YAZARLAR

Aykırı yaşamlar! Kime göre, neye göre aykırı?

Havle Kadın Derneği, kurucuları ve üyeleriyle onur haftasına verdikleri destek için bedel ödetilmek istenenlerden. Havle açıklamasında ayrımcılıkla mücadele için ötekileştirilen LGBTİ+larla birlikte bu grupların içerisinde de pek fazla görünürlük elde edemeyen dindar LGBTİ+ları da görmeyi sağlamış. Ayrımcılıkla mücadelenin en zoruna soyunmuşlar yani.

Onur haftası, yasak, baskı, gözaltı sorguları ve işkence yüklüydü. Onur yürüyüşüne katılanlar, onları destekleyenler, savunanlar ve dayanışma gösterenlerin hepsi bir şekilde payına düşeni aldı baskılardan. Gittikçe otoriterleşen rejimin görünen yüzü; her bireyin ötekine baskı uygulama hakkını kendinden bulması. Sırtını baskıcı rejime dayayanlar başta olmak üzere elbet. Otorite, kendinden yana olanın otoritesini tanımasıyla ayakta kalabildiğinden ilkin avenesini yaratıyor, her zaman. Bu ortamda pervasızca susturulmak, görünmez kılınmak istenenlerin liste başı LGBTİ+lar. Yaşadıkları ayrımcılık öyle derin, öyle köklü ve öyle yaygın ki onur yürüyüşü insanlık onuru adına yaşamsal öneme sahip. Tabii ki herkesten çok kendileri yaşayarak bildiklerinden hepimizden daha çok farkındalar bu gerçeğin. Her şeyi göze alarak gerçekleştirdiler onur yürüyüşlerini. Pek çok ilde polis şiddetiyle burun buruna ve yüzlerce gözaltıyla.

Havle Kadın Derneği, kurucuları ve üyeleriyle onur haftasına verdikleri destek için bedel ödetilmek istenenlerden. Günlerdir gerek medya ve sosyal medyada gerekse kişisel iletişim yollarıyla tehdit, hakaret ve küfür niteliğindeki mesajlara muhataplar. Bunların içerisinde en yaygın olanı derneğin kapatılması yönündeki ve İçişlerine duyuru anlamına gelen hezeyanlar. Dinlerini, inançlarını sorgulayan ve daha da ileri giderek Kur’an ayetlerini kullanmayı yasaklayan hadsizliklerin altında yatansa onur yürüyüşüne destek vermeleri. Ancak Havle’yi verilen bütün desteklerin içinde apayrı bir yere oturtan şey yaptıkları çağrıda ötekinin ötekisini görünür kılmaları. Ayrımcılıkla mücadelenin en zoruna soyunmuşlar yani. İnsan olarak hepimizin istemeden ya da farkına bile varmadan yaptığımız kendi içimizde yeni ötekileştirmeler yarattığımız gerçeğiyle yüzleşmek zordur. Her bir insan gibi her bir örgütlü mücadele de bu tür ikincil ötekileştirmelerden sakınmak için özel çaba harcamalı.

Ve Havle açıklamasında ayrımcılıkla mücadele için ötekileştirilen LGBTİ+larla birlikte bu grupların içerisinde de pek fazla görünürlük elde edemeyen dindar LGBTİ+ları da görmeyi sağlamış. Öteki olarak işaretlemeyen tersine insan onuru paydasında eşitleyen Havle'nin basın açıklamasını buraya aynen bırakmakta fayda var:

“Tüm 'Örtüsüne Bürünen'* Müslüman LGBTI+'lara!

Bu kulluk deneyimini tanıyoruz. Utanç ve suçluluğu biliyoruz.

Kimseye özür borçlu olmadığımız halde boğazımızda bir demir leblebi gibi duran o huzursuzluk bizim.

Bizi bu dünyaya, var olduğumuz haliyle çok da kolay olmayan bir yaşama göndermiş o Rabbe inanmanın ağırlığı da bizim. Kendimizle barışırken bu dünyanın zorluğuyla ve Rabbin adaletiyle de barışma mücadelesidir yaşamak.

Tüm 'makbul' olmayan Müslümanların utanç ve suçluluğu yenme, kendini yeniden sevebilme mücadelesidir bu.

Tıpkı Peygamber henüz gördüklerine ve duyduklarına bir anlam atfedemezken, gördüğü, duyduğu ve başına gelenlerden dolayı 'sihirbazlık' ile suçlandığında evine koşup bir örtünün altına saklanıp korkusuyla mücadele ederken, delirdiğini sandığında ve gerçekliğinden kaçmak istediğinde Rabbin ona seslendiği gibi...

'Ey örtüsüne bürünen, içine kapanan kişi

Sadece Rabbini yücelt!'*

Kafamızın içinde bize suçlu ve terk edilmiş hissettiren, hem Müslüman hem LGBTI+ olmayı yük haline getiren seslerden kurtulmanın kolay olmadığını biliyoruz. Bunun için dayanışmaya hazırız.

İnançlarımız da, kimliklerimiz de, aşklarımız da neşemiz de sadece bizim, hepsiyle bir bütünüz.

Burada olduğumuz haliyle, birlikte ve güçlü bir yaşam sürmenin ONURU da bizim olsun!”

LGBTİ+ varoluşuna sahip insanların ya yöneliminden ya da dininden, inancından vazgeçmesi dayatılıyor toplumda. Havle buna itiraz ettiğinde ise ağır saldırıya maruz alıyor. Saldırılar içinde "açıkça uyarıyoruz” ihtarıyla başlayan bir tanesi var ki hem ürkütücü çünkü örtük bir tehdit içeriyor hem de metnin her yerinden akan riyakarlıkla acınası. Ümmet-i Suffa imzalı bu açıklama tarih boyunca Müslüman toplumlarda eşcinsellik hiç yokmuş gibi yapmayı, ilim ve kültür misyonu edinmiş kendisine anlaşılan. Sanki Havle çağrı yapmadan önce bırakın tarihi günümüzde, bu ülkede hiç dindar LGBTİ+ varlığı dile getirilmemiş gibi bir kocaman riyakarlık yaptıkları. Oysa pek sevdikleri, sözüne itibar ettikleri camianın her derde deva kıymetli psikiyatristi “dindar ailelerde yok sanmayın” der yıllardır. Ve ekler “bana ne gençler getiriyorlar, tedavi için.” Tedavi olarak söz ettiği şey istihbarat örgütlerinin işkence yöntemlerini andıran beyin yıkama işlemi. Çünkü cinselliği belirleyen sadece doğuştan var olan cinsel organlar değil. Cinsel varoluşta beynin baş aktör olduğu, beyinden kontrol edilen hormon salgılarıyla şekillendiği biliniyor. Ve beyin ile salgıladığı hormonların doğuştan getirilen özelliklerle şekillendiği açık. Fakat bu gerçekleri inkâr etmek, İslam toplumlarında hiç görülmemiş gibi yapmak bugünün din politikası. Geçmişte görülmeyen eşcinsellik değil eşcinsellik gerekçesiyle fıkıh tarihinde verilmiş bir ceza olmayışı aslında.

Saldırılara karşı Havle’nin cevabı çok daha açıklayıcı: “Bazı varolma halleri zihinlerin sınırlarını zorlayabiliyor. Bu sınırları çizen, yüzyıllardır güçlenerek kolektif bilince nüfûz etmiş anlatılar ve dini yorumlama geleneği. Boşanmaya, başörtüsünü çıkarmaya, kürtaja, evlenmemeyi ve anne olmamayı tercih etmeye, son olarak da bir Müslümanın LGBTİ+ kimliğinden utanmaması için yapılan çağrıya yönelen öfke de böyle bir zorlanmadan kaynaklanıyor. Havle Kadın Derneği olarak Türkiye toplumunun bu zorlanmayı göğüsleyebileceğine inanıyoruz. Tüm LGBTİ+'lara kapıyı gösteren bir din anlayışına karşı Rabbin şu uyarısını hatırlatmayı bir borç biliyoruz: Beni, tek başına yarattığım o kişiyle baş başa bırak!"

İlahi mesaj uyarınca kişiyi, onu yaratan Rabbiyle baş başa bırakabilmenin yolu ayrımcılıkla mücadeleden geçiyor. Ayrımcılığa maruz kalanların da kendi içinde ikincil ötekileştirmelerden kaçınması… Ve bir de din adına LGBTİ+lara yönelik saldırıların, ayrımcılığı önlemek isteyenler dindar olduğunda ve dinden dayanakla onur yürüyüşünü desteklediğinde tehdidin ne denli şiddetli olabileceğini görmek gerekiyor. Aslında dindarların çok büyük bir kısmı LGBTİ+ varlığını reddetmiyor. Dindarlar içinde de ortalamanın dışında cinsel yönelimlerin varlığı açıkça inkâr edilmiyor. Fakat yokmuş gibi yapmak “sapkınlık ve lanetlilik” olarak tanımlamak yerleşik bir alışkanlık maalesef. İnsanlara cinsiyet normlarının dayatılmasını normal gören pek çok ve eğer bu normların dışında kalıyorsa da bu kişilerden adeta “sessizlik yemini” etmeleri bekleniyor. Sıradan insanın konu açıldığında sıklıkla ortaya koyduğu yaklaşım “olabilir, vardır belki, tabii ki öldürülmesini şiddete uğramasını istemem, ama o da çıkıp ortaya ilan etmesin, özel hayatında kim ne isterse yapsın karışmam ama toplumun da gözüne sokmasın, örgütlenmeleri, ilan etmeleri, onur yürüyüşleri propaganda, kendi durumlarının reklamını yaparak çoluk çocuğumuzun zihnini çelmesinler…” şeklinde özetlenebilir.

İslam hukuk tarihinde eşcinsellere yönelik cezalandırma örneklerinin bulunmayışı, aslında geleneğin yokmuş gibi yapma alışkanlığı ve belki daha çok yaradılış mı edinilmiş alışkanlık mı olduğuna karar verilememesinden ileri geliyor olabilir. Ancak sebebi ne olursa olsun sonucu riyakarlık. Yani İslami yaklaşımda “mış gibi” yapmanın erdem sayıldığı çarpık bir yaklaşımla günümüz din politikasını şekillendiriyor kendilerini otorite zannedenler. İnsan haklarına aykırı olduğunu zerrece kabul etmeyenlere her zaman söylediğim şeyi tekrar yazayım: LGBTİ+ bireyler köleniz değil. Onlardan köleler gibi efendisinin yüzüne bakmadan, sesini çıkarmadan, varlığını göze sokmadan yaşamasını isteyemezsiniz. Var oluşuyla özgür yaşamak tüm insanların hakkı ve örgütlenme özgürlüğü insan haklarının ayrılmaz parçası. Var oluş biçimini, kendini var etme halini özgürce açıklamak da düşünce ve ifade özgürlüğünün bir parçası.

*Müddesir Suresi, 1. *Muddesir Suresi, 1-2.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.