YAZARLAR

Athena’nın Ölmez Ağacı, Homeros’a neler fısıldıyor?

Yangınlardan sonra bile yeniden yeşerdiği, hayata inatla bağlandığı için Akdeniz efsanelerinde “Ölmez Ağacı” olarak ismi geçen zeytin ağacı, İyonyalı ozan Homeros’un kulağına eğilip şöyle fısıldar: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım.”

Rivayete göre, Zeus, insanlığa en değerli hediyeyi sunan tanrı veya tanrıçanın yeni kurulan kentin hükümdarı olacağını ilan etmiş. Bunun üzerine, denizler tanrısı Poseidon üç başlı mızrağını savurmuş ve güçlü mü güçlü, hızlı mı hızlı bir at peyda olmuş. Zeus’un güzeler güzeli kızı ve bilgelik tanrıçası Athena’ya gelmiş sıra. Athena ise insanlığa gümüş yapraklı bir zeytin ağacı armağan etmiş. Öyle bir ağaçmış ki bu, ne rüzgar onu eğebilirmiş ne de dondurucu soğuklar ve kavurucu sıcaklar. Zeytin ağacı gören herkesi büyülemiş.

Yenilen Poseidon’un öfkesini dindirmek için Athena zeytin ağacından kırdığı bir dal parçasını ona uzatarak düşmana zeytin dalı uzatan barış idealinin temellerini atmış.

Bu zeytin ağacının büyük bir zenginlik ve bereket kaynağı olduğuna karar veren kent halkı, baş tanrıçası ve koruyucusu olan Athena'nın onuruna şehre “Atina” adını vermiş ve bütün zeytin ağaçları Athena'nın yarattığı bu zeytin ağacından türemiş. Milattan öncesinden günümüze kalan Yunan paralarında, Athena’nın yanında hep bir zeytin dalı durur.

Zeytin kocaman bir hikayedir. Meyvesi hayattır. Toprağı bereketi muştular. Kökleri asırlar öncesiyle kurduğumuz bir yolculuktur. Ölümsüz ağaç denir ona... Üretkendir. Doğurgandır. Büyümesi yıllar alır ama bir büyüdü mü bin yaşın üzerini bile görür. Budandıkça gençleşir, güzelleşir. Barış arzunuzun ifadesi, uzattığınız zeytin dalıdır.

Antik Yunanlılara göre, kutsal bir aileden gelmiş olmanın en önemli işareti bir zeytin ağacının altında doğmuş olmaktır. Fransız yazar George Duhamel’e göre ise, “Zeytin ağacının vazgeçtiği yerde Akdeniz biter.”

Hasat döneminin iple çekildiği sonbaharın müjdecisidir zeytin... Ekmeğini zeytinden çıkaran insanların umududur. Türkiye’de 500 bine yakın ailenin geçim kaynağıdır.

Altında türküler söylenen, Yörük kızın sevgilisiyle el ele Ege havasını soluduğu, gümüşi yapraklarından kendine antik taçlar yaptığı, gövdesine birlikte baş harflerini kazıdığı sırdaştır. Sabundur, kolonyadır, yağdır, merhemdir, hatta çaydır. Anti-kanserojendir. Alzheimer hastalığına bile iyi geldiği söylenir. Hücre yenileyicidir. Kültür mirasıdır. Işığı tüm köy tarafından paylaşılır.

Bereketi, nar taneleri gibi çoğalır. Zeytin geliri ile çocuk sünnet edilir, büyük oğlan evlendirilir, torunlar okutulur. Hüsnü Arkan’ın dizelerindeki “omzunda yeşil bir duvak, delice, delice zeytin”dir, İzmir’in kilometrelerce hızdaki poyrazına bile direnir. Aileden miras kalır zeytin ağacı, sonraki nesillere miras bırakılır. Yöre halkına göre “yeşil altın”ın ta kendisidir.

Şiir dünyasında da yeri ayrıdır. Nazım’ın dizelerinde hayat bulur: “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.

Ancak ne yazık ki insanoğlu, hakkında yüzlerce efsane ve mitolojik öykü yarattığı, şiirlere, destanlara konu olan, kutsallık, bilgelik, adalet, aydınlanma, refah, bolluk gibi değerlerin simgesi olan asırlık dostundan, ömürlük zeytinliklerden ömrü sınırlı madencilik faaliyetleri uğruna vazgeçiyor.

Dünyanın en önemli zeytin üreticisi ülkeler arasında yer alan Türkiye’de, 1 Mart’ta Resmi Gazete’de yayımlanan “Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile; anayasal güvence altındaki zeytinlik alanlarda maden arama çalışmalarının önü açıldı.

Bu tarihten itibaren elektrik üretiminde kullanılan kömür havzaları ile zeytin ağaçlarının aynı topraklara denk gelmesi durumunda, zeytinliklerin “kamu yararı” gerekçesiyle şirketler tarafından kesilmesi artık olanaklı. Oysa en büyük kamu yararı, bu kadim topraklarda binlerce yıldır yerel halkları besleyen zeytin ve zeytincilik faaliyetlerinde değil miydi?

Yönetmelik uyarınca, "sonrasında rehabilite edilip eski haline getirilmek" koşuluyla zeytinlik alanlar madencilikte kullanılabilecek.

Bir diğer deyişle, üstü zeytin, altı ise maden olan arazilerdeki zeytin ağaçları aynı arazide taşıyacak yer olmaması durumunda kesilecek ve başka bir arazide yeniden dikilecek. Ancak köylülerin ürün aldıkları asırlık ağaçlardan yeniden dikim sonrasında ürün almaları için en az 5 yıl beklemeleri gerekecek.

Türkiye Barolar Birliği, bu düzenlemenin iptali için dava hazırlığını sürdürüyor. Avukat Hakları Grubu – İzmir ise, “çevreyi korumak vicdani ödevimizdir” diyerek yönetmeliğin iptaline ilişkin dava açtı ve hukuk mücadelesini başlattı.

Birçok çevre örgütü ve meslek kuruluşu tarafından “zeytinliklerin ölüm fermanı” olarak görülen karar, uzmanlar tarafından normlar hiyerarşisine aykırı bulunuyor ve bir yönetmelikle kanunun (3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Hakkında Kanun) değiştirilemeyeceğine ve bunun Anayasaya da aykırı olacağına dikkat çekiliyor.

Zeytin cenneti Ege bölgesinde, jeotermal enerji santralleri nedeniyle, tarımsal alanlar zaten büyük bir tehlike altındaydı. Maden şirketlerine verilen bu izin sonucunda ekolojik denge daha da bozulacak ve zeytinlikler adeta talan edilecek.

Kömür lobisi ise, artık halkımızın kahvaltı masalarını envaı çeşit zeytinle donatmak yerine masaya “yemeklik kömür tabağı” koyarak bu şekilde küresel iklim krizine “katkıda bulunmayı” öneriyor.

Kendini doğadan üstün gören insanoğlu, en büyük değeri olan zeytinini göz göre göre feda ediyor.

Doğa bilincimiz gibi sofralarımız da, geleceğimiz de kömürden elektrik üretimi adına çölleşiyor. Toprağımızda en değerli şeyin altın veya kömür olduğu yanılsamasına kapılıp aslında zeytin çiçeğinin özündeki “pırlanta” gözden kaçıyor.

Hem de Manisa’nın Soma ilçesine bağlı Yırca köyündeki yaşanmışlıklar, tek geçim kaynakları olan zeytin ağaçlarını tüm güçleriyle koruyan köylü kadınların “birlik olmayı zeytin direnişinden öğrendik” sözleri halen belleklerde taze iken...

Tarkan’ın Uyan şarkısındaki “Yerimiz, yurdumuz, toprağımız yok oluyor ebediyen. Evimiz, yuvamız, biricik ocağımız gidiyor elden” çığlığı halen vicdanlarda tüm çıplaklığıyla yankılanırken...

Geçtiğimiz sene zeytin ve zeytinyağında rekolte ve üretim düzeyinde son 10 yılda ikinci kez ‘en iyi’ seviyesine ulaşan ve yılda yaklaşık 50 bin ton zeytinyağı ihraç eden Türkiye’de, yurttaşlar sosyal medya kampanyaları ile zeytin için adalet arayışlarına girmişken...

2002 yılından beri Zeytin Yasası dokuz kez değiştirilmek istenirken her defasında ya yargıdan dönmüş, ya Meclis’ten geri çekilmişken...

Uzun zamandır sorun aynı, soruna yaklaşım aynı ve alınan sonuç aynıyken... Kömüre hücumun ekonomik alternatifi, yenilenebilir enerji hedefini yükseltmek iken...

Ayvalık’tan Datça’ya dek sokaklarda gezinirken etrafı kaplayan kesif bir kömür kokusu insanın genzini yakarken...

Tam da Milas zeytinyağı uzun uğraşların sonunda iki yıl önce Avrupa Birliği’nden coğrafi işaret alarak tescil edilmişken...

Gündemimizde zeytinliklerin nasıl tahrip edileceği yerine, üreticiye AB ülkelerinde 1,32 Euro destek verilirken Türkiye’de zeytinyağı destek priminin 80 kuruş olduğunu, kayıt dışılık ve tüketici sağlığını tehdit eden taklit sorunlarını, iklim değişikliği karşısında zeytinliklerin nasıl bir modellemeyle korunacağını tartışmamız gerekirken...

İtalyan markalı şişelerde Türk zeytinyağı tüm dünyaya dağıtılırken, dökme yağ ihracatı yerine ambalajlı, markalı, katma değere dönüştürülmüş zeytinyağı ihracatı stratejisini destekleyen politikalar üretilmesi giderek acil bir hale gelirken...

Yangınlardan sonra bile yeniden yeşerdiği, hayata inatla bağlandığı için Akdeniz efsanelerinde “Ölmez Ağacı” olarak ismi geçen zeytin ağacı, İyonyalı ozan Homeros’un kulağına eğilip şöyle fısıldar: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım.”

Gömeç Zeytinciler Derneği’nin çağrısına kulak verelim: Bu kadim topraklarda zeytin yaşamdır, yaşamı kömür uğruna terk etmeyin... Zeytinden kıymetli maden yok. Ve toprağın üstü, altından daha kıymetli.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.