Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş

Bugün ülkede belediyelere kayyımlar, gazetecilere gözaltı gibi onlarca baskı ve saldırı söz konusu. Ancak işçi sınıfının sendikalaşmasının bu kadar düşük olması bir demokrasi sorunu olarak görülmüyor.

Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş
Google Haberlere Abone ol

İşçi sınıfının hayat ve çalışma şartları sürekli kötüleşiyor. Türkiye’de özellikle son birkaç yıldır daha da yoğunlaşan ucuz emek gücü sömürüsü yaşanıyor. Türkiye’yi yöneten tek adam iktidarının son yıllarda en çok ağırlık verdiği uygulamalardan biri bu. Kâr ve rant sahipleri bu sömürü üzerinden ihya edilmeye çalışılıyor.

AKP iktidarı sürekli işçiden alıp sermayeye aktarırken büyük bir direnişle karşılaşmadı. Hak arama kanalları tıkanmış, sendikasızlaştırılmış ve grev hakkı elinden alınmış Türkiye işçi sınıfı, bir asgari ücretliler kitlesi haline getirildi. İnsanların hakkını arayamadığı, grev yapamadığı okulda, fabrikada, işyerinde, madenlerde patrona, yöneticiye karşı aciz bırakıldığı bir ülke tablosuyla karşı karşıyayız. İşçilerin iş güvencesinin olmadığı, halkın ekmeği muktedirin iki dudağının arasında kaldığı bir süreç yaşanıyor. Bugün özgürlüğe en çok işçi sınıfının ihtiyacı var, ürettiği zenginliklerden pay alabilmesinin yolu ancak hak arama koşullarının gelişkinliği ile olabilir. Ancak bugün işçilerin; sendikaları eritilmiş ve etkisizleştirilmiş, toplu sözleşme hakkı yok edilmiş durumda.

Emeğin sermayeye bağımlılığı demokratikleşmedikçe, çalışma alanında demokratik ilişkilere geçilmedikçe işçilerin kalıcı kazanımlar sağlanamayacağını bilmeliyiz.

Ücretli işçi sayısı AKP döneminde iki kattan fazla artarken sendikalı işçi sayısı ise dibe vurmuş durumda. Taşeronlaştırma, esnek çalışma, güvencesiz çalışma, asgari ücretli çalışma alabildiğine artmıştır. Sendikalı işçilerin ise ancak çok ufak bir kısmı toplu sözleşme imzalama hakkına sahiptir. Bu az sayıdaki işçinin grev hakkını kullanması ise “grev ertelemesi” adı altında keyfi bahanelerle Cumhurbaşkanı tarafından yasaklanmaktadır.

TOPLAM İŞÇİLERİN YÜZDE 85,24’ü SENDİKASIZ…

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 2025 Ocak ayı itibarıyla Türkiye genelindeki toplam 16 milyon 864 bin 733 işçiden 2 milyon 524 bin 547'sinin bir sendikaya üyeliği bulunuyor. Diğer bir deyişle toplam işçilerin yüzde 14,97'si sendikalı, yüzde 85,03’ü ise sendikasız olarak çalışmaktadır. Bu oranla, serbest oy hakkını bile koruyamazsınız. Bu tabloda gösteriyor ki; tek adam yönetimine son vermek ve demokratik kazanımlar elde etmek açısından işçi sınıfların örgütlenme düzeyinin yükseltilmesi belirleyicidir. Toplu sözleşme hakkının olmadığı yerde sendikal haklardan söz etmek de anlamsızlaşmaktadır. İşçi sınıfının en temel haklarından mahrum olduğu bir yerde demokrasiden söz edilebilir mi?

AKP çalışma yaşamını kuralsızlaştırarak işçi sınıfının mücadeleyle yasalara geçirdiği temel haklarını ortadan kaldırmaktadır. Bugün bütünü açısından bakıldığında örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması ve işçilerin bir sınıf olarak kendi kaderi üzerinde söz sahibi olması gerektiği görmezden geliniyor. İşçilerin kendi ücretlerini belirlemede etkin olacağı koşulların oluşturulmasından bahseden yok. Sermaye hükümeti olan AKP karşıtı olan partilerin çalışma yaşamına ilişkin hiç değişiklik önerisi getirmemiş olmaları da altı çizilmesi gereken önemli bir konudur. Zira demokrasi, hukuk, sınıflar arasındaki ilişkiler üzerinden tanımlanabilir. Genel grev, hak grevi ve dayanışma grevin anayasal bir hak haline getirilmesi tartışmasını kimse açmıyor. Grev erteleme yetkisi adı altında grevlerin yasaklanması, patronların lokavt hakkının olması işçiler açısından ciddi bir sorundur.

Bu açıdan EMEP'in "Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş" başlıklı kampanyası çok önemli bir noktada duruyor. Kampanya süreci aynı zamanda işçilerin örgütlenmesi, sendikalaşması ve bilincini geliştirmesine yol açarsa bir hedefe ulaşacaktır.

EMEK MÜCADELESİNİN YÜKSELECEĞİ BİR DÖNEM

Emek mücadelesinin yükseldiği bir döneme giriyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında işçiler hak alma eylemlerinde. İşçi sınıfının ve emekçilerin örgütlenme çabası artıyor, dayatılan Orta Vadeli-Şimşek programına tepkileri büyüyor. Antep, Kocaeli/Gebze, İzmir, İstanbul gibi değişik iş kollarındaki işçilerin direnişi, başkaldırışı da bunu gösteriyor. Hakları gasp edilen, emeklerinin üstüne çökülen, sendikasızlaştırılan, ağır çalışma koşulları ve düşük ücretlere mahkûm eden çalışma sistemine karşı onlarca işyerlerinden tepkiler, iş bırakma, grevlerle, eylemlerle, mücadelelerle karşılık buluyor.

Metalden madene, tekstilden gıdaya, petrokimyadan kamu işçilerine; tüm baskılara rağmen hak alma mücadelesinden geri durmuyorlar. İşte tam da bu mücadele ve direnişler içerisinde "Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş" kampanyasını örgütlemek gerekiyor.

Bugün ülkede herkes anti demokratik uygulamaları sıralıyor. Belediyelere kayyımlar, gazetecilerin gözaltına alınması, tutuklanması gibi onlarca baskı ve saldırı söz konusu.

Ancak işçi sınıfının sendikalaşmasının bu kadar düşük olması bir demokrasi sorunu olarak görülmüyor. Sendikal haklara erişim ve bu hakların güvenceli kullanımı bugün Türkiye’nin en büyük demokrasi sorunudur. Kimse bunu görmüyor ve bundan bahsetmiyor. Bugün medyada ve meydanlardaki söylevlerde emekçi sınıflar, onların mücadele örgütleri olarak sendikalar ve işçi sınıfının taleplerini çok fazla duymuyoruz. ‘Yüksek siyaset’ tartışmalarından işçilerin talepleri görünmüyor. Oysa siyaset bütün can alıcılığıyla burada saklı.

Elbette işçi ve emekçilerin taleplerinin görünür olmasının düzeyi, onların örgütlenme ve politikaya müdahale düzeyinin de bir göstergesi. Demokrasinin toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerin bir ürünü olduğu gerçeğinin üstünden atlandığında, dile getirilen talepler ya da şikâyetler yeni tek adam üretmekten var olan düzen partisinden diğer düzen partisine yedeklenmekten öteye geçmeyecektir.

İşçiler, bağımsız bir sınıf olarak kendi örgütleri aracılığıyla sürece müdahale etmedikleri müddetçe demokratikleşme söylemlerinden paylarına bir şey düşmeyecektir. İşçi sınıfının örgütlü olmadığı bir demokrasi de bütün iyi niyetine karşın burjuvazinin egemenliğini güçlendirecek. Demokratik kazanımlar artırmak açısından işçi sınıfının örgütlenme düzeyinin yükseltilmek ve emekçilerin yasaların yapılmasında belirleyici bir rol oynaması gerekiyor. "Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş" kampanyası bu açıdan işçilerin sınıf olarak sürece müdahalesinin zeminini genişletecek.

ERDOĞAN’IN ÖVÜNDÜĞÜ KONU ÜLKEDE GREV YAPILAMAMASI

Demokrasi, hukuk; sınıflar arasındaki ilişkiler üzerinden tanımlanabilir. Demokrasinin özü çalışma yaşamıdır. Bilindiği gibi Erdoğan’ın en çok övündüğü konu ülkede grev yapılamamasıdır. Grev yasaklamaları özünde toplu sözleşme hakkının da ortadan kaldırılmasıdır. Bunun sonucu ise sendikaların tasfiye edilmesidir. Toplu sözleşme hakkının olmadığı yerde sendikal haklardan söz etmek de anlamsızlaşmaktadır. İşçi sınıfının en temel haklarından mahrum olduğu bir yerde demokrasiden söz edilebilir mi?

GAZİANTEP VALİLİĞİ’NİN HUKUKSUZ YASAK KARARI

Daha dün gece Başpınar’da sefalet zammına karşı birleşen işçilerin eylemleri Gaziantep valiliğince 15 günlüğüne yasaklandı. Gaziantep Valiliği, işçilerin anayasal haklarını ayaklar altına alan bir yasak kararı aldı. 12 Şubat 2025’te alınan bu karar, 13 Şubat saat 01.00’den 27 Şubat saat 24.00’e kadar geçerli olacak şekilde, tam 15 gün boyunca tüm toplantı, basın açıklaması, yürüyüş, bekleme eylemi, afiş asma ve protesto eylemlerini yasakladı. Bu yasak, işçilerin hak arama mücadelesini boğmaya yönelik açık bir baskı değil de nedir? İşçilerin sefalet zammına karşı bir araya gelmesi, anayasal bir haktır. Anayasa’nın 34. Maddesi: Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı engellenemez diyor.

İşçilerin en temel hakları gasp edilirken valilik aldığı bu kararla patronların tarafında olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Tek adam yönetiminin kalıcılaşmaması ve ekonomik krizin faturasının işçilere ödetilmemesi için işçilerin bir sınıf olarak örgütlenmesinden ve mücadele etmesinden başka yol yok. Baskı ve ucuz emek sömürüsü politikalarına karşı birleşik, kitlesel bir mücadelenin yolu tutulmalıdır. "Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş" kampanyası bu mücadeleler içinde ülke çapında örgütlenmeli ve işçiler bu kampanyaya dört elle sarılmalıdır.

Ola ki bu yasayı meclisten geçiremedik. -Sermayenin, patronların temsilcileri olan partiler bu yasayı geçirmek istemeyecek- Zira işçilerin grevini, eylemini yasaklayan bir hükümet ile karşı karşıyayız. İşçi için “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş" istemezler. Ama bunu Türkiye’de gündem yaparsak, işçiler haklarının ne olduğunu öğrenirse, bilinçlenir ve örgütlenirse bu ciddi bir kazanım olacaktır. Mecliste bunun gündem olması ve kimin işçilerin yanında kimin karşısında olduğunun görülmesi de önemli bir adım olacak.

Yasayı çıkarmayı hedefleyeceğiz ama bu yasaların uygulanmasını yolunundu örgütlü mücadeleden geçtiğini bileceğiz. Grev yasaklarını en son Birleşik Metal İş Sendikası üyesi işçilerinin yaptığı gibi grev yasağını tanımayarak, fiili grev yaparak aşacağız. Bu bilinçle hareket etmek gerekiyor. Yoksa yasa çıkacak ve her şey düzelecek diye bir şey yok.

Siyasi iktidarın var olan yasalara uymadığını, anayasayı tanımadığını biliyoruz. Ne yapılacaksa işçi sınıfının örgütlü gücü ile yapılabilir. Yasalar, demokrasi mücadelesinin birer unsurudur, uygulanması da ancak mücadele ile olur. İşçi sınıfı emekçiler örgütlü bir şekilde hak mücadelesine girerlerse kendi gelecekleri için ne kadar birleşir ve örgütlenirse; barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş kampanyası da o kadar başarılı olur.

* EMEP MYK Üyesi