Bahçe geleneği ve millet bahçeleri

Millet bahçesi olarak tanımlanan bahçeler, kentsel değişimin ve yaşama biçiminin bir parçasıdır. Tanzimat sonrası bahçeler yeni kentsoyluya farklı sosyalleşme mekânları oluşturmak için planlanır.

Google Haberlere Abone ol

Filiz Yenişehirlioğlu*

Doğayı anlama, kontrol edebilme, ona hâkim olmaya çalışarak insanın günlük yaşamındaki faaliyetleri kendi avantajına çevirebilme yetisi tarih öncesi dönemlerden beri devam eden bir serüvendir. Doğadan ve doğal çevreden etkilenen insan daha sonraları sanayi devrimiyle beraber doğayı etkilemeye, bozmaya veya değiştirmeye başlar. İklim değişiklikleri, bio çeşitlilikteki yok olmalar, depremler bir yandan yeni türlerin ortaya çıkmasına öte yandan ise yok olmasında etken olmuştur.

İnsanın doğayla olan yakın ilişkisinde, tarım evrimi ve tohum ekerek karnını doyurmaya başlaması önemlidir. Bu kapsamda ortaya bireysel bahçeler ve bakımı çıkar. Bahçeler sadece yemek ihtiyacını karşılayıcı sebze ve meyve ağaçları ile donatılmaz, onlara çevrelerini güzelleştirici çiçekler de eklenir. Çiçek kültürü, sanayi öncesi toplumların sonsuz değer verdikleri bir alandır. Tabii çiçekler sadece bahçelerdeki estetik güzellik, renk ve koku duygusu için değil aynı zamanda ecza gereksinimi için de kullanılmıştır. Çiçeklerin biçimleri, rüzgardaki salınımları, diğer canlılara besi kaynağı olması müzik, edebiyat gibi alanlarda ilham kaynağı olmuş, kimi çiçeklere dini veya sosyal sembolik anlamlar yüklenmiştir. Çiçek metaforu özellikle kadın betimlemelerinde kullanılmıştır. Deniz aşırı ülkelerden getirilen türler, doğal yollarla tohumların hareketliliği bahçeleri zenginleştirmiş ve onları prestijli alanlar haline dönüştürmüştür. Lale gibi çiçek türleri özellikle yetiştirilmeye çalışılmış, 18. yüzyıl Osmanlı dünyasında yeni lale türleri yetiştirilmiş, onlara adeta patent alınmış ve yeni türlere edebi isimler verilmiştir. Ayrıca lale soğanından çıkacak lalenin rengi önceden belli olmadığı için, bahis konusu bile olmuştur! Klasik Dönem Osmanlı sanatının ana ögesi olan doğadan alınan çiçekler her tür malzeme üzerinde kullanılırken, 17. yüzyıl sonundan itibaren konakların kasr ve sarayların duvar resimlerinde de bahçe betimlemeleri önemli bir yer tutar.

BAHÇELERE YÜKLENEN SEMBOLİK ANLAM

Çiçeklerin özgünlüğü ve çekiciliği tarih içinde özellikle yönetici sınıfların kullanmaya çalıştığı bir gösteri alanına dönüşür. Saray bahçeleri bir yandan yöneticinin yaşadığı yeri gizemli ve farklı kılarken, zor bulunan ve egzotik bitkilerin yetiştirildiği yerler olur. Saray bahçeleri, bireysel bahçelerden farklı olarak uzman kişiler tarafından düzenlenen yerlerdir. Sarayın planlı mimarisi gibi bahçeler de açık hava alanlarının mekansal düzenlemeleri için başlı başına bir “mimari” oluşturmaya başlar. Paris’te Louvre Sarayı’nın 14. yüzyıldaki ilk kuruluş halini bulmak için yapılan arkeolojik kazılarda, sarayın bahçesi de araştırılmış ve daha sonra Tuilerie Bahçeleri adını alacak olan yerde 14. yüzyıl saray bahçelerinden kalıntılar bulunmuştur. Tablolar, gravürler, desenler kadar arkeolojik araştırmalar da geçmiş bahçeleri araştırmamıza yardım eder. Bahçelere yüklenen sembolik anlam özellikle İslam kültüründe cennet tanımıyla da özdeşleşir ve anlam kazanır.

Bahçeler üzerine, özellikle de Osmanlı Dönemi bahçeleriyle ilgili araştırmalar ve yayınlar bulunmaktadır. Genellikle bireysel veya saray bahçeleri dışında kentlinin ortak doğal alanlarda buluştukları yerler ise Osmanlı Döneminde mesire yerleri olarak bilinir. Bu alanlar kentlerin içinde doğal olarak yer alan, çiçek tarhları veya yollar ile düzenlenmemiş, kentsoylunun ailecek gelip yerlerde oturabildiği, zaman geçirdiği yerlerdir. İstanbul’a veya İmparatorluğun büyük kentlerine gelen seyyahların yazdıklarına ve gravürlere bakılırsa, 19. yüzyılda mezarlıklar bile mesire yeri olarak kullanılmıştır. Açıklıkta yer alan bu ferah ve ağaçlıklı alanlar, güzel manzaraları ile de dikkat çeker. Ayrıca 18. yüzyıldan sonra kentlinin daha çok kentsel açık alanları kullanmaya başlaması, onları köşklerin, yalıların koruluklarına, padişahların veya yöneticilerin yaptırdıkları kasırların herkese açık bahçelerine de yönlendirir. Buralarda inşa edilen çeşmeler, gelenlerin su ihtiyacını da karşılar.

Oya Şenyurt, Osmanlı metinleri üzerine yaptığı araştırmasında Osmanlı dünyasında gezme kavramı için, “açılma, ferahlama, yorgunluk atma, sağlık için “tebdil-i mekân” (mekân değişikliği) ya da “tebdil-i hevâ (hava değişikliği)” eylemidir” der. Dolayısıyla mesire yerleri de bu amaca hizmet etmiş olmalıdır. İstanbul’da Kağıthane bölgesi, Küçük Su Kasrı çevresi gibi mesire yerleri kentlinin kullandığı boş doğal alanlardır.

YENİ BİNA VE MAHALLE OLUŞUMLARI

19. yüzyılda Avrupa’daki sanayileşme, kent planlamalarını ve kentsel gelişimi büyük ölçüde etkiler. Çalışma saatlerini düzenleyen bu yeni anlayış, kentlerin sağlıklı hale getirilmesi ve benzeri yeni düzenlemeler insanların yaşamlarında da değişiklik yaratır. Osmanlı kentsoylusu da İmparatorluğun büyük kentlerinde bu yeni yaşama düzenine göre günlerini yeniden organize eder. Tanzimat ve Islahat Fermanı sonrası ortaya çıkan ve kentlerin inşasını ve yeni yapılaşmaları daha önce olmayan kurallara bağlayan enbiye-nizamnameleri, insanların yeni mekansal özellikleri olan mahallelerde ve daha önce görmedikleri mimari üsluplarla inşa edilmiş yerlerde yaşamalarına yol açar. Yeni bina ve mahalle oluşumları belirli kurallara bağlanır. Elbette yeni kurulacak bir mahallede okul, karakol, mescit inşa edilmeli ve pis atık su sistemi yapılmalıdır. Sokaklara ve binalara isim veya numaralar verilir. Evlerin kaldırıma taşmaları engellenir, saçaklar içeri çekilir. Öte yandan mimari eylemin, modern eğitim almış okullardan mezun mimarlar tarafından gerçekleşmesi de bu değişime katkı sağlar. Büyük kentlerde apartmanlar inşa edilmeye başlanır. İdari sistem içinde de belediyelerin ve Vilayet Meclisleri’nin kurulması, kentlinin temsiliyetini de bu tür kurumlarda arttırmıştır. Ayrıca Müslüman ve Gayr-i müslimler arasındaki hukuksal farkların kalkması ve herkesin aynı sosyal vatandaşlık statüsüne geçmesi Gayr-i Müslimlerin de Müslümanlar kadar bu yeni kurumlarda temsil edilmelerine olanak sağlar.

Eskiden var olan sosyal, ekonomik ve kültürel kurumları barındıran yapılar yeni bir forma dönüşür. Arastalar ve kapalı çarşıların yanısıra pasajlar ortaya çıkar, konaklama artık otellerde yapılır, sağlık sorunlarını hastaneler karşılar, idari bürokrasi yöneticilerin evlerindeki selamlıklardan değil artık bakanlık binalarından yönetilir. Sinema, tiyatro, resim sergileri gibi etkinliklere ailecek gidilir.

İSİMLERİNİN MİLLET BAHÇESİ OLMASI TANZİMAT İLE İLİŞKİLİ

Millet bahçesi olarak tanımlanan bahçeler de bu kentsel değişimin ve yaşama biçiminin bir parçasıdır. Tanzimat sonrası kentlerin idari sistemi ve mimarlık eylemindeki değişiklikler, mesire yerlerinden farklı olarak bu tür bahçeleri yeni kentsoyluya farklı sosyalleşme mekanları oluşturmak için planlanır. İsimlerinin millet bahçesi olması da yine Tanzimat ile ilişkili olmalıdır. Bu konuyla ilgili iki görüş vardır: Belirli bir dini gruba dahil olanlara verilen Arapça “millet” tanımlaması Tanzimat ve Islahat Fermanı ile Osmanlı İmparatorluğundaki Gayr-i müslimleri tanımlamada yeni anlamlar kazanmış ve Ermeni Milleti, Rum Milleti gibi tanımlar yaygınlaşmıştır. Namık Kemal ise millet kavramını İslam dinine bağlı olanlar için kullanır. Diğer yandan 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra artan “ulus devlet” kurma çalışmaları Osmanlı’yı da etkilemiş ve cemaatlerin üstünde kapsayıcı bir Osmanlı “Millet” kavramı, özellikle Balkan ülkelerindeki entelektüeller arasında tartışılmıştır. Dolayısıyla yeni tür kentleşmenin oluşmaya başladığı ve yeni tür kentsoylu yaşama biçimi içinde millet bahçesi tanımı bu sosyal-kültürel kapsayıcılık ve temsiliyet ile bağlantılı olmalıdır. Ancak, zaman içinde bu bahçeler Belediye Bahçesi veya Hürriyet Bahçesi gibi tanımlar da almışlardır.

Başkent İstanbul ve imparatorluğun diğer büyük kentlerinde planlanarak özellikle belediyeler tarafından yapılan bu bahçelerde, bulunduğu kentin sosyal yapısına göre farklı kullanım biçimleri de bulunuyordu. Kimilerinde bir havuz bulunurken, tiyatro ve konser gibi etkinliklerin yanı sıra, hayırseverlik için yapılan toplantılarda burada yer alıyordu. Kafe ve içkili yerlerde gezmeye gelenlerin oturabileceği, hizmet aldığı yerler vardı. Kent içindeki mezarlıkların kaldırılması veya yangın yerleri bu tür bahçelerin kurulmasına yardımcı oldu. İstanbul’da 1860’larda yapımı biten ve Pera ahalisinin kullandığı Tepebaşı millet parkı böyle bir yerdi ve Beyoğlu Altıncı Belediyesi tarafından yaptırılmıştı. Yine İstanbul’daki Taksim Parkı da düzenli yolları, ağaçları, kafeleri ile burada çocukluğu geçen İstanbul’lu Yorgos Theotokas’ın, Leonides isimli romanındaki anılarla canlılık kazanır.

Ancak bütün millet bahçeleri aynı planlama ve görkemli görünüşte değillerdi. Örneğin yine İstanbul Sultan Ahmet’teki bahçe, kentsel alanın yer verdiği ölçüde yapılmıştı.Veya Trabzon ‘daki bahçede olduğu gibi, modern planlama yanında geleneksel yaşam biçimi de devam etmekteydi.Bu tür bahçelerin popüler olduğunu ve eğlence, vakit geçirme yerleri olarak kullanıldığını Kırklareli’ndeki bahçeyi ve kullananları gösteren fotoğrafta görebiliriz. Yine fotoğrafta, oturanların poz verdiklerini, belki de özel bir toplantı için bir araya geldiklerini de görmekteyiz.

GÜNÜMÜZDE MİLLET BAHÇELERİ

Millet bahçeleri Erken Cumhuriyet Döneminde de kullanılır. Ancak kentlerde nüfusun artması ve yeni planlamalar sonucu bu alanlar binalarla kaplanır ve bahçe kavramı yerini park kavramına bırakır. Küçüklü büyüklü parklar, yeni kurulan mahallelerin arasında kamusal alanlar olarak, belediyeler tarafından seçilen kişiler adına veya belli kavramları hatırlatmak üzere düzenlenir. Kentsel yaşamın önemli bir parçası olan bahçeler ve parklar kuşkusuz ki her tarihsel dönemde kullanılmaya devam edecektir.

Günümüzde de millet bahçeleri adıyla yeniden kentlerde parklar düzenleniyor. Bu kez planlamayı ve düzenlemeyi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı aracılığıyla hükümet yapmakta. Millet bahçeleri ile doğayı “millet”le buluşturmak hedefleniyor. Ancak kırsal kesimin nerdeyse kalmadığı, köylerin boşalıp tarımın gerilediği, kentsel nüfusun hızla çoğaldığı, kentlerdeki betonlaşmaların artması ise her geçen gün daha görünür bir hal aldı. Yoğun inşaat furyası kentlerin görünümünü yataydan dikeye çekerken, insanlar oturdukları siteler içine kapanıyor. Henüz daha tam olarak nasıl işletileceklerini ve içinde neler bulunacağını bilmediğimiz bu yeni mekanların inşaatları da hızla birçok kentte yayılıyor…

*Koç Üniversitesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü