Araştırma: Türkiye’de gençlerin AB üyeliğine desteği çok yüksek

Alman Marshall Fonu'nun düzenlediği “Türkiye’nin AB Algıları” anketine göre, katılımcıların üçte biri Türkiye’nin AB ülkeleriyle yakın işbirliği içerisinde olması gerektiğini düşünüyor. 

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türkiye’de kamuoyunun Avrupa Birliği’nin yanı sıra ABD, Rusya ve uluslararası örgütler konusundaki değişen yaklaşımlarını ele alan en güncel kamuoyu yoklaması yayımlandı. Gençlerde AB üyeliğine destek çok yüksek, Rusya giderek tehdit olarak görülüyor. 

Alman Marshall Fonu (GMF) tarafından gerçekleştirilen ve Türkiye kamuoyunun Avrupa Birliği’ne (AB) yönelik yaklaşımının en güncel fotoğrafını çeken “Türkiye’nin AB Algıları” araştırmasının sonuçları, Perşembe günü kamuoyuyla paylaşıldı. 

Araştırma, Türkiye’nin 18 yaş üstü nüfusunu temsil eden 2.180 kişiyle, 27 ilde Mart ayında yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirildi.

Araştırma’ya göre, Türkiye’de kamuoyu uluslararası konularda kendisine en yakın ortak olarak Avrupa Birliği’ni görürken ve diğer ülke gruplarına göre dünya meselelerini çözmede AB’nin en etkin güç olduğu düşünülürken, bu eğilim genel nüfusa oranla en fazla 18-24 yaş aralığında, yani gençlerde gözlemleniyor. 

Katılımcıların yüzde 58’i AB üyeliğinin Türkiye için iyi bir şey olduğunu düşünüyor. Bu oran geçen sene yüzde 56 idi. 18-24 yaş aralığındakiler arasında üyeliğe destek yüzde 73 düzeyinde. Yani her dört gençten üçü Türkiye’nin AB üyeliğine evet diyor. 

Katılımcıların yüzde 60’ı Avrupalılar hakkında olumlu düşünürken, bu oran gençler arasında yüzde 76.

Türkiye’nin AB tam üyeliği için referandum olması durumunda “evet” oyu kullanacakların oranı ise yüzde 61. Bu oran gençler arasında yüzde 75’e tırmanıyor. Bu oran, geçen sene yapılan araştırmada da yüzde 69 idi. 

GMF’in Brüksel’de yerleşik kıdemli araştırmacısı ve CATS IPC-Stiftung Mercator araştırmacısı Dr. Kadri Taştan, Türkiye kamuoyunda Avrupa Birliği katılım müzakerelerinin halen bir çıpa olmaya devam ettiğini ve AB üyeliğinin özellikle gençlerin gözünde ekonomik iyileşme, istihdam ve demokratikleşme perspektifinden değerlendirildiğini belirtiyor. 

Gazete Duvar’a konuşan Taştan, “İçlerinde daha önce hiç oy kullanmamış bir kesimin de olduğu bu gençlerin AB’ye bu denli pozitif bakıyor olması, ülkeyi nerede görmek istediklerine dair bir referans anlamı taşıyor” diyor. 

Taştan’a göre, gençlerin AB tam üyelik sürecine bu denli olumlu yaklaşması, aynı zamanda, AB-Türkiye ilişkilerinin iyi seyrettiği dönemde yatırımların artıp demokratik standartların yükseldiğine dair deneyimlerle de alakalı. 

“AB’nin normatif dönüştürücü gücünü, coğrafyasındaki ülkeler üzerindeki etkisini göz önüne alması gerekiyor. Yaşanan onca siyasi krize, Batı karşıtlığına rağmen gençlerin bu denli güçlü bir destek verdiği bir süreç ortadayken, Brüksel’in de Türkiye ile ilişkilerine sadece çıkar odaklı yaklaşmaması ve gençlerin AB ile iletişimde kalacağı yeni bir mekanizma geliştirilmesi lazım.”

Bu yılın başında, Almanya'nın saygın düşünce kuruluşlarından Politika ve Bilim Vakfı (SWP) bünyesindeki Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) yeni bir rapor yayımlamış ve AB ile üyelik sürecinin fiilen rafa kalktığı mevcut dönemde, AB ile Türkiye arasında gençlik ve sivil toplum üzerinden diyaloğun güçlendirilmesi önerilmişti. Raporda bu tür programlar aracılığıyla halklar arasında güvenin yeniden inşasının sağlanabileceği belirtilmişti. 

ÜYELİK 15 SENEYE 

Öte yandan, araştırmada katılımcılar, üyeliğin on ila on beş yıl içerisinde olacağını düşünürken, yüzde 68,8’i coğrafi anlamda, yüzde 57,2’si tarihsel anlamda, yüzde 45,6’sı ekonomik anlamda, yüzde 44,5’i güvenlik açısından ve yüzde 33,1’i kültürel açıdan Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak görüyorlar. 

Ancak, katılımcıların yarısı AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etme niyetinin olmadığını, onu sadece oyaladığını düşünüyor. Katılımcıların yüzde 44’ü ise, Türkiye’nin hiçbir zaman üye olmayacağını düşünüyor. Bu oran geçen sene yüzde 39,7 idi. Dolayısıyla AB üyeliğine olan inanç zayıflıyor. 

Stockholm Üniversitesi Türkiye Bilimleri Enstitüsü Başkanı ve Türkiye uzmanı Doç. Dr. Paul Levin, Türkiye kamuoyunda AB üyeliğine yönelik desteğin artmakta olduğunu, ancak 2004 yılı başındaki düzeyler kadar güçlü olmadığını belirtiyor. 

“AB liderlerinin, Türkiye ile katılım müzakereleri açıldıktan kısa süre sonra tam üyeliğe alternatifler hakkında konuşmaya başlamalarından beri Türklerin büyük kısmı kendilerini gözden çıkarılmış hissediyorlar” diyor Levin. 

Dolayısıyla, kamuoyu desteğinin eski düzeylere gelmesi için Brüksel nezdinde de bu algının değiştirilmesi gerekiyor. 

Levin’e göre, Rusya’nın Ukrayna işgali ve 2015 yılında yaşanan mülteci krizi, Türkiye’nin jeostratejik önemine ve Ankara’nın yararlı bir ortak olabileceğine birçok Avrupalı siyasetçinin dikkat çekmesine yol açtı. 

“Her iki kriz de Ankara’ya AB açısından değerini gösterme fırsatı sundu. Ancak, Türkiye’nin genellikle saldırgan bir tutum sergileyen dış politikası ve demokratik değerler ile hukukun üstünlüğünden ciddi şekilde uzaklaşılan iç politika uygulamaları, Brüksel’de ve diğer AB başkentlerinde Türkiye’nin üyeliğine yönelik derin bir kuşkuculuğu da beraberinde getirdi. Bu giderek pragmatik bir hal alan ilişkiyi karmaşıklaştıran şey ise, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü merkezine yerleştiren katılım müzakereleriyle resmi olarak sınırlandırılıyor oluşu” diyor Levin. 

Öte yandan, ülke ekonomisinin iyileşmesi (yüzde 49,6) ve insan hakları sicilinin düzelmesinin (yüzde 40,4) ise, Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştıracağı düşüncesi paylaşılıyor. 

Ancak AB konusunda bilgi düzeyi çok yüksek değil. Katılımcıların sadece beşte biri, AB politikaları ve kurumları hakkında bilgi sahibi. 

Gençlerin bakış açısından, üyelik konusunda en büyük katkının ise demokrasinin gelişimi, halkın yönetime katılımının yaygınlaşması, ekonomik kalkınma, demokrasi ve istihdam olanakları üzerinden elde edileceği düşünülüyor. 

Halkın yüzde 47’lik kesimi, AB’ye güven duyduğunu söylüyor. Bu oran, bir önceki araştırmanın yapıldığı 2021 yılında yüzde 40 idi. NATO’ya güven ise geçen sene yüzde 32 iken bu sene yüzde 39’a ulaşmış durumda. 

Birleşmiş Milletler’e güven yüzde 35 iken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi katılımcıların yarısının güvenini kazanmış. 

Taştan, “NATO’ya güvenin artma trendine girmesi, Rusya’nın Ukrayna işgali sonrasında Rusya’ya dair hissedilen tehdit algısıyla alakalı. Batı merkezli uluslararası kurum ve kuruluşlara bir güven artışı olduğu görülüyor” diyor. 

DÜNYA SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE KİM ROL ALSIN?

Dünya sorunlarının çözümünde AB ülkelerinin rol alması gerektiğini düşünenlerin oranı, yüzde 35,6 iken, bu oran genç katılımcılar arasında yüzde 43,8’e tırmanıyor. Rusya’nın söz sahibi olmasının daha iyi sonuçlar doğuracağını söyleyenler geçen sene katılımcıların yüzde 10’u iken, bu sene yüzde 3,8’e gerilemiş durumda. 

Rusya’nın Ukrayna işgali ise, Türkiye kamuoyunda Rusya algısını çarpıcı biçimde değiştirmiş durumda. Türk vatandaşlar artık Rusya’yı eskisi gibi bir ortak olarak görmezken, onu güvenlik tehdidi olarak görenlerin oranında da çarpıcı bir artış söz konusu. 

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin hakkında olumlu düşünceler ise geçen seneden bu yana sert bir düşüş gösteriyor. Geçen sene katılımcıların neredeyse onda birinin olumlu düşünce ifade ettiği Putin hakkındaki “olumlu yanıtlar” bu sene yüzde 5 düzeyine gerilemiş. Buna karşın Almanya şansölyesi hakkındaki olumlu görüşlerde yüzde 10,7’den yüzde 13,3’e doğru bir sıçrama var. 

Katılımcıların yüzde 43’ü Türkiye’nin Rusya-Ukrayna arasında arabulucu olması gerektiğini düşünürken yüzde 40’lık kesim tarafsızlıktan yana. Sadece yüzde 4’lük bir kesim Türkiye’nin Rusya ile beraber hareket etmesi gerektiğini düşünüyor. 

Türkiye ile Rusya’nın Libya’dan Yukarı Karabağ’a ve özellikle Rusların hava saldırıları sonucu sadece iki sene önce 34 Türk askerinin öldürüldüğü Suriye’de birbirine rakip cephelerde yer aldıklarına dikkat çeken Türkiye uzmanı Levin, son bir senede yaşanan bu algı değişiminin ve Rusya’ya dair doğan tehdit algısının oldukça rasyonel olduğunu belirtiyor. 

TEK BAŞINA HAREKET ETME VE TARAFSIZ KALMA EĞİLİMİ

Öte yandan Türkiye’nin uluslararası platformlarda tek başına hareket etmesi gerektiğini düşünenlerin sayısında da yaklaşık dörtte birlik bir artış var. “Uluslararası meselelerde Türkiye hiç kimseyle birlikte hareket etmemelidir” diyenlerin oranı geçen sene yüzde 15,9 iken bu sene yüzde 24,6’ya yükseldi. 

“Türkiye kamuoyunda tek başına hareket etme ve tarafsız kalma, tabir-i caizse hiçbir soruna “bulaşmama” eğilimi güçleniyor” diye açıklıyor Dr. Taştan. 

Yine de katılımcıların üçte biri, uluslararası konularda Türkiye’nin AB ülkeleriyle yakın işbirliği içerisinde olması gerektiğini düşünüyor. 

Türkiye açısından en önemli ortak ülkeler olarak ise, yüzde 47’lik kesim Azerbaycan’ı, yüzde 15’lik kesim ise Almanya’yı görüyor. Onu yüzde 13 ile Rusya Federasyonu izliyor. 

Çocuğunun Avrupa’da eğitim almasını tercih ettiği ülkeler arasında ise, Almanya birinci sırada geliyor. Onu İngiltere takip ediyor. 

Levin, bu ülke tercihlerini, Türkiye kökenli diasporanın bu ülkelerde güçlü olmasına ve iki ülke arasındaki toplumsal temaslara bağlıyor. 

Taştan’a göre ise, “Türkiye kamuoyu, Almanya’yı jeopolitik bir güç olmak yerine refah ve ekonomik gelişmişlik timsali olarak görerek, yaşam standartları açısından bu ülkeyi bir referans kabul ediyor.” 

Geçtiğimiz günlerde Almanya’nın yeni şansölyesi Olaf Scholz’un Türkiye ziyaretinin ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bizzat Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Çağatay Kılıç’ı Almanya ile ilişkiler konusunda özel olarak görevlendirmişti. 

RUSYA VE ABD, EN BÜYÜK TEHDİT OLARAK GÖRÜLÜYOR

Ancak halkın yüzde 60’ı ABD’yi, yüzde 31’i ise Rusya’yı Türkiye açısından en büyük tehdit olarak görüyor. Bir önceki kamuoyu yoklamasında halkın sadece yüzde 19’u Rusya’yı bir tehdit olarak kabul ediyordu. 

Taştan’a göre, Rusya’ya yönelik olumsuz algının ABD’ye yönelik pozitif bir yaklaşıma yansımamasının ardında Türkiye’de yıllardır kökleşen anti-Amerikancılığın etkisi söz konusu. 

Benzer şekilde, Türkiye uzmanı Levin de ABD’nin Suriye’de YPG’ye verdiği desteğin Türkiye tarafından düşmanca bir adım olarak algılanması, Washington’un 2016 yılında Türkiye’de gerçekleşen başarısız darbe girişiminden sorumlu görülmesi, S-400 alımının ardından ABD’nin yaptırım paketini devreye sokması ve ülkede geçmişi çok eskilere dayanan anti-emperyalist geleneğin çoğu zaman açık bir anti-Amerikancılıkla birlikte ilerlemesi, ABD’ye yönelik kuşkunun ardındaki temel dinamikler olarak görülüyor. 

Alman Uluslararası ve Güvenlik İlişkileri Enstitüsü’nün (SWP) Türkiye Araştırmaları Bölümü'nde (CATS) araştırmacısı Galip Dalay ise bu konuya farklı bir perspektiften bakmayı öneriyor:

“Türkiye’de Avrupa Birliği, bir iç politika meselesi olarak görülüyor ve AB katılım süreci ve bu süreçte kabul edilen uyum paketleri kendi demokratik standartlarımızın yükseltilmesi, daha fazla “dünyalı olmak”, dünyaya entegre olmak, ekonomik imkanlar yaratmak üzerinden okunuyor. ABD ise ekseriyetle dış politika ve güvenlik başlıkları üzerinden okunuyor. Bu tehdit algısı da, dolayısıyla, dış politikada yaşanan son krizlerin hasılatı olarak görülmeli” diyor Dalay.  

Öte yandan, halkın yüzde 38’i Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’da daha aktif bir rol üstlenmesini isterken, yüzde 58,7’lik önemli bir kesim ise iç sorunların öncelikli olarak çözülmesinden yana. 

Katılımcıların yüzde 64’ü barışı güvence altına almak için müzakerelere, yüzde 34’ü ise askeri güce işaret ediyor. 

SURİYE KONUSUNU HALK NASIL GÖRÜYOR?

Suriye konusunda ise halkın kafası karışık. 

Katılımcıların yarısı Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunup Esad yönetiminin değiştirilmesi gerektiğini düşünürken, beş kişiden biri Esad’ın liderliğinde iç savaş öncesi statüye geri dönülmesi gerektiğini ifade ediyor. 

Taştan, “Türkiye kamuoyunun Suriye meselesine ekseriyetle Kürt sorunu ve Suriye’nin toprak bütünlüğü meselesi üzerinden yaklaştığını ve burada Kürtlerin ayrı bir devletçik kurması durumunda bölge açısından bir örnek teşkil edebileceğinden endişe duyulduğunu” kaydediyor ve Esad’ın Türkiye’de kamuoyu nezdinde meşruiyetini yitirdiğini ekliyor. 

Dalay’a göre ise, Türkiye’de kamuoyunda büyük bir kesim için Esad bir ortak olarak görülmüyor. 

“Bu tablo karşısında, Esad rejimiyle normalleşme ihtimali görmüyorum. Güvenlik ve istihbarat alanındaki angajmanlar dışında yakın vadede bir siyasal normalleşme pek mümkün değil” diyor Dalay. 

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ÇEVRE BİLİNCİNDE ARTIŞ

Araştırma ayrıca iklim değişikliği ve çevre konusunda da bir bilinç artışına işaret ediyor. 

Katılımcıların yüzde 75’i yavaş bir ekonomik büyümeye ve iş kayıplarına sebep olsa da çevreyi korumaya öncelik verilmelidir görüşünü desteklerken, katılımcıların beşte biri çevre zarar görse bile ekonomik büyüme ve iş imkânları yaratmanın öncelikli olması gerektiğini savunuyor. 

Öte yandan, iklim değişikliğiyle mücadelede sorumluluk yüklenmesi gereken en önemli aktör olarak işletmeler / fabrikalar (yüzde 51), bireyler (yüzde 36), Türk hükümeti (yüzde 31) ve BM (yüzde 17) görülürken, katılımcıların yüzde 62’si de iklim değişikliğini dünya için bir tehdit olarak görüyor. 

Taştan’a göre, “Türkiye’de bu konudaki bilinç düzeyi geçen sene de yüksekti, ama bu trendde bir artış söz konusu. Geçen sene Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşanan seller, ciddi kuraklık tehlikesi ve orman yangınları bu konudaki hassasiyeti artırmış olabilir.”  

Avrupa Birliği de Türkiye ile üyelik sürecinde iklim değişikliği konusunda uyumlaştırma çabalarına önümüzdeki dönemde hız verecek. 

Avrupa Komisyonu, 14 Mart günü onayladığı Türkiye’ye yönelik katılım öncesi yardım aracı kapsamındaki kırsal kalkınma programı (IPARD) dahilinde 2021-2017 dönemi için Türkiye’nin kırsal alanlarında toplamda 1 milyar Euro’yu aşan yatırımlara destek olacak ve bu kapsamda iklim değişikliğiyle mücadele, yenilikçi, çevre ve iklim dostu teknoloji transferi, enerji verimliliği gibi alanlarda projeler geliştirilecek.