Aylin Balboa: Yaşayan hikâyeler yazmaya gayret ediyorum

Aylin Balboa'nın yeni kitabı 'Ateş Sönene Kadar', İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Balboa, "Yaşayan hikâyeler yazmaya gayret ediyorum. Ölüyse, dirilmeyecek gibiyse zaten Allah rahmet eylesin, onun için yapabileceğimiz hiçbir şey yok, hemen defnediyorum. Ölümü anlatmayı seviyorum ama ölü hikâyeleri sevmiyorum" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Zümrüt Muştalı

DUVAR - Aylin Balboa, öğrencilik yıllarını Ankara’da geçirdi. Yazar, film kahramanı Rock Balboa'yı çok sevdiği için edebiyat ortamında onun soyadını kullanmakta, bu durumu ise, "İzlediğim ilk film Rocky IV’tü. Boyum en fazla Rocky’nin kolu kadardı o zamanlar. Her seferinde, yediği onca dayağın üstüne kalkıp, az evvel kafası gözü dağılmamış gibi yumruklar savuran bu adamın direnci beni her zaman çok etkilemiştir. Ben şampiyon değilim, hayata onun gibi seri yumruklar savuramıyorum henüz. Ama aldığım tüm darbelere rağmen ayakta kalmaya çalışıyorum" diyerek açıklıyor.

Balboa, çeşitli dergilerde yayımladığı yazılarıyla edebiyat hayatına başladı. Daha sonra internet portallarında ve bloglarda yazı yazmaya yöneldi.

Aylin Balboa ile İletişim Yayınları tarafından yayımlanan son kitabı 'Ateş Sönene Kadar'ı ve öykülerini konuştuk. 

Ateş Sönene Kadar, Aylin Balboa, 97 syf., İletişim Yayınları, 2021. 

'Ateş Sönene Kadar', kitaba adını veren öykü ile başlıyor. Bir hayli çarpıcı ve sert bir öykü. İki kadının, erkek egemen toplumda var olma ve kendini gerçekleştirme mücadelesine, dayanışarak güçlüklerin ve acı deneyimlerin üstesinden gelme çabasına tanıklık ediyoruz...

Bu topraklardaki kadınların çoğunluğunun hayatı kendilerinden başka herkesindir. Bir kız doğduğunda, genellikle etrafındaki herkes onun sahibiymiş gibi davranır. Onun adına kararlar verilir, ona uygun görülen hayat yolunun içine hapsedilir, ki genelde bu yollar kendi tercihlerine çıkmaz. Belli yörelere has bir şeyden söz etmiyorum, aşağı yukarı her yerde böyledir bu. Her yerde belirlenmiş normaller vardır, onun dışına çıkmaması için erkekler tarafından sürekli hizaya getirilirler. Sistemin sonucu ve yürütücüsü kadınlar da kulaklarına sürekli bir şeyler fısıldarlar. Bütün bunlar arasından sıyrılıp kendini bulmak, hayatını müdafaa etmek hiç kolay bir şey değil. Ama tüm bu boktanlığın içinde çiçek gibi pırıl pırıl parlayan, dimdik duran, korkmayan, hakkını arayan kadın sayısı her geçen gün daha da artıyor. Hepsiyle gurur duyuyorum. Bu hikâyedeki iki kadın güçlüklerin ve acı deneyimlerin üstesinden gelebildiler mi bilmiyoruz ama çabaladıkları kesin. Kendilerinin ve birbirlerinin hayatına sahip çıkışlarının hikâyesi olarak yazdım. Umarım ihtiyacı olanlara, bir parça da olsa cesaret verir.

Öykülerdeki en güçlü yönlerden biri, okuyan kişiye duyguların yoğun biçimde geçmesi bence. Yaşayan, hayatın içinden çıkıp gelen karakterler anlatmışsınız. Yazma sürecinizi merak ediyorum. İlk çıkış noktanız genelde ne oluyor; duygu, imge, karakter ya da yaşanan bir olay mı?

Hiçbir zaman belli olmuyor hikâyenin nereden geldiği. Ama duygular konusunda şu kadarını söyleyebilirim; hikâye oluştuktan sonra, yani daha doğrusu o ilk Frankenstein halindeyken masaya yatırıp uzun uzun inceliyor ve yaşayıp yaşamadığını kontrol ediyorum. Yaşayan hikâyeler yazmaya evet, gayret ediyorum. Ölüyse, dirilmeyecek gibiyse zaten Allah rahmet eylesin, onun için yapabileceğimiz hiçbir şey yok, hemen defnediyorum. Ölümü anlatmayı seviyorum ama ölü hikâyeleri sevmiyorum.

'BENİM İÇİN DÜNYA KOCA BİR BEKLEME SALONU'

"Gelecek Seni Bekliyor" adlı öyküde, "Uzun bir bekleyişten başka bir şey olmayan hayatımın..." ifadesi, metnin özüne dair bize çok şey anlatıyor diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Bana “Dünyadaki en büyük ıstırap nedir?” diye sorsalar, hiç kuşkusuz “Beklemektir,” derim. Bu kadar kısıtlı bir ömre sahipken bir de sürekli “bekleyişlerle” sınanmak türümüze büyük bir hakaret bana kalırsa. Benim için dünya çok uzun zamandır koca bir bekleme salonu. Böyle olduğunu unutmak için sarf ettiğim çabaya hayatım diyorum. Beklemek benim mecburen, tafsilatıyla düşünmek zorunda kaldığım bir konu yani. Bu kitap için bir atmosfer yaratmaya çalışırken odağımda olan birkaç temadan biri de buydu. Kitabın büyük kısmına sirayet etmiş olduğunu ben de düşünüyorum, haklısınız yani.

Kitapta, ön plana çıkan temalardan biri de "ölüm". Fakat ölümü bile işlerken mizahı elden bırakmıyorsunuz. Başka deyişle, kendinize özgü, içinde mizahı da barındıran dolaylı bir anlatımla bunu yapıyorsunuz. Bu bana biraz da direniş stratejisi gibi geliyor. Mizah, her şeye rağmen, enseyi karartmayıp yola devam etme gücü veriyor sanki...

Mizahın direniş stratejisi olduğu kesin. Ama ben uzun zamandır hayatımda da yazdıklarımda da bundan ne kadar yorulduğumu dile getiriyorum. Herkes çok yoruldu bence. Bu ülkede yaşıyorsanız özel olarak başınıza kötü bir şey gelmesine gerek yok, zaten her şey tepetaklak gidiyor. Başka yere kaçayım desen dünya komple bozuldu, hızla tamir edilmesi lazım, kimsenin umurunda değil. Bir de ekonomi, yoksulluk... Her şey çok pahalı, kafayı yiyeceğim. Özgürlükleri falan geçtim artık, açız aç. Ne hale geldik, inanılmaz bir şey. Olan biteni komikleştirerek baş etmeye çalışmaktan delireceğiz artık. Delirmemek için deliren ilk halk olarak tarihe geçeceğiz. Ben artık o kadar çok gülmüyorum açıkçası. Eskisi kadar komik biri de değilim, keşke olsam. Cidden kafam cozurdamaya başladı yavaştan, yanık kokuları geliyor. Ense karardı kararacak anlayacağınız. Mizah süper bir şey, mizahın olmadığı bir yaşamak düşünemiyorum. Ama bence artık bize kopkoyu bir öfke lazım.

Öykülerden birine adını veren kargaları da sormak isterim. Sizin imgeleminizdeki yeri nedir, nereden geliyor bu karga motifi?

Karga motifi, bir gün bir sebeple hayatıma giren ve iki ay benimle takılan gerçek bir kargadan geliyor. Yakından daha da muhteşem yaratıklar ama enikonu vahşiler, kollarımda hala Zühtü’nün hatırası olan pençe izleri vardır. Onun sayesinde, bir karganın asla evcilleştirilemeyeceğini iyice anladım. Başka şeyler de öğrendim Zühtü’den. Sonra uçtu gitti tabii ne yapsın. Benim de kanatlarım olsa onları değerlendirmek isterdim.

'HİKÂYELER KENDİLERİ BELİRLİYOR NE KADAR ANLATILACAKLARINI'

İlk kitabınız 'Belki Bir Gün Uçarız' da öykülerden oluşuyordu. Kendinizi öyküler aracılığıyla ifade etmeyi daha çok tercih ediyor gibisiniz. Gelecekte, bir roman yazma düşünceniz var mı?

Bana sorsanız ben belirliyormuşum gibi geliyor ama aslında hikâyeler kendileri belirliyor ne kadar anlatılacaklarını. Bu kitapta ilk kitaptan farklı olarak daha uzun hikâyeler var, anlatılması gereken daha fazla şey olduğu için böyle oldu bunlar. Kısa anlatmak gerektiğinde yine kısa anlatıyorum. Ama evet, 'Ateş Sönene Kadar' beni bu sefer roman yazmaya iştahlandırdı. Çalışıyorum ufak ufak bakalım.