YAZARLAR

Ayıp Şeyler

Şiddet eleştirisi, kadın hakları savunusu başlığı altında kadın düşmanlığı yapmak, kadınlara sonsuz ayar vermek ünlü, yarı ünlü pek çok kadının (da) yaptığı bir şey maalesef. Burada pek çok etken var. Kendi konforundan vazgeçmemek için bilerek kör kalmak tarzında bir cehalet var, kendini diğer hemcinslerinden yırtarak ayırmak türü bir narsisizm var. Başka kadınların başına gelenleri aslında çok da önemsemezken “yuvaya dikilen göz” ihtimalleri karşısında kaplan kesilmek var.

Yonca Evcimik, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde yayınladığı rap parçasıyla son zamanların en demode kadın düşmanlığı örneklerinden birini verdi. Üstelik de ciddi ciddi iyi bir şey, doğru bir şey yaptığını, kadına şiddetle mücadeleye bir taş koyduğunu iddia ederek. Şarkı ve klibin karşılaştığı eleştirileri de resmi özür dileyememe şeklimiz olan “beni anlamadılar, iyi ki yapmışım, oh, yine olsa yine yaparım” sözleriyle karşıladı. Cüneyt Özdemir’in programına çıktı, sosyal medya hesabından atarlı bir “anlayana” mesajı yayınladı. iki ayak üstünde şarkının sözlerini tekrarlayın, TDK’ya bakın, olmadı TV’lerdeki öğlen kuşağı kadın programlarını, “Sadakatsiz”i izleyin diye kendinden emin, içten tavsiyelerde bulundu.

Klibi izlemeyenler için özetleyelim: Yonca Evcimik (Yoncimik) fonda kadın cinayetleri, kadın ve LGBTİ+ yürüyüşleri, ilgili pankartlar eşliğinde “edepli bikini” diyebileceğimiz bir kostümle sözde kadına şiddeti eleştirirken bütün faturayı kadınlara kesiyor. Görece, belki iyi niyetli, amcalar aynada tiplerine bakmadan yanlarında çıtırlar, pıtırlarla geziyor falan gibi bir girizgahı takiben başlıyor hemcinslerine ayar vermeye. Kadının fendi erkeği yener diyor, senin de o saatte orada ne işin var diyor, bakma sevgilime be kadın çıkacak adın, mesaj atma kocama, gözünü dikme ocağıma diyor. Devirmedik çam bırakmadıktan sonra “açarsan mahremini içeri girer işte böyle” diye tacizci tecavüzcü aklayarak tüy dikiyor. Dik dur, namuslu ol, kadın gibi kadın ol ki başına fena şeyler gelmesin diyor. Yani bu alandaki ne kadar egemen söylem varsa şiddetin diliyle yeniden üretiyor, şiddete karşıyım derken şiddeti besliyor. “Yanındayım” mesajı vermek için kadın düşmanlığı ve yancı cinsiyetçilik yapıyor. Sebebi bilinçsizlik mi, muktedire yaranma arzusu mu, şahsi motivasyonları toplumsal dertlerle karıştırmak mı, hepsi birden mi, ayırmak mümkün değil, önemli de değil.

Burada sinir bozucu birden fazla nokta var. Kadın katliamı yaşanan ülkede kadına şiddet kimsenin dilediği yerden halaya girip kendini gündeme getirebileceği bir fırsat alanı olmamalı. Bu fırsatçılık son dönemde her kuşak ve kesimden türlü cingözce fazlaca yapılır oldu. Yani meseleyi masum bir şuursuzluktan ibaret görmek zor. Bir damar var, kadın ve LGBTİ+ hareketleri bugün en etkin muhalefet olma yolunda, farklı kesimlerden yoğun ilgi görüyor, taşları yerinden oynatıyor. Kendi meşrebince bundan nemalanmaya çalışanlar da giderek artıyor.

Şiddet eleştirisi, kadın hakları savunusu başlığı altında kadın düşmanlığı yapmak, kadınlara sonsuz ayar vermek ünlü, yarı ünlü pek çok kadının (da) yaptığı bir şey maalesef. Daha önce birkaç yazımda değinmiştim, burada pek çok etken var. Kendi konforundan vazgeçmemek için bilerek kör kalmak tarzında bir cehalet var, kendini diğer hemcinslerinden yırtarak ayırmak türü bir narsisizm var. Başka kadınların başına gelenleri, başkalarının acılarını aslında çok da önemsemezken “yuvaya dikilen göz” ihtimalleri karşısında kaplan kesilmek var. Tacizcinin, tecavüzcünün gelenekten hukuki süreçlere açıkça kollandığı bir sistemde gayet politik meseleleri “ayıp”ın, geleneksel ahlakın alanına çekerek etkisizleştirme, kurbanı suçlama var. Çok basit bir “bayan değil kadın” kabulünün bile gerisine düşüp şarkıda elli kez “beyler hanımlar” geçirmek var. Var da var.

Yonca Evcimik’in tam da gününü pundunu bulup yayınladığı şarkının bu denli tepki görmesi bu nedenlerle çok anlaşılır, hatta umut verici. Ama bu tepkiler içinde de kendileri cinsiyetçinin dik alası olan her kesimden erkeğin (ve arada kadınların da) fırsatını bulmuşken başka tellerden hınç dökmesi de var. “Teyzem ablam sen artık sahadan çekil” tarzı keza cinsiyetçi tepkiler de çok yoğun. Yüz yıldır kendi konforlarını bozmadan köşelerinden egemen klişeleri yeniden yeniden üreten erkek yazarlara, 81 yaşındaki Hıncal Uluç’a kızıldığı gibi kızılıyor 57 yaşındaki bir pop sanatçısına da. Yani olgun bir yaş ama bir sanatçı için saha terk edilecek bir yaş olmadığı gibi Yonca Evcimik’in bu demode söyleminin açıklaması da değil.

Belli kuşaksal tarafları olabilir bu konulara yaklaşımın. Ama göründüğü kadar basit düzeyde değil. Muktedir söyleme şu veya bu nedenle eklemlenenlerle itiraz edenlerin aynı mücadeleyi farklı yerlerden sahiplendiğini düşünmek çok daha kapsayıcı ve zenginleştirici. Günümüzde eleştirilecek pek çok noktasını bulsak da Türkiye’de pek fazla kimsenin gündeminde değilken gürül gürül, cesur bir söylemle bugünlere uzanan bir ışık yaratan Duygu Asena yaşasaydı bugün 74 yaşında olacaktı. Zamanımızın en zihin açıcı distopyasının feminist yazarı Margaret Atwood 81 yaşında, Yonca Evcimik’ten de çevremizdeki pek çok kadın ve erkekten de daha genç ve açık bir zihinle hâlâ ürün veriyor. Bugünlere uzun bir mücadele sonucunda gelindi, yüzlerce kadın atamız var bu yola ışık tutan.

Buradan edepli bikini konusuna dönmek isterim. Öte yandan bizden 57 yaşında bile Madonna türü cesur, kendi izleğinde bir kadın pop starı çıkamıyor pek maalesef. Ama bunun toplumsal ikiyüzlülüğümüzle çok ilgisi var. Rap şarkısı döpiyesle sunulmaz, pek de uygun giyinmişsin ama rejiyle çıplaklığını minimize ediyorsun çünkü sözlerinle geleneksel türünden edeplilik satmaya çalışıyorsun. Arayı bulmak zorundasın. Cinayetin faturasını kadına kesip politik alanı ahlakın alanına çekiyorsun. Elin kolun her açıdan bağlı. Buradan bir “söz” çıkmaz. İşte Yonca Evcimik’i Hıncal Uluç’la aynı sepete düşüren şey, bu zihniyet.

TV öğlen kuşağı programları ve “Sadakatsiz” meselesine gelince… Evet pek çok kadının ilişkisinde, evliliğinde karşılaştığı böyle bir sorun var. Ama bunun temel nedeni de “herkeşlerin” eldeki erkeğe göz dikmesi değil, öncelikle eldeki erkeğin anlayışı, ilişkiye bakışı, aldatmanın toplumsal olarak erkeğe hak görülen, “erkeğin elinin kiri” denen ayrıcalıklar arasında sayılışı. Her yaştan erkeğin her yaştan kadınla olabileceği, yeterli “güce” sahipse hele hiç de gülünç duruma düşmeyeceği algısı. Kadınlar arasında da beş yaşından itibaren erkeği tepeye koyup her açıdan kışkırtılan rekabet. “Kadın kadının en büyük düşmanı” klişesini destekleyen durumların ardında bunun gibi kökleşmiş, toplumsal sebepler var. İkili ilişki ikili ilişkidir ayrıca. İki insan maddi, manevi düzeyde öncelikle birbirine verdikleri sözlerden sorumludur. Sadakatsiz erkeği ayartılabilir beş yaş masumiyetinde, hayatına giren ya da girmesi muhtemel kadınları şeytanın ta kendisi olarak görmek de ataerkinin ekmeğine yağ sürmek. Her şeyden azade, hiçbir taşı yerli yerinde değilken bile dişi kuş tarafından korunabilecek bir yuva varsayımı da ataerkinin aşılması gereken yüzlerce tuzağından biri.

Tecavüzden cinayete başına gelen her şey konusunda kadını temel sorumlu ilan etmek, hangi kisve altında yapılırsa yapılsın kadın düşmanlığından başka bir şey değil. Günlük sohbetlerden popüler anlatılara çeşitli düzeylerde her gün yeniden üretilen bir kabuller silsilesi de bu durumu çok kolaylaştırıyor.

Kadın kadının yurdudur. Kadınların birbiriyle sürekli iyi geçindiği, birbirlerine hiçbir fenalıklarının dokunmadığı, her kadının melek olduğu gibi saçma, genelleyici bir yaklaşımdan ötürü değil. Toplumun ve sistemin yola döşediği türlü çakıl taşına rağmen, erkeklere öğretilen suç ortaklığı cinsinden değil sahici, kapsayıcı bir dayanışma içinde olmayı başarabiliyor kadınlar. Hatalar bilinçsizlik nedeniyle yapılabilir. Bilinçli körlükle çamur oyununun bir parçası olmayı sürdürmekle akan, berrak suyun yanında yer almaksa her zaman bir seçim meselesidir.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.