Ateşin düştüğü yer

Çocuklarını kaybeden babaların bu sözleri sorunun çok da uzakta olmadığını gösteriyor. Artık ailelerin çocuklarını kurtarmalarını beklemek yerine, çocukları ailelerinden kurtarmak icap ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara'nın intihar etmeden kayda aldığı video ne yazık ki dün gece karşımıza çıktı. Kara'nın konuşmasında ailesinin cemaat yurdu baskısı, içine düştüğü bu durumdan çıkmaya duyduğu umutsuzluk, mesleğini eline aldıktan sonra ne olacağı kaygısı, kısacası Türkiye var.

Dikkat çeken bir ayrıntı ise verdiği emek ve çalışmanın onu daha çok çalışma yükümlülüğünden öteye götürmediği. Türkiye'nin bir türlü dönmek bilmeyen ekonomik çarkında çalışan hiç kimseye ödül yok, yalnızca kuru bir "yaşamak". O da kendini bir şekilde kurtaranlara. Kara'nın üzücü vasiyeti, kız kardeşlerinin yaşamasından endişe ettiği umutsuz hayat ve kalan parasının yarısıyla annesine almak istediği fırından ibaret.

Geçtiğimiz ay da 18 yaşındaki Mehmet Sami Tuğrul, Antalya İlim ve Kültür Derneği Öğrenci Yurdu'nda aşçı İhsan Güney (38) tarafından kafası satırla kesilerek öldürülmüştü. Antalya İlim ve Kültür Derneği yaptığı açıklamada katilin kendileri tarafından nasıl istihdam edildiğini öykülese de binanın herhangi bir cemaat ya da tarikat yurdu olmadığını, tevili ikrarla katların öğrenciler tarafından "kiralandığını" açıklamıştı.

Tuğrul'un Kahramanmaraş'taki cenaze töreninde konuşma yapan babası ise, farklı haber kaynaklarının da doğruladığı biçimde "Bugün bizim Şeb-i Arusumuz, biz bunu düğün gecesi olarak düşünüyoruz Mevlana'nın diliyle. Evet, önü vahşet gibi biz arkasındaki rahmete talibiz. Kendisinin kaldığı, konakladığı eller, emin ellerdi. Biz bundan eminiz. Daha önce defaatle kardeşlerimizden, değişik kişilerden bu emanet yuvasına koyduklarımızdan hep randıman aldık." diyerek derneğe sahip çıkmıştı.

Şimdi ise Enes Kara'nın babası Mehmet Kara: “Devlet yurdunda başvuru yapmadık. Durumumuz iyi. Manevi olarak ahiretine faydası olsun istedim. Ben 25 yıldır Risale-i Nur okuyorum. Bir zararını görmedim. Ben bu cemaatin 25 yıldır içindeyim. Kaldığı yerde hiçbir sorun yoktu.” deyiveriyor.

Çocuklarını kaybeden babaların bu sözleri sorunun çok da uzakta olmadığını gösteriyor. Artık ailelerin çocuklarını kurtarmalarını beklemek yerine, çocukları ailelerinden kurtarmak icap ediyor. Mücadelenin topyekun bir "devlet politikasına" dönüşmesi, endişeli bir umutla beklediğimiz yeni siyasal iktidarın bu mücadelede önceki hataları tekrarlamadan amasız, fakatsız, lakinsiz yani "bulutsuz" olması gerekiyor. Hepimiz tecrübe etmedik mi ki özgürlük, kendiliğinden gelmiyor.

Enes'in videosunu paylaşmamak gerektiğini savunan "umudunu yitirmemeye yemin etmiş" kartel, bu mevcut durumda dahi gece kuşağında blockchain teknolojisi tartışabilir. Onlar, çok öncesinde siyasal İslamcılarla bazı konularda anlaşılabileceğini ummuş, Ensar Vakfı skandalının ardından sponsorluk anlaşmalarını iptal edememişlerdi. Tarikat evlerini karikatürize etmek, "Çay Güzeli'ni kaleme alırken" pek de zor ve içinden çıkılmaz olmamalı.  Yine görüldüğü üzere, Z Kuşağı YouTube'da v-log yapan, alt coin satın alan mutlu bir sulu boya resim değil. Ateş düştüğü yeri yakar. Bugün, ekranın başındaki sandalyede otururken asıl zor olan Enes Kara'nın kız kardeşleriyle kurduğu empatiyi anlamak. Genç bir adam kamera karşısında "Beni öldürüyorsunuz, onları öldürmeyin" diyor. Bu bir cendere.

"Türkiye'nin bir uçuruma doğru sürüklendiğini" dilinden düşürmeyen fakat siyasal İslamı, siyasal İslamcılarla devirmeyi düşünen dahiyane akıl çözümü ertelerken, tek gerçek ve geri kazanılamayacak servetimizi kaybediyoruz. Bugün hayatlarını canice öldürülerek ya da intihar ederek kaybetmelerine göz yumduğumuz gençleri, yarın bu cemaatlerin evlerinde kalmak zorunda oldukları için yargılanırken de görmezden gelmeyecek miyiz? "Gitmek zorunda, ölmek zorunda kalmasalardı(!)"

Aynı siyasal İslamcılar, tarikatlar konusunda işte tam da Çağlar Cilara'nın anlattığı gibi bir dokunulmazlık istiyor. Elinde kılıçla, minberde beddua etme özgürlüğü. Hiçbir örgütlenmenin, hatta barınamamanın dahi yasal olmadığı baskı toplumunda, rahatlıkla ve tartışılamaz biçimde "din kisvesi altında örgütlenebilmek".