyonlarına ilişkin videolar da yayınlıyor.

Onun hikâyesi bir otobanda arabasıyla hızla giderken kedi mi, kirpi mi, tavşan mı olduğunu hâlâ bilmediği bir hayvanın ölümüne sebep olduğunu, çok sonra fark ettikten ve kendisine “bundan böyle hayatta kalmaları için uğraşacağım” diye söz verdikten sonra başlamış. Çabasına tanık olan komşuları ve arkadaşları da işin bir ucundan tutup dahil oldukça ortaya dinamik bir dayanışma ağı çıkmış. Bir kez başlayan böylesi bir dayanışmanın konusunun hasta ya da sakat kedilerden ibaret kalmayacağını tahmin edersiniz. Fiziksel olarak da bir arada, birbirlerine yakın yaşayan insanların hayatı savunmak için örgütledikleri dayanışmalar asla başladıkları yerde kalmaz. Çünkü dayanışmanın bu türlüsü hayatı bir bütün olarak, her şeyiyle savunmayı mümkün kılan bir kurucu cesareti çoğaltır. Nerrad&Mehir anlatıyor kedi kurtarma operasyonlarının arka planını: “Bu bizim siyaset yapma şeklimiz. Ben doğayla insani bir ilişki kuruyorum. Ekoloji de, hayvan da, dayanışma da, komşuluk da çok sağlam bir yer tutuyor bu siyasette. Kedi-köpek kurtararak bu alanların hepsine dair bir şey yapmış oluyoruz. Hep beraber bir işin ucundan tutuyoruz.” Hep beraber ucundan tutulan işler kuruyor toplumu ve siyaseti. Çünkü birbirimizin kara kaşına kara gözüne meftun olup yaşamıyoruz birlikte. Bizi birlikte yaşatan şey, yaptığımız ortak işlerden sadır olan ortak duygular.

Nerrad&Mehir’in hikâye ettiği izleği şöyle özetleyeyim: Duygu yoğun ekip işleri yaralı ya da hasta kedi yakalama operasyonları; sevgi, şefkat, heyecan, gerilim, sevinç, hüzün, bazen başarısızlık, bazen çaresizlik... Hayata tutunmak için su gibi, ekmek gibi ihtiyaç duyduğumuz ne kadar duygu varsa hepsi orada ve dayanışanlar birbirlerinin yüzlerinde kendi duygularını okuyabilecekleri mesafedeler birbirlerine. Nerrad&Mehir, yaralı ya da hasta hayvanları, mahalleyi gözlemleyerek ya da gelen “ihbar” telefonları ve mesajları sayesinde tespit ediyor. Bazen günler, hatta haftalar süren operasyonlarla hayvanları yakalıyor, veterinere götürüp bakımlarını yaptırıyor ve taburcu ediyor. Tek başına hayatta kalamayacak olanları sahiplendirmeye çalışıyor. Kalıcı iz bırakan bir hastalık geçiren ya da sakatlanmış hayvanlara yaşayacak bir yer bulmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz. Bütün bu kapsamlı operasyon, insanların birbirlerine güvenmesini gerektirdiği gibi, o güvenin sürdürülebilirliği de yarın yine aynı sokakta karşılaşabileceklerini bilmenin getirdiği tedirginlik. Bakınız müşterek etik ve yazılı yasaya ihtiyaç duymayan büyük harfli Hukuk da tam orada doğuyormuş meğerse. Yazılı yasanın mesnet bulacağı Hukuk yani.

MERCİLER VE YET(K)İLER

Nitekim, yaklaşık altı aydır takip ettiğim Nerrad&Mehir hakkında bu yazıyı yazmaya Ankara’daki kimi yetkililerle yaptığı yazışmaları gördükten sonra karar verdim. Çünkü bu gönüllü, sevgi dolu, zorluklar karşısında eksilmek yerine artan dayanışmanın ve Hukuk’un hukuka da dönüşmesi lazım gelir diyor insan dinledikçe. Yazışmalarda gördüğümse, nasıl bir cevherle karşılaştıklarının farkında bile olmayan, kendi pozisyonlarını ve kurumlarını korumayı bu cevherle etkileşime girmekten daha önemli bulan telaşlı insanlar tarafından kotarılmış mesafelerden ibaretti. Yukarıda Nerrad&Mehir’in kişisel öyküsünden ortaya çıkan mahalle, hatta giderek şehir düzeyinde bir dayanışmanın yarattığı müşterek hissiyat akışını tarif etmiştim. O yazışmalarda gördüğüm hissiyat ise hevesle yerinden doğrulmaya çalışan bir çocuğun, başını tepesinin üstündeki sehpanın sivri köşesine çarpması gibiydi. Yetkililerle arasındaki yazışmaların bir bölümünü bana “ya sen deli misin, yanaşırlar mı öyle şeye” der gibi göndermesinin sebebi şakayla karışık bir hayal kurmaya koyulmamdı: Belediyelerle iletişim kursak, bu dayanışma bütün şehre yayılsa, başka şehirlere de. Tersinden bağlantı kurarak “Hayalet Avcıları”nı andım. Canının acısıyla kuytu köşelere, ölmek üzere, öleceğini bile bile, insanlardan ve diğer canlılardan duydukları korku yüzünden saklanmış dört ayaklı şehir sakinlerini bulup, onlara hayatın ve insanların düşündükleri kadar kötü olmadığını hal diliyle anlatan bir ekip... Hayalet Avcıları’nı anmamın sebebi bana sürekli kapanlardan, tüftüflerden, ağlardan, kendi tabiriyle “zihni sinir projelerden” yani can havliyle saklanan bir hayvanı “yakalamak” için gereken ekipmandan bahsetmesiydi. Sonra işte o yazışmaları gördüm. Hayat hazırdı da, resmi merciler hayatı kavramaya, bırakınız kavramayı gerek de yok aslında, hayata karışmaya, müdahil olmaya, hayatın bir cüzü olmaya hiç hazır değillerdi... Elbette hazırlanacaklar, dayanışma onları da dönüştürecek bir gün, inancım tam buna!

Nerrad&Mehir’in adını anmadığım gibi söz konusu yetkililerin de adlarını anmayacağım. Mevzunun bireysel bir kahramanlık hikâyesi olarak hatırlanmasını istemediği için istemiyor kendi adının anılmasını. Haklı. Yaptığı şey kahramanlık değil. Özay Kaya’nın “biraz insan olun” dediği eylemliliğe tekabül ediyor. Ayrıca bireysel bir iş de yapmıyor. Yaralı ve hasta hayvanları görüp, çoğu zaman önce ilgili belediyeyi, sonuç alamayınca onu arayan şehir sakinlerinden tutun da mahalledeki komşularına, arkadaşlarına, birkaç veteriner kliniğine, bir veterinerlik fakültesinin hocalarına, ayrıca ekipman, mama ve veteriner masraflarına katkıda bulunmak suretiyle bütün bu hayat savunusuna dahil olanlara kadar geniş bir topluluğun parçası. Yetkililerin isimlerini de anmayacağım, çünkü derdim onların da bu öyküyü, hayat savunusunun ve birlikte yaşama fikrinin, siyasi ya da kurumsal pozisyonları koruma rutinlerine indirgenemeyeceği bir açıklıkla bir daha gözden geçirmeleri. Müsterih olun, söz konusu yetkililer çoktan anladılar kimden ve hangi yazışmalardan bahsettiğimi.

TOPLUMUN BEDENİ

Dağılan, yıkılan, yerle yeksan olan bir şeyleri toplamaya çalışıyoruz pek çoğumuz dört bir koldan. Yollarımız yordamlarımız ayrışıyor ama çok belli hepimizin aynı şeyi istediği. Hepimiz o şey için birbirimizi boğazlamanın o şeyi ortadan kaldırmanın kestirme yolu olduğunu da iyice biliyor. Yani istesek de istemesek de, birbirimizi sevsek de sevmesek de bir şekilde şehirleri, yolları, yordamları paylaşacağız. Öte yandan karşı karşıya kaldığımız bütün bu yıkımdan yeni bir hayat bilgisiyle çıkmak için bazı alışkanlıklardan da vazgeçmemiz gerekiyor. Çünkü pek çoğumuzun en ufak bir kıvılcımla kapılıverdiği o nesnesiz öfke nöbetlerinin de gösterdiği üzere, o alışkanlıklardı bütün bu dağınıklığın ve yıkımın sebebi.

Büyük ve küçük şehirlerimizde yıllar boyunca biriktirilmiş müşterek hayat tecrübesini yerle bir eden kentsel dönüşümle, ülkenin tüm kurumlarının, her şeyimizin, en çok da birbirimizi tanıma ve güvenme arzusunun yıkımını bir terazinin iki kefesi gibi düşünebilirsiniz. Fiziksel çevrede ne kadar çok yıkım varsa, aramızdaki şu ya da bu şekilde edindiğimiz, kimisini de hiç beğenmediğimiz, bağlar ve aşinalıklar da o kadar yıkılır. Bütün o şaşaalı projeler hayatın yerine rantı ve betonu bir dinamit gibi yerleştirmek suretiyle örgütlediler ayağımızın altındaki tüm zeminleri parçalayan bu yıkımı. Enkazı kaldırmaya ve hayatı yeniden örgütlemeye başlayacağımız yer de fiziksel olarak bir arada yaşadığımız insanlarla kurduğumuz, onardığımız tanışıklıklar ve dayanışmalar olacak. O yüzden burada sözünü ettiğim kedi kurtarma operasyonlarının konusu asla yaralı hayvanlardan ibaret değil. O dayanışmanın kurtardığı şey yaralı hayvanların canlarından ibaret değil. Aksine, yaralı hayvanlar, birlikte yaşama arzusunu ve cesaretini çoğaltma iradesinin cisimleştiği bedenler. Birlikte yaşama arzusunun ve cesaretinin iradeye dönüşerek vücut bulduğu, varlığını hatırlattığı, dile geldiği, eyleme dönüşüp görünürleştiği, yakındakilere hayatı hatırlatıp uzaktakilere selam gönderdiği vesileler.

Ursula Le Guin’in başlığı da ödünç aldığım Başlama Yeri (çev: Can Eymürlü, Ayrıntı, 2016) romanının bir yerinde (s.185), aynı başlama yerini paylaşan iki gençten biri diğerine şöyle der: “İki insan her zaman bir şekilde sorumludur birbirinden.” İki insanın birbirlerine karşı sorumluluklarını onurlandırma yollarından biri de, bir üçüncü için, hatta insan olmayan bir başka can için birlikte, müştereken, ortak bir çaba göstermeye ve bir diğerinin çabasına tanık olmaya gönüllü olmalarıdır. Aşırı gerçekçilerin dikkate değmeyecek kadar hafif ve romantik buldukları dayanışmanın, başlıca ve yegâne kurucu güç olmasının sebebi de budur. İki insan her zaman bir şekilde birbirlerinden sorumlu olduklarını bilmekle yetinmez, o sorumluluğu bir üçüncüyle, dördüncüyle, yüzüncüyle, beş yüzüncüyle, bir milyonuncuyla paylaşma iradesi gösterirler... Böyle kurulur toplum. Bu olmadığında hiçbir şey yoktur.

Not: Kapaktaki fotoğraf Ayrancı Patileri’nin Instagram hesabından alınmıştır. Kendilerine teşekkür ederiz.


Ayşe Çavdar Kimdir?

Önce gazeteci, sonra akademisyen, bir süredir Almanya’da yaşıyor. Kent çalışmaları ve kültürel antropoloji disiplinleri içinden İslamcılık, milliyetçilik, dindarlık vb. konularla uğraşıyor.