YAZARLAR

Artist getiren adam: Ahmet San

Bu çocuksu ve nevi şahsına münhasır adam, kariyeri boyunca yapılmaya cesaret edilememiş birçok şeyi yapmasının yanı sıra, Sezen Aksu’nun vurguladığı gibi “Türkiye’de sahne arkasına da spot tutulmasını sağladı.” Türkiye’nin yakın tarihi yazılırken o ve benzerlerinin hikayeleri göz ardı edilmemeli.

Bir kuşak onu Türkiye’ye yıldızlar dünyasından neredeyse herkesi, mesela Madonna’yı, Michael Jackson’u, Rolling Stones’u Metallica’yı getirebilen adam olarak tanımıştı. Bir sonraki kuşak ise Pop Star yarışmalarının, en ağır eleştirileri o sempatik çehresine rağmen soğukkanlılıkla ve kibarca yapan jüri üyesi olarak... Kariyerinin sonlarına doğru menajerlik, siyasi danışmanlık ve reklamcılık yapan bu adamın adı Ahmet San. Onun yaptığı işe geçmişte organizatörlük, emprezeryoluk, artist ajanlığı denirdi. Ama bunların hiçbiri onun kariyerine tam olarak karşılık gelmiyor. Autheur filmleri nasıl yönetmenin adıyla anılıyorsa, onun yaptığı görkemli etkinlikler de “Bir Ahmet San Organizasyonu” diye anılmaya başlamıştı bir süre sonra. Öyle ki, 90’larda “Türkiye’ye komünizm gelecekse onu da Ahmet San getirir” esprisi yapılıyordu. Yakın zamanda bu camiada geçen yıllarını anlattığı anı kitabı yayımlandı: San, “Hiçbir Şey İmkansız Değildir” (Destek Yayınları)

Paul Belmondo, Ahmet San, Latoya Jackson ve Emrah

BİR YILDIZ AVCISI DOĞUYOR

İzmirli fabrikatör bir babanın biraz ayrıcalıklı büyütülen küçük oğlu Ahmet, iyi bir eğitim alsın diye Galatasaray Lisesi’ne “yatılı”ya gönderilir. Yıl 1968’dir. Dünyada ve Türkiye’de yeri yerinden oynatan gençlik muhalefeti ve isyankar ruh bu liseye de uğrayacaktır. Ama Ahmet’e değil. Ahmet, yatılı okullarda adeta gelenek olan akran zorbalığından müştekidir en fazla. Zor bir günün gecesini geçirdiği yatakhanede kendine bir söz verir: “Benim bu Galatasaraylılardan daha fazla Galatasaraylı olmam ve daha güvenli hareket etmem lazım.” Ahmet’in bu özgüveni karakterinin etkisiyle ortaya çıkmış olsa da, bir ölçüde sınıfsal konumundan ve itibarlı sosyal çevresinden kaynaklanıyor olsa gerektir. Evet, İstanbul söz konusu olduğunda taşralıdır ama “elit tabakadan” bir taşralı. Nitekim kariyerini inşa ederken bu çevrenin desteğini hep görecek ve sıradan insanların aşamayacağı engelleri cesareti, inadı ve ikna kabiliyeti kadar, bu çevrenin yardımıyla da aşacaktır. Hakkını yemeyelim, nazının geçtiği bu çevrenin kayda değer kısmını kendi çabasıyla edinecektir.

Ortamı koklayarak ilerlemenin onun karakter özelliklerinden biri olduğunu anlattıklarından çıkarmak mümkün. Nitekim, daha lisede kendisine itibar ve gelir kazandıracak etkinlikleri organize etmeye gönüllü olurken, yükselen değerlerin, parlayan yıldızların peşine düşerken keskinleşecektir koku alma duyusu.

Neredeyse doğuştan organizasyon yeteneği olan bu adamın lise öğrencisiyken, Ses Dergisi’nin desteğiyle düzenlediği ilk etkinliğin konukları Emel Sayın, Selda Bağcan ve Cem Karaca’dır. Bir sonraki adımı, yine Hey Dergisi’nde muhabir olmaktır. Fakat Ahmet bununla yetinir mi? İlk profesyonel konser organizasyonunu Hey Konserleri adı altında gerçekleştirir. Ama konser deyip geçmeyin, dönemin dünyaca ünlü yıldızı Christian Adam’ı Ajda Pekkan’la sahnede buluşturan bir konser. Çok geçmeden yine dönemin bir başka yıldızını, Jean François Michael’i Bebek Belediye Gazinosu’nda Gönül Yazar’ın solist altı olarak çıkmaya ikna eder.

Tina Turner, Ahmet San

O marifetlerini sergilerken, Beyoğlu’nda konser ve organizasyon büroları işleten organizatör ve menajerler cirit atmaktadır. Bunlar arasında örnek aldığı birkaç isim yok değildir. Orhan Şevki ve daha sonra bir dargın, bir barışık bir ilişki sürdüreceği Erkan Özerman mesela.  “Kalem bile kullanmadan” iğne deliğinden geçmeyi beceren, aynı şarkıcıyı bir gecede iki yerde çıkartabilen ele avuca sığmaz Hasan Bora’yı, kötü şöhretine rağmen gece hayatının önemli simalarından olan Hasan Kazankaya’yı da anmamak olmaz.

Menajerlerin asistan gibi çalışan pasif figürler olduğu, sanatçıların kariyerlerine ilişkin kararları mekanları işleten patronlarla büyük gazete sahiplerinin verdiği alaturka çalışma düzeni Ahmet San’ın yurt dışında gözlemlediği profesyonellikten ve disiplinden epey uzaktır. Toplam 15 kişinin Türkiye’nin tüm müzik piyasasını yönettiğini görmek onu hayrete düşürmektedir. Karakterini sembolize eden çalışkanlığı ve hayal gücünü ateşleyen hırsı yine devreye girer: “Ben daha iyisini yaparım.” Hem Galatasaray Lisesi’nden mezun, hem de Paris’te birden çok alanda yüksek öğrenim görmüş, iş dünyası ve bürokraside sağlam bağlantıları ve genel kültürü olan girişken bir “salon erkeği” olarak Ahmet San, “kapalı devre, mafyavari ilişkiler yumağı” dediği bu dünyada ayakta kaldığı gibi, Türkiye’de bu mesleğin dünya standartlarına yaklaşmasına katkıda bulunacaktır. Fakat baba mesleğini sürdürmesini bekleyen aile çevresi nezdinde yine de muteber değildir yapıp ettikleri. “Ahmet ne iş yapıyor?” sorusunun yanıtı genelde: “Gazinolara artist çıkartıyor, gazetelere çıkıyor”dur.

Usturuplu bir şekilde “karanlık değil de, gölgeli iş yapan adamlar” dediği gazino sahipleriyle iş yapmanın raconunu kısa sürede öğrenir iddialı ilk tecrübelerinin ardından. Fakat başta da söylediğim gibi, hep birtakım hamileri vardır. Mesela kredi alırken, iş bağlarken, krizleri çözerken Demirören, Simavi ailelerinin, yerel yöneticilerin, valilerin, sanayicilerin, bürokratların ve hatta Demirel’in, Özal’ın, Mesut Yılmaz’ın yardımına yetiştiklerini öğreniriz.

BASIN PATRONLARININ HÜKÜMRANLIĞI

Ahmet San, gazinoların, gece kulüplerinin altın yıllarında sistemin nasıl ve kimlerin kontrolünde işlediğini açıklıkla anlatır:

“Sahnenin hemen kenarında elinde purosuyla sanatçıyı izleyen adamlardı onlar. Zira o yıllarda medya gücü çok farklıydı. Daha televizyonlar devreye girmemişti. Basılı yayınlarda ise Hürriyet’in, Milliyet’in ve Günaydın’ın dominasyonu vardı. Ercüment Karacan, Semiramis Pekkan ile evliydi. Erol Simavi sanatçı ağırlıklı bir çevreye sahipti. Bütün gazino programını yapardı. Nükhet oraya çıksın, Emel burada söylesin, derdi. Bu iki ismin yaşadıkları ve oluşturdukları perspektifin paralelinde hareket edebilirseniz istediğiniz noktaya gelebiliyordunuz. O günlerde müzik yazarları bazı dergilerde bu patronaj hakimiyetini kırmak için çaba sarf etse de sektörel gerçekler karşısında boyun eğiyorlardı.”

Simavi gibi gazete patronlarının gece hayatındaki etkili varlıklarının ardında yatanın gazete ilanları olduğunu da San’ın anılarından takip etmek mümkün. Böylelikle eğlence hayatının iktisadi yapıyla, hatta siyasetle bağlantısını da çözmüş oluyorsunuz:

“Gazino ve gece kulübü sahipleri ile yeni yeni oluşan konser mekanlarının işletenleri için sanatçı programlarını duyurabilecekleri tek mecra gazetelerin ilan sayfalarıydı. Sütun santim hesabı yapılan anlaşmalar çerçevesinde gazino sahipleri ile medya patronları arasında bir ticari ilişki oluşmuştu.”

Gazino patronları, işletmecileri, gazete patronları, yeraltı dünyası, bürokratlar, emniyet mensupları ve siyasetçilerin çıkar birliğine dayanan ilişkileri sahne yıldızlarının kaderini de belirler. Kimi gazino patronunun, bürokratın, siyasetçinin yolsuzluklara, yasa dışı işlere adı karışır, bu karanlık ilişkiler ağına assolistler, solistler ve yıldız adayları da takılırlar. (Bu konuları ayrıntılarıyla ele alan bir anı kitabı Maksim gazinolarının patronu Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan tarafından kaleme alındı.) Ahmet San, ilerleyen yıllarda kendi mekanlarını açacak ve farklı bir işletmecilik anlayışıyla, eğlence hayatına yeniden şekil vermeye çalışacaktır. Ama bu çabasını ortakları veya yerel yöneticiler sık sık sabote ederler.

Her ne kadar bu kirli ilişkiler ağından uzak bir profesyonellikle çalışmaya niyet etmişse de, magazinel olayların yaratacağı sansasyon ve bu sansasyonun getireceği kazanımlardan uzak duramaz. “Aşk çok satar! Kendisi olmasa bile söylentisi satıyor” der mesela. Ve Türkiye’ye davet ettiği dünya yıldızları arasında aşk söylentisi yayarak ilgiyi arttırmayı ihmal etmez. Despot ve saldırgan Çeçen lider Kadirov’un doğum günü etkinliklerine katılma çağrısını dünya yıldızlarının çoğu reddederken, Ahmet San Hillary Swank ve Van Damme’yi ikna etmeyi başarır. Tepkiler üzerine Swank aldığı ücreti bir vakfa bağışlayacağını duyurur. Ahmet San bu olayları anlatırken, Kadirov için böyle bir organizasyon yapmaktan pişman görünmemektedir.

Kariyerinin ilerleyen yıllarında dünya yıldızlarının en parlaklarını Türkiye’ye getirip stadyum konserleri organize eden birine dönüşmüştür artık. Michael Jackson’u İstanbul’a gelmeye ikna edip konsere saatler kala Jackson’un hastalığı sebebiyle konseri iptal etmek zorunda kalması içinde kalan uktedir. Emrah ile başladığı yerli menajerlik kariyerini ise Tarkan, Kenan Doğulu, Mustafa Sandal, Burak Kut, Mirkelam, Sezen Aksu ve Sertap Erener ile devam ettirir.

Ahmet San

Anı kitabının sayfaları boyunca Ahmet San’ın tek kişilik dev kadro olarak biteviye ortaya çıkan krizleri, “sanatçı kaprisleri”ni, son dakika iptallerini, parasal ve bürokratik sorunları nasıl aştığını, biraz da bunalarak okuruz. Bürokrasinin ağır-aksak işleyişini, iktidar ve para hırsı ile partizanlığın kişileri ne ölçüde saldırgan ve akıl dışı davranmaya ittiğini, kudretli siyasetçiler, iş dünyasından insanlar ve medya patronlarının olmazları nasıl oldurduklarını görürüz. Eğlence endüstrisinin dayatmalarını, böyle bir sistemde zayıf olanın nasıl ufalanıp yok olduğunu, yeteneğin başarılı olmak için gereken en son şey olabildiğini anlarız.

Hayatı yeteneklerini, dayanıklılığını sınamak ve yeni olan her şeyi denemekle geçen Ahmet San’ın kariyerinin sonraki adımı siyasilere reklam ve tanıtım kampanyaları yapmaktır. Bu konuda çok başarılı olduğu söylenemez. Ama bu döneminden de Mesut Yılmaz gibi hatırlı dostlar kalır hayatında. Baş döndürücü tempoyla akan kariyerin sonuna doğru bir köşeye çekildiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Son yıllarda Midwood adıyla Türkiye’nin ilk film platosunu inşa etmeye giriştiğini öğreniyoruz. O değilse kim cesaret ederdi ki böyle bir yükün altına girmeye? Bu çocuksu ve nevi şahsına münhasır adam, kariyeri boyunca yapılmaya cesaret edilememiş birçok şeyi yapmasının yanı sıra, Sezen Aksu’nun vurguladığı gibi “Türkiye’de sahne arkasına da spot tutulmasını sağladı.” Türkiye’nin yakın tarihi yazılırken o ve benzerlerinin hikayeleri göz ardı edilmemeli.

Haftanın Kitabı: Kanada taşrasında bir genç kız yetişiyor ve cinsiyetinden kaynaklanan beklentiler ve dayatmalarla mücadele ediyor. Büyümenin Sancısı, Isabel Huggen, Çev. Çiğdem Aka, Aylak Adam.


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.