Basının kritik dönüşümlerine dair gayet kişisel notlar
Günümüz şartlarında maddi ve politik baskılara rağmen özgün, bağımsız bir yayın yaratmak, her zamankinden de zor.
Hesapladım, bu meslekte büyük çoğunluğu “merkez medya”da olmak üzere 28 yılı devirmişim. Türkiye basınının yakın dönemdeki kritik dönüşümlerine tanık olan gazetecilerdenim.
Dış haberden dergiciliğe, haftasonu eklerinden yöneticiliğe, muhabirlikten yazarlığa, gazeteden internete, televizyondan radyoya, basında pek çok alanda ve görevde çalıştım, çalışıyorum.
Bu sektör başkasına pek benzemez: Kaç kere işten atıldım, kaç kere başka bir yayına “transfer” oldum, inanın hatırlamıyorum.
Yaşadığım ilk büyük kırılma, Yeni Yüzyıl gazetesinin 1998’de Korkmaz Yiğit’e satılmasıydı. Bugün de gündemden eksik olmayan Alaattin Çakıcı’nın ihaledeki dahli ortaya çıkınca Yiğit, hapishaneye girmişti. Haber ajansları bile kesildi, geride kalanlar kes yapıştır gazete yaptık bir süre. Gazetenin son sayısını 11 Haziran 1999’da çıkardıktan sonra eşyalarımızı topladık.
Ama o günlerde medya, bugünkü gibi iktidarın mutlak kontrolü altında değildi. Yeni haber kanalları, dergiler, gazeteler çıkıyordu.
Sabah gazetesi haftasonu eklerinin başındayken Dinç Bilgin hapishaneye girdi. 2001 krizinin de etkisiyle, ne zaman maaş alacağımızı bilmeden çalıştık. Zafer Mutlu, Ercan Arıklı gibi Sabah’ın direği sayılan yöneticiler ayrılıp Vatan’ı kurdu.
Büyük sermayenin hâlâ medyaya yatırım yaptığı bir dönemdi.
Sabah grubu, dergilerle birlikte Turgay Ciner’e verildiğinde Aktüel dergisinin yayın yönetmediydim.
Bir gün Ciner beni çağırdı, derginin yayın çizgisine dair sıkıntısı vardı. “Asmalı Konak gibi bir dergi” istediğini söyledi.
Boş bakışlarla yüzüne bakmış olmalıyım. O sıralar ABD’nin Irak harekâtını eleştiren bir kapak yapmıştık. Kadınları kapakta obje olarak kullanmaktan imtina ediyorduk. Acaba ne yapmalıydım?
Tiraj bahanesiyle ben ve yazıişleri ekibi, dergiden atıldık. Gerçekten satışlar inişteydi. Ancak her dergi gibi Aktüel’in de tirajı internetin yükselişiyle düşüşteydi, kaldı ki asıl mesele “politik olmayan, eğlenceli, merkezde” bir yayın yapmaktı.
'GAZETECİLER NİYE HEP SOLCU?'
Demirören ve Karacan 2011’de Milliyet’i satın aldığında gazetede yazar ve muhabir olarak çalışıyordum. Cengiz Holding’in Artvin Cerattepe’deki madenine dair bir yazım üzerine o zaman hayatta olan Baba Demirören telefonla aradı. “Cengiz arkadaşım” dedi, röportaj yapmamı istedi. “Yaparım tabii ama hoşlanmayacağı soruları da sorarım” cevabını verince öfkeyle telefonu yüzüme kapattı. (Bu faslı ayrıntısıyla Karga Karga’dan çıkan “A’dan Z’ye: Buraya Nasıl Geldik” kitabımda aktardım.)
Yayın yönetmeni Tayfun Devecioğlu’nun istifası, yayın çizgisinde yaşanacak değişimin işaretiydi.
Sırasıyla Derya Sazak, ardından Fikret Bila yayın yönetmeni oldu. Yayın yönetmenliği, çok kritik iştir: Patronu, Ankara’yı, reklamvereni, yazıişlerini idare ederken yaptığınız tercihler, yayın çizginizi de belirler.
Medya işine giren patronlarsa zamanla çok sever çünkü basında söz sahibi olmak, maddi gücün ötesinde bir tatmin yaşatıp, onları statü sahibi yapar. Artık telefon hattının öbür ucunda en etkin figürler vardır.
Dik duramazsanız ipin ucu kolaylıkla kaçar- Erdoğan Demirören’in telefonda dönemin Başbakan’ına ağlamasını hatırlayın...
Demirören demişken, Gezi isyanı sonrasında sırayla yazarları çağırıp nasıl bir yayın istediğini anlatmaya başlamıştı. Daha ziyade televizyona çıkan yazarlara takmıştı.
“Hah bu sefer kesin atıldım” diye ofisine gittiğimde yüzüme baktı ve solcu gazetecilerden nefretini, Erdoğan Türkiyesi’nin ne kadar güzel olduğunu anlatıp durdu. Konuşmanın şevkine kapılarak daldan dala atladı ve sonunda ne dediğini unuttu sanırım. Bu görüşme sonrasında da bildiğim gibi yazmaya devam ettim.
Charlie Hebdo dergisi katliamı sonrasında yazdığım bir yazı, gece baskısında çıkarıldı. Patron katından “yumuşatsın” talebi gelmiş. İyi de neye göre yumuşayacaktım? Hakaret veya şiddete çağrı yoktu. Eğer bu yazı sansürlenecekse, yarın misal, kadın cinayetleri üzerine yazsam ne olacaktı?
Dönemin yayın yönetmeni Bila’ya bunları anlattım. O da bıkmıştı fakat işte, “gemiyi yürütmek” gerekiyordu.
Bu arada 360 TV el değiştirmişti, meslektaşım Murat Sabuncu, beraber bir TV programı yapmayı teklif etti. Patronajın yayına karışmayacağına dair söz aldık ve başladık. Üçüncü programa o zaman hapisten yeni çıkan Ahmet Şık’ı çıkaracaktık ki tepeden “o telefon” geldi. Şık’tan başka kimseyi bulamaz mıydık? Eh, Sabuncu da ben de yayını bıraktık.
BAĞIMSIZ İNTERNET YAYINCILIĞI DÖNEMİ
Halen çalıştığım Milliyet’ten atılanlar kervanı, yazarlardan yazıişleri ekibine kadar uzamaya başlamıştı. Zaten 7 Haziran sonrası Ali Bayramoğlu gibi iktidar yanlısı yazarların hedefine girmiştim. (Evet, Bayramoğlu da bugün “muhalif”.)
2015 yazında bölgedeki operasyonların sürdüğü Diyarbakır’a gidip yazdığım izlenim yazısı, Milliyet’teki son yazım oldu. O gün bugündür “merkez” denen medyada benim gibilere yer yok. Eğilip bükülenler dahil, bir noktada istifa etmek zorunda kaldılar.
Güzel olan, “sistem dışı”na itilen bazı gazetecilerin internete yönelmesi -gazete, TV çok pahalı ve gittikçe kısıtlanan alanlar oldu- ve alternatif yayınların çeşitlenmesiydi.
Malum nedenlerle son altı yıldır ben de yüzlerce meslektaşım gibi, daha özgür, bağımsız internet yayınlarında çalışmayı tercih ettim. Merkez medyayı bir gün bile özlemedim, zaten gazeteciliği hakkıyla, inandığımız şekilde yapacaksak oralarda kimsenin varolma şansı yok.
Bugün gerek ulusal televizyon, gerek gazete, gerek internette “eleştirel” yayınlar daha çok izleniyor, okunuyor çünkü “merkez” denen şey teksesli, lümpen, daha fenası yalan ve dezenformasyona dayanıyor.
İşte hayatınız tadında bir yazı oldu, biliyorum.
Günümüz şartlarında maddi ve politik baskılara rağmen özgün, bağımsız bir yayın yaratmak, her zamankinden de zor.
Gazete Duvar beş yılda, Duvar English 3 yılda bunu başardı. Alanında uzman isimler, gazeteci- akademisyen yazarlar ve deneyimli yazı işleri ekibiyle fark yarattı.
Zaten iki yıldır Duvar English, iki hafta önce Gazete Duvar’a katılmamın nedeni, yazıişleri ekibinin gazetecilik ve yayın anlayışı oldu. Mesleğin başındaki muhabir ve editör arkadaşlara teşekkür ederim, eminim çok güzel işler yapmayı sürdürecekler.
İyi giden, tutan bir yayında köklü bir “yönetim değişikliği” yapılıyorsa bana da yer yok demektir. İki ay önce artigercek.com’a tepeden bir müdahale olunca, yayın anlayışı bana uymayacağı için ayrılmıştım.
Şimdi de hoşçakalın deyip izninizi istiyorum.