Başak, Dılda, Delal ve Selahattin Demirtaş’tan kolektif bir roman: Efsun

'Efsun' günümüzün aşk pratiğini ve fikrini eleştiren, temelde sınıfsal ayrımı metnin en zenginleştirici öğesi olarak kullanan ve toplumsal cinsiyet hassasiyeti yüksek politik-çağdaş bir roman.

Google Haberlere Abone ol

Onur Bütün

Selahattin Demirtaş ürettiği metinlerde birlikte çalıştığı herkese özel olarak teşekkür eder ve kitaplarının "Teşekkür" kısmı her zaman çok özenlidir. Pandemi koşullarında çalışmak zorunda olmayanların eve kapandığı dönemde, Demirtaş ve onun gibiler zaten kapatılmışlardı. Demirtaş'ın 'Leylan'dan sonra yeni bir roman üzerinde çalıştığını biliyorduk. Cezaevindeki okumalarının, nasıl not tuttuğunun veya nasıl çalıştığının ayrıntılarını bilmesek de, okurlara önerdiği kitapları, yayınevlerinin ona gönderdiği kitapları nasıl titizlikle incelediğini, okuduğunu biliyoruz. Beş yıldır hücresindeki zamanı son derece disiplinli geçirdiğini, yayımlanan iki öykü ve iki romanından anlıyoruz. "Cezaevleri siyasi tutsaklar için birer okuldur" sözünün cisimleşmiş bir örneğini onun kitaplarıyla tekrar tekrar deneyimliyoruz. Dolayısıyla yıllardır edebiyatla uğraşan pek çok insanın harcadığı mesaiyi beş yıl boyunca kat ettiğini ve edebiyat okuluna devam ettiğini söylemek yanlış olmaz.

'Efsun'da çalışma stratejisini nasıl değiştirdiğini şöyle anlatıyor Demirtaş:

Kızlarım ve eşimle daha sık mektuplaşmaya başladık. Biz hapsedilmeye alışmıştık ama onların ev hapsinde daralıp bunalmalarını istemiyordum. Onlara, çocukluğumdan kısa öyküler yazıp göndermeye başladım. Okuyup beğendiğimiz kitapları da birbirimize gönderdik. Derken, on binlerce uyduruk kumpas davası evrakıyla uğraşmaktan daha yararlı bir iş yapmaya, onların okuması için bir roman yazmaya karar verdim. Fakat bu defa 'asistanlığımı' onlar yapacaktı. Hikâyenin geçeceği mekânları, özellikle hiç gidip görmediğim yerlerden seçtim. Beyrut, Girit, Gümüşhane, Çanakkale (Lapseki), Edremit, İstanbul’un bazı mahalleleri ile diğer yerlerin çoğunu ben hiç görmedim, kızlarım da görmediler. Romanda geçen yemekleri, çiçekleri, şarkı sözlerini, karakterlerin isimlerini ve daha birçok bilgiyi onların gönderdiği raporlardan yola çıkarak belirledim. Tıpkı romanın kendisinde olduğu gibi onlar araştırdı, ben yazdım. Onlara bölüm bölüm gönderdim, önerilerini aldım. Böylece romanı birlikte yazdık. Anneleri de hem el yazılarımı bilgisayara geçti hem de bütün süreci koordine etti. Yani Başak, Delal ve Dılda ile birlikte yazdık bu romanı. Okudular, 'Olmuş' dediler. Sonra siz de okuyun istedik.”(1)

Demirtaş’ın ilk romanı 'Leylan' üzerine yazdığım bir yazıda da değinmiştim(2), 'Seher', 'Devran', 'Leylan' feminist edebiyat eleştirisinin ilgisine mahzar olan kitaplardı; 'Efsun' da öyle… Bu tartışmaya geçmeden önce Demirtaş’ın edebiyat yapıp yapmadığı üzerinden yürüyen tartışmaya değinmek istiyorum.

Demirtaş, politik bir figür mü edebiyatçı mı?

Bu konuda iki görüş var. İlki politik bir figür olduğunu kabul eden ama edebiyatını zayıf bulan bir eğilim… Metinleri üzerine yazı yazanların görüşlerinden çok –yazılan yazılarda bu türden açık bir tartışma yapılmadı- insanların sohbetlerinde değinip geçtikleri bir hali var bu söylemin, bana epey üsttenci geliyor bu eğilim. İkincisi ise benim de katıldığım bir fikrin yansıması halinde tartışılıyor. Demirtaş’ın metinleri; gelişen, öğrenen, kendini sürekli sorgulayan bir edebiyatçının metinleri. İkinci görüşü biraz daha açarak tartışayım istiyorum, zira ilk görüşün mesnetsiz olduğu da böylece ortaya çıkabilecektir.

Burada da iki ayrı bakış açısıyla yol alacağım. İlki yazarın kendi metinlerine bakışı ve değerlendirmesi, ikincisi de edebiyat eleştirisinin metinlere bakışıyla gelişecek. Demirtaş iki öykü kitabından sonra ilk kez roman yazmaya girişmişti, edebiyatçı kimliğini mütevazı bir yaklaşımla sürekli sorguluyordu. Yaptığımız iş ne olursa olsun gelişmeye açık bir özne isek kendimizi “Ben artık şu ya da bu oldum” demekten azade kılarak, maharetli ve eleştirel bir yola sokarız. Diğer seçenekte “Ben oldum, artık öğrenmeme gerek yok, eleştirmenim, yazarım, şairim ve hatta ‘okumak istediğim öyküleri yazdım vb.” bir yaklaşım açıkça olmasa da işler, başka bir dünyaya, piyasaya, popülizme doğru sürükleniriz.

Demirtaş öykü kitabı 'Devran'dan sonra, iç tartışmasını 'Leylan'ın teşekkür bölümünde şöyle dile getiriyordu.

… Devran’dan kısa bir süre sonra edebiyat kurdu içimde yeniden kıpırdanmaya başladı. Yeni bir cesaretle roman taslağını elime aldım. Düzeltmeler, çıkarmalar, eklemeler derken oldu galiba. Fakat tekrar okuyunca olmadığını anladım ve tümden vazgeçtim. Romanı neredeyse yeni baştan yazmama rağmen asla emin olamadım. Bir yanım 'iyi oldu' derken bir yanım 'hiç de değil' demeye devam etti. Şimdi okuyup bitirdiniz ama ben halen emin değilim; yazmak istediğim roman bu muydu? Bilemiyorum, içimde bir yerlerde takılıp kaldı sanki roman. Bir gün onu da yazabilir miyim? Hiç umutlu değilim. Sanki edebi hayatımın son kitabı bu gibime geliyor.”(3)

İkinci yaklaşım ise edebiyat eleştirmenlerinin, kitap tanıtım yazısı yazanların hiçbirinin yazılarında Demirtaş’ın edebiyatının neden zayıf olduğuna dair bir fikir yürütülmemesidir. Belki bu yazıların bazılarını okumamış olabilirim ama en azından ciddi bir tartışma yürütülmedi diye düşünüyorum. Demirtaş’ın Türkiye politikasında edindiğini yer konusunda olumlu veya olumsuz fikirlere sahip olanlar onun öncülüğünü kabul ediyorlar. Bu durum onun edebiyat yapmasına ve nitelikli metinler üretmesine engel olmadı. Kararsız kaldığı anlarda dahi çalışmaya devam etti. Şimdi biraz daha yakından bakmaya çalışacağım 'Efsun'daki edebi yapıya…

Demirtaş, 'Leylan'da da olduğu gibi, roman kurgusu açısından maharetli, çoklu anlatıcı tekniğini iyi işleyen, karakterlerin seçimi ve derinlikli anlatımı açısından 'Efsun'da da okuru metne bağlayan, meraklandıran bir yöntem izlemiş. Romanda Caner, Dilaver Dündar (Kenan Kaya ile aynı kişidir ve o da bir anlatıcıdır), Efsun, Feyzi Gonca (Nam-ı Diğer Kızıl Kaptan), Kibar ve Mercan Hanım önemli karakterler olmalarının yanı sıra, her bölümün adlarını oluşturan anlatıcı-roman kişileri biçiminde yer almışlar. Gerçekleşen bir olayı farklı kişilerin gözünden, yüreğinden ve aklından geçirerek sarmal bir teknik kullanmanın edebiyatla ilişkisi, basitçe kurgu mahareti olarak değerlendirilemez, gerçekten zordur ve günlük dili edebi metinlerinde çok iyi kullanan Demirtaş’ın -Behçet Çelik de Efsun üzerine yazdığı yazıda bu konuyu tartıştı(4)- romanını iyi bir edebiyat metni kabul edebilecek yordama yerleştirir.

Demirtaş, romanında türküleri karekod okutarak telefondan dinleme imkânı bulduğumuz 'Leylan'daki zenginliği 'Efsun'da da ressamların resimlerini okurla paylaşarak sürdürmüş. Johannes Vermeer’in Delft Manzarası, Pabla Picasso’nun Guernica’sı, da Silva’nın Şah Mat’ı kitaptaki resimlerden birkaç örnek… Hatta ressam Mircan Hanım romanda “Türkiye’nin Guernica”sını çizmekten söz ediyor amma velakin Lapseki’nin Renkli Köy adında bir mekânını, kendi tırnaklarını, evleri, sokakları rengarenk boyayabiliyor. Teknolojiyi ve sanatı; Feyruz’un şarkılarıyla, ressamların resimleriyle, bağlamları kurarken ustalıklı bir biçimde kullanıyor.

Bir tanımlama yapmam gerekirse, 'Efsun' günümüzün aşk pratiğini ve fikrini eleştiren, temelde sınıfsal ayrımı metnin en zenginleştirici öğesi olarak kullanan –Gezi Direnişi, Marx (Kapital) göndermeleri ve esprileri, gösteri yapan fabrika işçileri vb.-, ve toplumsal cinsiyet hassasiyeti yüksek politik-çağdaş bir roman.

“Avukat, beklediğimiz gibi, Kenan Kaya’nın sınırsız servetinin tamamına yakınını bize bıraktığını anlattı, birtakım belgeler imzalattı. İşimiz bitince Efsun’la ofisten ayrıldık. Yeni aldığım motorumu az ileriye park etmiştim. Yan yana yürüdük. 'Ne yapacağız şimdi Efsun?' dedim. Durdu, şöyle etrafına baktı, 'Bunca yoksul insan varken harcayacak yer buluruz, merak etme' dedi. 'Marx’ın bir sözü var, biliyor musun?' dedim, 'Fazla mal göz çıkarmaz, demiş sakallı.' 'O değil de' dedi, 'asıl Marx’ın bir vasiyeti var.' 'Neymiş o?' dedim. 'Lütfen benim ismimi kullanarak götünüzden laf uydurmayın, demiş rahmetli.' 'Aşk olsun, ben öyle mi yapıyorum?' dedim.”(5)

Feminist edebiyat eleştirisi açısından bazı yerleri öne çıkarmak isterim. Romandaki iki önemli karakterin anneleri -Efsun ve Caner’in-, tek başına çocuklarını büyüten, biri ressam, politik yapıya sahip, diğeri emeğiyle geçinen kadınlar olarak kurgulanmışlar. Ayrıca annesini öldüren erkeğin, kadın cinayetlerine gönderme yapan pasajların psikanalitik okumaya ne kadar elverişli olduğunu alanın uzmanları mutlaka değerlendirecektir. Mercan Hanım’ın Kenan Kaya ile yaşadığı ilişki üzerine aktarımlarının olduğu bir pasajı buraya alayım, çünkü kadınların “Feminist Odalar” vurgusuyla inanılmaz örtüşen bir örnek…

"Erkekler genelde kadının kalbinin gizli odasına girmeyi başardıklarında nihai büyük zaferi elde ettiklerine inanıp kendileriyle gurur duyarlar. Bir müddet sonra o gizli odanın içinde bir kapı daha fark edenler olur; bazıları o kapıyı da açmayı başarır, gizli oda içindeki başka bir gizli odaya girmenin sarhoşluğunu, mutluluğunu yaşarlar. Ve nihayet kadının kalbi en ulaşılmaz sanılan noktasına kadar keşfedilmiştir işte! Bunu başaran erkek kendini yetenekli, şanslı sayar; haksız da değildir. Ama akılsızdır. Bilmez ki her kadın, kalbinde keşfedilen her gizli odanın hemen arkasına yeni bir gizli oda açar. Açar çünkü tehlike anında sığınabileceği yer burasıdır. Binlerce yıllık kadınlık deneyimi bize bunu öğretmiştir. Bir kadına sonsuz aşk beslemek isteyen erkek, bıkmadan usanmadan bu odaları keşfetmeye, anahtarını bulup içeri girmeye uğraşır. Bıktığı an aşk ölür. Bazılarıysa bir türlü giremediği bu odaların kapılarını yumrukla, bıçakla, mermiyle açmaya çalışır. Her gün yeryüzünde binlerce kadının kalbi böyle öldürülür."(6)

Moto-kurye kavram setini moto-köle’ ye çevirmesi, kentsel dönüşümü anlatırken “Şehrin ortasına saplanmış birer hançer” ve “bana kalırsa şehrin edepsiz çüküdür bunlar, şehrin tüm geri kalanını…” gibi anlatımlar David Harvey’in sermayenin kentleri nasıl düzenlediği üzerine yürüttüğü tartışmada, rezidansları, kuleleri kentin fallusu olarak tanımlayışının edebiyattaki güzel bir veçhesi olduğunu söylemek gerekiyor.

Efsun üzerine söylenecek çok söz var. Son bir değini olarak, metafor ve metonim kullanımlarını, okura yorumlamak için alan açtığı, birkaç paragraf boyunca olayları veya olguları anlattıktan sonra, özellikle Caner’in metinde sık sık kullandığı “Gerek yok”la biten cümleleri, Demirtaş’ın edebiyatının enfes renklerinden sadece bazıları…

Romanının yolu açık olsun, demliği kireç tutmasın!

Dipnotlar

  1. Efsun, Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları, s: 241-242
  2. https://kitapeki.com/leylan-selahattin-demirtas/
    Demirtaş’ın edebiyatı üzerine düşünürken, feminist edebiyat eleştirisinin olanaklarını kullanacağım. Kişisel fikrim şudur ki, Demirtaş edebi üretiminde, kadın okura yönelik özel bir strateji geliştirmeksizin, aktüel yaşamda kadınlara –siz kadın sorunu olarak da okuyabilirsiniz– nasıl yaklaşmış ve bu olgular üzerine nasıl düşünmüşse, Leylan ve iki öykü kitabında da benzeri bir tutum takınıyor. Kadın yazarlar üzerine yeni yeni hassasiyet geliştiren edebiyat iklimimiz, kadın okur üzerine yeterince düşünüyor mu emin değilim. Hem bu konu üzerine çokça araştırma yapılmıyor hem de edebiyatta kadın yazarların bile rüştünü ispat edişinin tarihi henüz yeni sayılır.
  3. Leylan, Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları, s: 296
  4. https://t24.com.tr/k24/yazi/baskasina-hayal-ve-hayat-bicmek,3391
  5. Efsun, Selahattin Demirtaş, Dipnot Yayınları, s: 239
  6. A.g.e., s: 185-186