YAZARLAR

Aşağıya bakarsan meyhane tabelasını göremezsin

Şimdi bize deniyor ki meyhane ismini tabelalardan kazıyacağız. Görünmez kılacağız. Meyhaneyi hayattan çıkacağız. Bu açıdan dil müdahalesi de politiktir, tabela da. Tabelanın bir kusuru yok elbette.

Canlı ya da cansız, bir varlığa isim vermek netameli bir iştir. Öylece yapılacak bir şey değildir. Misal Türkler bu işi o radde ciddiye almışlar ki çocuğu Al Karısı’ndan korumak için pek de güzel olmayan geçici bir isim koyarlarmış önce. Çocuk gerçek ismini alacak yaşa geldiğinde yapıp ettikleri, devrana kattıkları belirlermiş kalıcı ismini. İslam coğrafyasında doğan çocukların sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunduktan sonra isim vermek sünnettendir. Alevi dedeleri üç kere kulağına fısıldar bebeğin ismini. Yahudiler erkek çocuklarının ismini Brit Mila’da (sünnet töreni) koyarlar. Ermenilerde bebeğin isminin aile efradıyla birlikte verilmesi önem taşır.

İsim vermek varlığı varlık eylemektir, ruhunu üflemektir bir bakıma. İsimler toplumsal birikimin, kültürün görünen alandaki en önemli sembollerindendir. Verilen ismi almak ise varlığı yok etme, üflenmiş ruhu söndürme, yeni bir kültür(süzlüğü) inşa faaliyetidir. Kırk Kilise’yi Kırklareli, Dersimi Tunceli, Amed’i Diyarbakır, Simirna’yı İzmir, Ayıntab’ı Gaziantep yaparak halledilebilecek bir şey değildir. Böyle yapıldı diye ismin sembolize ettiği şeylerin toplumsal bellekten tamamen silineceğini düşünmek en hafif deyimiyle saflıktır. Değişecek tek şey ismin yalın halidir.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay meyhane tabelalarından meyhane isminin kaldırılacağını buyurunca düştü aklıma isim meselesinin çetrefilliği. Çok kişinin bildiği gibi meyhane Farsça kökenli bir kelime. İçki, şarap anlamına gelen mey ile ev anlamına gelen hanenin birleşiminden kök alıyor. Yine Farsça olan meygede de aynı anlama geliyor ama zaman içinde meyhane tercih edilmiş. Bu tercih moda tabiriyle ‘’organik’’ bir tercih elbette. Seçimi toplum yapmış. Yıllara yayılan bir biçimde hem de. Dile, kavramlara, isimlere toplumun kendisi dışında yapılan tüm müdahaleler faşizan bir yan barındırır. Şimdi bize deniyor ki meyhane ismini tabelalardan kazıyacağız. Görünmez kılacağız. Meyhaneyi hayattan çıkacağız. Bu açıdan dil müdahalesi de politiktir, tabela da. Tabelanın bir kusuru yok elbette.

Tüm devletler alkolizm batağından korunmak, toplum sağlığını korumak gibi amaçlarla alkollü içki politikası geliştirir. Yaş, satış, reklam kısıtlaması gibi uygulamalar bu politikanın bir sonucudur. Türkiye’de de benzer devlet politikaları var ve yürürlükte. Mamafih mevcut siyasi iktidarın politikalarını hayata geçirme algoritması memleketin kahir ekseriyeti tarafından ezberlendiği ve bu algoritmaya güven duyulmadığı için bir sonraki hamlenin meyhaneleri kapatmaya doğru evrileceğini düşünmeden edemiyor geniş kitleler. Hal böyle olunca rakı da meyhane de tabela da gereksiz yere politikleşiyor. Daha doğrusu giderek bir siyaset argümanı oluyor. Dışarı masa atılmasının yasaklanmasıyla başlayan, camide bira içtiler uydurmasıyla fantastik bir boyuta sıçrayan, zamlarla belimizi büken ve tabeladan meyhane isminin kazınmasıyla devam eden alkol takıntısı, gereksiz memleket meseleleri listesinde sürekli yükseliyor.

Bu da yetmezmiş gibi artık nereye bakmamız gerektiği de dikte ediliyor. Oysa John Berger’den alıntılayarak söylersek; İnsan yalnızca baktığı şeyleri görür ve bakmak bir seçme edimidir. Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Üstünde meyhane yazmasa da meyhaneye Mahmut da deseniz, biz kafamızı yukarı kaldırıp o tabelada meyhane yazısını göreceğiz ve kapısından içeri girip tüm bu saçmalıkları kısa bir süreliğine de olsa unutacağız. Hem de hiçbir ayrım olmadan. Hepimiz.

Sözü epilog niyetine Urfalı Şair Nabi’ye bırakmak gerekiyor bu noktada.

Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz

Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz

Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde

Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz


Şiirin kaba meali:

Biz dünya bahçesinin hem güzünü hem baharını görmüşüz

Sevincin de üzüntünün de rüzgarını görmüşüz

 İkbal meyhanesindeki mevkiine bakıp gururlanma

Biz gururdan sarhoş olan binlerce akşamdan kalma görmüşüz

 

 

 

 
 

Grand Korçi Kimdir?

Grand Korçi İstanbul’da dünyaya geldi, haliyle birtakım okullarda okudu ve kimya mühendisi oldu. Akademiden kopmamak ve askerlik vecibesini ertelemek için iki ayrı yüksek lisans yaparak bir süre hem mühendislik yaptı hem de keyif çattı. O dönemlerde fotoğraf ve sinemaya olan ilgisi nedeniyle mühendisliği bıraktı ama bu alanlarda tutunamayarak eğitimini aldığı mesleğine geri döndü. Haliyle birtakım işlerde çalıştı. Alkollü içki sektörüne yönelik gerçekleştirdiği çalışmalar sırasında ve sonrasında alkolün üretimi, kültürü ve tarihine yönelik ilgisi giderek arttı. Hobileri arasında golf, modern dans, yoga hiçbir zaman yer almadı ancak ‘’kişisel gelişim yolculuğunu’’ bir çilingir müdavimi olarak sürdürüyor. Halihazırda bu çilingirlerde yeşerip hayata geçen işlerine cilingirsohbetleri.com adresinde yer veriyor.