YAZARLAR

Aynalı Pasaj... Bilinçli masumiyet çağını beklerken…

Perşembe akşamı geldi üzücü haber. İlhan İrem, ölmüştü. Çok üzüldüm. Gençlik anılarımda yer tutmuştur. Unutmam. Sabah olduğunda onun için bir tweet yazmam gerektiğini hissettim. Ve onu ilk dinlediğimde ya da ekranda gördüğümde onda saptadığım masumiyetin yaşı ilerledikçe, yıllar geçtikte nasıl bilinçli bir masumiyete evrildiğini düşündüm. Bir masumiyet durumuna bilinçli masumiyet adını o zaman vermiş oldum işte.

Masumiyet, pozitif hukuktaki karşılığından çok daha geniş, kapsayıcı ve derin bir durumdur. Pozitif hukukta, masumiyet, tek bir olayın (suç) davasında kişinin olaya (suça) fail-özne olarak dahli olup olmadığına bakılarak saptanan anlık bir konumlanıştır. Ama (tam da bu yüzden, bu anlık bakıştan ötürü) pozitif hukukun suçluluk saptadığı yerde tam tersine masumiyetin konumlanmış olduğu da seyrek rastlanan bir durum değildir.

Felsefeden beslenen adalet hukukunun masumiyet kavramı ise, anlık bir olaya bakarak değil uzun bir süreci inceleyerek, olay yerini değil, toplumsal ve yaşamsal koşulları analiz ederek geliştirilmiş bir bakışa işaret eder ve bu masumiyet anlayışı sık sık pozitif hukuk yargısının tersini kabul eder. Felsefi adalet hukuku, faili, özne olarak değil, içine doğduğu-içinde olduğu toplumsal ve yaşamsal koşulların tercihleri sınırlı eyleyicisi olarak görür.

En geniş anlamıyla hukuk alanının dışına çıkıldığında masumiyet bir tarafta tekil bireyin zihinsel özelliklerine ve olgunluğuna bakılarak, diğer tarafta toplumdaki genel ahlâk ideolojisine referansla ölçülür, saptanır. Kişi masum addedilecekse, ya herhangi bir sebepten (yaş da olabilir) zihinsel olarak gelişkin değildir ya da genel ahlâk ideolojisinin taşıyıcı öznesidir. Kişinin bireylilik vasfı yine yaralanmıştır.

Perşembe akşamı geldi üzücü haber. İlhan İrem, ölmüştü. Çok üzüldüm. Gençlik anılarımda yer tutmuştur. Unutmam.

İlhan İrem

Ancak sabah olduğunda onun için bir tweet yazmam gerektiğini hissettim. Ve onu ilk dinlediğimde ya da ekranda gördüğümde onda saptadığım masumiyetin yaşı ilerledikçe, yıllar geçtikte nasıl bilinçli bir masumiyete evrildiğini düşündüm. Bir masumiyet durumuna bilinçli masumiyet adını o zaman vermiş oldum işte.

Bilinçli masumiyet, diğer bütün masumiyet tanımlarından farklı olarak insanlık kültürüne kalıcı etki yapan, toplumsal yaşamda devrimci dönüşümlere doğru birikecek bir insanlık durumudur. Bilim ve felsefeden beslenen bir politik tavır alış, genel ahlâka ve baskın siyasi ve iktisadi egemenliklere prim vermeyen bir dünya görüşü ve bir yaşama biçimidir. Bireyin tercihidir, kararlı bir kalıcılıktadır.

İnsan, dünyaya ve evrene ve canlılığa bilinçle bakar, bilinçle bilgi ve değer çıkarsamalarında bulunur ve bilinç ürünü bir masumiyete kavuşur.

Bilinçli masumiyet, materyalist ve dünyevi bir ahlâk inşasının temeli ve harcıdır.

Pozitif hukuk artık iptal edilebilir, adalet hukuku ise işlerlik kazanır… Bilinçli masumiyet ile…

Bilinçli masumiyet, insan aklının özgürlüğüdür.

Yaşamaya anlam kazandıran, yaşamın tadına vardıran bir yaşama biçimi… İnsana dünyada olduğunu her an hissettiren bir dünya görüşü…

Stevia bitkisi

Tatlı küçük yapraklar ve biyo-korsanlık…

Stevia, şekerin yerine kullanılabilen bir bitki. Brezilya ile Paraguay’ın sınır bölgesindeki yerli halk Guaraniler yüzyıllardır bu bitkinin yapraklarını içecek ve yiyeceklerini tatlandırmak için kullanıyor. Aşırı şeker kullanımının sağlık açısından birçok durumda riskli olduğunun ortaya konulması, sentetik tatlandırıcıların da tüketiciler tarafından zararlı addedilmesi sonucu yeni tatlandırma metod ve ürünleri arayışına giren endüstri stevia’yı kırk yıl kadar önce keşfetmiş. İlk Japonlar gelmiş Guaraniler’in topraklarına. Guarani kültüründe özel mülkiyet kavramı olmadığı ve doğanın insanlara ihtiyaçlarını karşılıksız verdiğine inandıkları için hiçbir talepte bulunmadan bitkiyi ve nasıl yetiştirdiklerini göstermiş Japonlar’a Guarani toplumunun ileri gelenleri.

Dev endüstri şirketlerinin Guarani halkına atalarından miras kalan bu doğa bilgeliğini ve öz topraklarında yetiştirdikleri stevia bitkisini kuruş vermeden talanı ve yağması böyle başlamış. Bugün artık kapitalist şirketlerin yerel halkların bilgi ve ürünlerine yönelik bu soygun faaliyetleri biyo-korsanlık (biopiraterie) olarak adlandırılıyor.

Guarani halkı dev şirketlere karşı mücadele ediyor. 

Paraguay’dan iki yerli topluluk şimdi bu milyarlarca dolarlık endüstriden kendileri için tazmin edici pay istiyor. 2016 yılında mücadeleye başlayan yerli halk, taleplerinin gündemleşmesini sağlamış durumda. İngiliz sivil toplum örgütü Public Eye ve benzeri örgütlenmeler Guarani halkına mücadelelerinde hukuksal destek sağlıyor. Public Eye, 1992’de imzalanan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve 2010 yılında bu sözleşmeye eklenen Genetik Kaynaklara Erişim ve Bunların Kullanılmasından Kaynaklanan Faydaların Adil Paylaşımına İlişkin Nagoya Protokolü’ne referansla Guarani halkına stevia bitkisinin işlenip pazarlanmasıyla elde edilen gelirden pay verilmesi gerektiğini savunuyor.

Her ne kadar kapitalist şirketler ceplerinden para çıkarmamak için bin bir türlü propaganda ve komploya başvuruyorsa da, Guarani halkı umutlu ve kendilerine yapılan adaletsizlik konusunda bilinçlenmiş durumda.

Ve her yeni toplumsal mücadele ve adalet arayışında olduğu gibi Guarani’lerin mücadelesinde de yeni kavramlar üretiliyor, ürüyor ve kapitalizme karşı mücadelede yeni perspektifler açılıyor.

Su şişemizi bedavaya doldurur musunuz? Doldurmazsınız elbette…

Paris’te bu yaz başında oluşan bir inisiyatif eyleminin hızla yaygınlaşmasını sempatiyle izliyorum. Kentteki plastik şişe atık miktarını azaltmak için harekete geçen inisiyatif, Parisliler’in içme suyuna erişiminde parayı devreden çıkarıyor. Kent halkı ve turistler artık yanlarında bulundurdukları su şişelerine şehrin birçok yerindeki kafe ve restoranlarda hiçbir ücret ödemeden içme suyu doldurabiliyor. 500 dükkânın katılımıyla başlayan eylemde, kafe ve restoranlar kapılarına Ici je choisis l'eau de Paris. (Burada ben Paris’in suyunu seçiyorum.) yazılı çıkartmalar yapıştırıyor. Dükkanlarda oturanların masasına da isteğe göre içine nane yaprakları atılmış soğuk su, şık cam şişelerde bedava olarak konuluyor.

Diğer Avrupa kentlerinde de yaz sıcaklarında insanların susuzluklarını ücret edemeden gidermeleri ve serinlemeleri için birçok tertibat oluşturulmuş durumda belediyelerce. Viyana’da binlerce modern çeşme konulmuş durumda kentin çeşitli noktalarına. Bunlar geçenlerin üzerine su zerrecikleri de üflüyor. Buna Almanca’da püsküren sis duşu anlamına gelen Sprühnebeldusche adı verilmiş.

Çeşmelerin kentlerde asırlar boyunca işlevsel ve estetik amaçlarla özenle inşa edildiği (ama şimdi çoğunun kuruduğu, yıkıldığı) bir coğrafyada, artık plastik şişe yığınları kentlerin doğasını zehirlerken, halk da bütün canlılığın ortak zenginliği suyla dudaklarını ıslatabilmek için cüzdanını açmak zorunda kalıyor.

Haftanın Şarkısı…

İlhan İrem… Anlasana


Ahmet Tulgar Kimdir?

Ahmet Tulgar, İstanbul'da 1959 yılında doğdu. 35 yıldır gazeteci ve edebiyatçı olarak yaşıyor. Çalıştığı yayınların bazıları sırasıyla Sabah, Güneş, Nokta, Milliyet, Akşam, Vatan, Birgün, Cumhuriyet oldu. Makale ve denemeleri Şehrin Surlarındalar (1992), Tam Yakalandığımız Yerden (2004), Ne Olmuş Yani? Korsan Yazılar (2005), Ben Onlardan Biriyim (2007), Diller Çehreler Barış (2010), Henüz Zaman Var (2013), Bakışın Ritmi (2020), söyleşileri Mahallede Herkes Kahramandır (2004) adlı kitaplarda toplandı. Evsiz Ülke Hikâyeleri (1989), Birbirimize (2009), Duygusal Anatomi (2015), Trajik Nüans (2016), Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı (2018), Arzunun Serbest Dolaşımı (2021) adlı altı öykü kitabı, Volkan'ın Romanı (2006), Çocuklar ve Canavarları (2012) adlı iki romanı yayımlandı.