Ayten Başer: Belgesel sinemada iktidara ters bir şeyler üretiyorsanız kimse doğruları duymak istemez

"Dün Oyun Oynadım", "Davutpaşa’nın Külleri" ve "İçimdeki Küller" gibi belgeseller çeken yönetmen Ayten Başer'le belgesel sinemayı konuştuk. Başer, "Bilgi içerikli üretilen her şeyin belgesel sinema olduğunu söyleyemeyiz. Sinema bir sanattır ve estetikten arındırılamaz" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bir çocuk işçi olarak küçük yaşlarda tekstil atölyelerinde çalışan, ortaokulu dışarıdan bitiren Ayten Başer, liseyi bitirdikten sonra da aynı iş kolundan ekmek parasını kazanmaya devam eder. Marketlerde kasiyerlik yapmaya başladığı dönemde üniversite sınavına girer ve 2004 yılında Erciyes Üniversitesi Radyo-Sinema-Televizyon bölümünü kazanır. Burada bir yıl eğitim aldıktan sonra Ankara Üniversitesi’ne oradan da İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yapar. 2008 yılında İstanbul Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde Sinema Televizyon üzerine yüksek lisansa başlar. Bu esnada part-time olarak kurgu yapar ve bir sene Yol TV’de kameraman olarak çalışır. Altı sene özel bir üniversitede öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra Yalova Üniversitesi’nde görev alır.

Ayten Başer aynı zamanda birçok ödüllü belgesel filmin de yönetmeni… "Dün Oyun Oynadım" (2006), "Davutpaşa’nın Külleri" (2011) ve son olarak 31. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Belgesel Film ödülünü kazandığı "İçimdeki Küller" (2019) gibi belgeseller çeken Başer ile bir araya geldik ve yaptığı sinemayı bir kavram olarak belgesel sinemayı merceğe alarak konuştuk.

Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?

Belgesel sinema bence gerçeğe bağlı kalarak yönetmenin bakış açısı ile şekilleniyor. Tabi işin içinde kurgu da var. Artık belgesel filmler belli senaryolar dâhilinde şekilleniyor. Hatta bazen kurmaca sahneler ile desteklenerek oluşuyorlar. Ama bunun böyle olması gerçekliğinden bir şekil kaybettirmez. Sanatçıyı da kısıtlamaz aksine filmin dilini daha da zenginleştirir. İzleyiciler ilk zamanlarda olduğu gibi sadece çekilen, bilgi veren bir şey izlemek istemezler. Sadece bilgi olayın etkisini azaltacaktır. Belgesel filmini daha fazla estetik hale getirerek izleyiciye sunmanız gerekir. Bu sayede özellikle sosyal olayların ve toplumsal problemlerin anlatıldığı ve aktarıldığı belgeseller daha etkili olacaktır. Burada müzik, anlatım tarzı gibi öğeler de önem taşımaktadır. Olay gerçektir fakat aktarılan gerçek zihinlerde yer edinmesi adına hikâyeleştirmeye ihtiyaç duyar.

Ayten Başer

Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?

Evet, insan öyle hissediyor. Ben çektiğim filmlerden hiçbirine kaynak bulmuş biri değilim. Bırakın kaynak bulmayı onu bağımsız adı altında yapılan festivallerde gösterime bile seçilmedi. Zaten uzun uğraşlar sonucu ekibin büyük çoğunluğunun gönüllü çalışması ile bir film üretiyorsunuz. Maddi kısmını geçin manevi kısmında bile destek almıyorsunuz. Sonra düşünüyorsunuz ben neden bunu yapıyorum diye. Son zamanlarda festivallerde proje geliştirme bölümlerine belgesel de eklendi. Bir nevi de olsa belgesel film de kurmaca kadar önemsenmeye başlandı. Çünkü elinize bir kamera alarak bir film yapamazsınız. Bir ekibin, bir bütçenizin olması gerek. Özellikle yurt dışında belgesel sinemanın bizdeki durumdan daha iyi olduğunu söyleyebilirim.

'BELGESEL, TOPLUMDAKİ DEĞİŞİMLERE GÖRE ŞEKİL ALMIŞTIR'

Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?

Dediğiniz gibi sinemanın keşfi ile beraber belgesel sinemanın başladığını söyleyebiliriz. Tarihsel olarak bakıldığında belgesel, toplumdaki değişimlere göre şekil almıştır. Lumiere Kardeşler'in çektiği görüntüler de bir nevi belge görüntüler. Belgesel denildiğinde şüphesiz ilk akla gelen Flaherty’nin "Kuzeyli Nanook" filmi. Flaherty’nin çektiği bu belgesel modern belgeselin doğuşu olarak kabul edilir. İngiltere Sanayi Devrimi’nin olduğu yer. Dolayısıyla da burada üretilen belgeseller daha çok işçi sınıfını anlatan filmler. Grierson İngiltere'de belgesel filmin üretilmesine vesile olan hatta kendinden sonra gelen Özgür Sinema Akımı'nı da etkileyen kişilerden birisidir. İngiliz Belge Okulu'nda çekilen filmler kendime daha yakın hissettiklerimdendir diyebilirim. Bu yönetmenler kendi toplumlarında var olan sorunları dile getiren belgeseller çekmişlerdir ki daha sonra da bu belgeselciler sansür ile karşılaşırlar ve ekonomik olarak kaynak sağladıkları kuruluş dağılır. Diğer yandan Rusya da Vertov’un Sine-Göz kuramı da benim için önemli tabi. 1960’lı yıllarda Hollywood’un pasif izleyiciliğine karşı Güney Amerika’da Üçüncü Sinema ortaya çıkar. Burada çekilen "Kızgın Fırınların Saati" filmi ve diğer manifestoları da söylemeden geçmeyeyim. Buradaki yönetmenlerin yaptığı kurmaca sinemaya karşı gerçeği anlatan filmler üretmeleri. Yani derdi olanın elinde olan aygıtı kullanarak bunu anlatması. Benim de yapmaya çalıştığım bu aslında.

'BİLGİ İÇERİKLİ ÜRETİLEN HER ŞEY BELGESEL DEĞİLDİR'

Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çekilen her görüntü belgesel film değildir. Tabii ki belge, bilginin yanında estetik olarak onu inşa etmeniz gerekiyor. Belgeselin kuşaklararası köprü görevi de vardır. Bellek değeri taşıması koşulu ile. Sosyal medya araçlarının günümüzdeki gücü yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Tabi burada estetik ve sinema anlatımı bağlamında tartışmalar yapılabilir. Fakat izleyiciye ulaşma noktasında ve belgeselin farkındalığının artması konusunda sosyal medya ve yeni medya mecraları önem taşıyor. Kendi adıma filmlerimin büyük salonlarda ve kalabalık izleyici grubu ile izlenmesi isteğimdir. Belki bunu bile sağlamak adına yeni iletişim teknolojilerinden yararlanılabilir. Çünkü geleneksel medya kanallarında bir tanıtımı yapmak çok pahalıyken ve izleyiciyi nasıl yakalayacağınız konusu şüpheliyken yeni medya kanalları bu işi sizlere daha kolay sağlamaktadır. Bilgi içerikleri özellikle Youtube gibi video içerik kanallarında yer almaktadır. Bu işler asla bir sinema filmi ile kıyaslanamaz fakat bu işlerin olmaması gerektiğini söyleyemeyiz. En azından bilgi içerikli yapımlar, farkındalığı arttırmaktadır. Fakat bilgi içerikli üretilen her şeyin belgesel sinema olduğunu söyleyemeyiz. Sinema bir sanattır ve estetikten arındırılamaz. Bu tür içerikler sadece video içerikleridir.

'BELGESEL SİNEMADA KİMSE DOĞRULARI DUYMAK İSTEMEZ'

Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizde bir atasözü vardır, “doğruyu söyleyen dokuz köyden kovarlar” diye. Belgesel sinemada öyle kimse doğruları duymak istemez. Hele de iktidara ters bir şeyler üretiyorsanız… Yukarıda da İngiliz Belge Okulu'ndan bahsetmiştim. İlk kurulduğu zaman sadece ülke tanıtımına katkısı olacak filmler üretilecek sanmışlar ama bakmışlar ki toplumsal sorunlar ön planda işleniyor. Öyle olunca da sansür, onun ardından da ekonomik yaptırımlar uygulanmış. Bizde de, diğer ülkelerde de durum hep böyle. Kimse otoritesine söz söylenmesini istemez. Oysa aydınlatılması gereken şey, bu olayların ve problemlerin toplumların birer gerçeği olmasıdır. Eğer bu problemler konuşulmaz, üzeri kapatılırsa toplumsal çözümlere de ulaşılması güçleşir.

Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?

Ben bunu hiç duymadım ama işin içinde sermayedarlar varsa bu kişiler kendi sermayesini katlandıracak işler yapmanın derdindedir. Bağımsız sinema bundan bir nebze de olsa belki payını alır ama belgesel için aynı şeyi söyleyemem. Belgeselin çeşidine göre değişir ama bir derdiniz var ise ona pek destek bulunacağınızı düşünmüyorum. İnternet artık ucu bucağı olmayan bir şey, normalde destek veren kurumlardan destek bulamayan bizler için o kısım nasıl olur bilemiyorum. Belki ilk zamanlarda bu internet mecraları belgesel sinema için kullanılsaydı olabilirdi. Fakat her şeye rağmen internet üzerinden yapılan işlerin daha özgür olduğunu söyleyebilirim. Yine de sermayedarların bu alanı ele geçirmesi yine bu özgürlük alanını daraltacaktır diye düşünüyorum. Çünkü amaç az önce de belirttiğim gibi kazanç olacaktır.

Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Evet. 2015’ten beri üzerinde çalıştığım “Zarokbum” adlı uzun metrajlı bir çalışmam var. Filmi çocukluk hikâyemden yola çıkarak yazdım. Bu senaryom 3. Denizbank İlk Senaryo İlk Film yarışmasında üçüncülük ödülü ve Uçan Süpürge Yapım Lab da Jüri Özel Ödülü aldı. Epeydir bu projem için yapımcı arıyorum ama henüz bulmuş değilim. Bağımsız sinemacıların da içine dâhil olduğu bir kurtlar sofrası var piyasada. Oradan pay kapmak kapı açmak kolay değil. Henüz o sofraya erişemedim. Bunun dışında doktora tez çalışmalarım devam ediyor. Halen Çınarcık MYO’da öğretim görevlisi olarak çalışıyorum, yeni dönemimiz geçen hafta başladı. Çevrimiçi olarak derslerimi yapmaya çalışıyorum. Aynı zamanda bir anneyim.