Arap basınında geçen hafta: 'Fransız ateşi büyüyecek mi?'

Arap gazetelerinde ortak kanı, 17 yaşındaki Fransız vatandaşı Nael’in polis tarafından öldürülmesiyle başlayan olayların Fransa’da ilk olmadığı gibi son da olmayacağı yönünde. 

Google Haberlere Abone ol

Fransa’da Cezayir asıllı genç Nael’in polis tarafından öldürülmesinin ardından ülkede başlayan protestolar ve şiddet sarmalı, Arap Dünyası’nda yakından takip ediliyor. Geçtiğimiz hafta birçok Arap gazetesinde Fransa’daki olaylar birinci gündem başlığıydı.

Arap gazetelerinde, 17 yaşındaki Fransız vatandaşı Nael’in polis tarafından öldürülmesini, ülkedeki yabancı kökenli vatandaşlara yönelik ayırımcılıkla ve sorunun çözülemeyen sosyo – kültürel boyutlarıyla ele alan yorumcuların yanı sıra, ülkenin genelindeki ekonomik gidişatla yorumlayan yazarlar oldu. Ancak genel olarak Arap medyasındaki ortak kanı, bu tarz olayların Fransa’da ilk olmadığı gibi son da olmayacağı yönünde. 

Suudi Arabistan’ın son dönemlerde dünyaca ünlü yıldız oyuncuları kendi bünyesine katması giderek sorgulanan bir hal almaya başladı. Suudi Arabistanlı futbol kulüplerinin bizzat veliaht prens Muhammed Bin Selman’ın desteğiyle büyük bedeller ödeyerek Ronaldo gibi futbolcuları transfer etmesi, sadece veliaht prensin 2030 hedefleriyle mi alakalı?

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri adlı milis güçler arasındaki savaşın devam ettiği Sudan’da savaşın yakın zamanda biteceğine dair herhangi bir işaret yok. Bu da, son dönemlerde ülkeye uluslararası müdahalenin kaçınılmaz bir hal alacağının sıkça gündeme gelmesine neden olmaya başladı.

Arap gazetelerinden geçtiğimiz haftanın gündemiyle alakalı derlediğimiz bazı yorumlar şu şekilde:

'FRANSIZ ATEŞİ BÜYÜYECEK Mİ?'

Fransa ve ona bağlı olan denizaşırı bölgelerde yaşanan toplumsal olaylar ve isyanlar, Cezayir asıllı bir Fransız olan genç Nael Marzuki'nin polis tarafından öldürülmesine yönelik protesto eylemlerinden ibaret değil. Bu isyan halinin birden fazla Fransız kentine yayılması ve Fransız devletine ait Karayip adalarına kadar sıçraması, Marzuki'nin  öldürülmesiyle açığa çıkan, küller altında kalmış bir tıkanıklık ve kaynama durumuna işaret ediyor.

Fransa'da patlak veren tıkanmışlığın birçok sebebi vardır ve bunlardan birinci dereceden Fransız devleti sorumludur. Bunu yanı sıra protestoların temelini oluşturan göçmenlerin de sorumluluğu vardır. 

Fransa'daki bu olaylar, hükümetin birçok politikasının yarattığı tıkanıklığın bir sonucudur. Bunu 2005 yılına kadar Fransa'daki banliyölerde çıkan ve hükümetin ayrımcılığa dayanan politikalarına karşı başlayan ve 3 ay süren protesto eylemlerine kadar götürebiliriz. O dönem protesto eylemleri bastırıldı ancak politikalarda bir değişiklik olmadı. Aksine Avrupa'daki sağın yükselişine paralel olarak Fransız sağının yükselişe geçmesiyle sorunlar daha da arttı. 

Fransa'daki mevcut patlama, ekonomik krizin de etkili olduğu bir tıkanma halinin sonucudur. Bu, birkaç ay önce, çalışanların emeklilik yaşını yükseltmek için getirilen yasal düzenlemelere karşı yapılan büyük protesto hareketinde de açıkça görüldü. Ancak şimdiki durum daha da tehlikeli. Özellikle de Belçika gibi civar ülkelere sıçramaya başlamasının ardından. Ancak daha da tehlikelisi, bu eylemler artık toplumsal şiddet haline dönüşmeye başladı. Bazı bölgelerde Fransız vatandaşlar ellerinde sopa vb. ile mülklerini korumak için sokağa çıkmaya başladı. Bu da pek arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilecek olan sivil çatışmalara dönüşebilir. (Hüsam Kenfani / El Arabi El Cedid Gazetesi)

Karikatür: İmad Haccac / El Arabi El Cedid Gazetesi

'BU EYLEMLER NE İLK, NE DE SON OLACAK'

Fransa'daki protesto eylemleri daha önceki sarı baretliler veya pahalılık, işsizlik ve emeklilik yasasına karşı çıkan gösterilerden oldukça farklı. Ancak özellikle şiddet eylemleri açısından bu gösteriler arasında birçok ortak yön olsa da, son eylemler Araplar ve başka yabancı vatandaşlar ile Fransız yönetimi arasında derin bir uçurumu göstermektedir. 

Gösteriler, bir polisin, uyarılarını dinlemediği gerekçesiyle 17 yaşındaki bir genci öldürmesinin arkasından çıktı. Ancak kameralar özellikle Fransa'da sağın kullanmaya çalıştığı ve polisin hayatının tehlikede olduğu iddialarının aksini ortaya koymuştur ve bu da polisin 'kasten adam öldürmeyle' suçlanmasını beraberinde getirmiştir. 

Bu eylemler Fransa'da ne ilk ne de maalesef son olacaktır. Zira 2005 yılında iki Afrikalı gencin polis tarafından öldürülmesinin ardından da ülke daha önce hiç görmediği eylemlere sahne olmuştur. Bu eylemler 3 hafta devam etmiş ve hükümet en nihayetinde OHAL ilan etmek zorunda kalmıştır. 

Fransa bir hukuk devleti olarak, daha önceki benzer krizleri atlattığı gibi bu krizi de atlatacaktır. Ancak ne yazık ki, banliyölerin sorunlarını sosyal ve kültürel olarak çözmekten çok uzakta durmaktadır. Üstelik Fransız olmayan vatandaşlara yönelik ayrımcı politikalar da devam ediyor. Bu da, yabancı kökenli vatandaşların sadece bir hükümet politikasını veya bir cumhurbaşkanını reddetmekle sınırlı kalmamalarını ve sistemi bir bütün olarak reddetmelerini beraberinde getirmektedir." (Amro El Şubakşi / Mısırı El Youm Gazetesi)

'SUUDİ ARABİSTAN YILDIZ OYUNCULARDAN NE İSTİYOR?'

Dünyadaki Spor gazeteleri ve internet sitelerinin Suudi Arabistan'ın adını, Avrupa liglerinden birinden dünyaca ünlü bir yıldızı ağızları sulandıran ve kimsenin reddedemeyeceği bir bedelle transfer ettiğine dair anmadığı bir gün geçmiyor. Bu da birçok kesimi Suudi Arabistan Krallığı'nın bu adımlarının arkasındaki niyetlerinin ne olduğuna dair düşünmeye sevk etmektedir. Ayrıca Premier Lig'in takipçileri de artık yıldız oyuncuları için endişe etmeye başladı. 

Bu yılın başında Suudi El Nasr takımına büyük bir servet karşılığında transfer olan ve Suudi Arabistan takımlarına gelmek hususunda Benzema, Kante, Neves, Coulibaly ve diğerlerine kapı açan Ronaldo gibi yıldızları bünyesine katmanın sebebi genel olarak 2030 hedefleri olarak belirtilmektedir. Ki bu hedefler, petrole bağımlılığı azaltmak, ekonomiyi çeşitlendirmek için tasarlanan ve stratejik bir çerçeveye dayanan, canlı bir toplumu, müreffeh bir ekonomiyi ve hedefleri olan bir ulusu yaratmaktır. 

Astronomik rakamlarla yıldız oyuncuları kendi saflarına katma politikası hususunda elbette ilan edilmiş yönler var, bunun yanında bizim de tahmin edebildiğimiz durumlar var. Ortaya atılan haberlere göre Ronaldo 2 sene için Suudi Arabistan takımından 400 milyon dolar alacak, diğerleri ise daha az meblağlar alacaklar ama bu meblağlar bile İngiltere liginde kazandıklarından katbekat daha fazla. Suudi Arabistan bunun üzerinden, turizm sektörünü canlandıracak gelir kaynaklarını çeşitlendirmeyi amaçlamaktadır. Bunu da yeni yıldızları farklı milletlerden seçerek, onları seven ve destekleyen takipçileri üzerindeki sosyal medya etkisini kullanarak yapmayı hedeflemektedir. Zira bu durum en güzel ve bedava propaganda niteliğindedir. Zira bu söz konusu yıldız oyuncular, şuradan buradan, ülkedeki hayata dair, turizme ve kültürel mirasa ve de yöresel yemeklere dair görüntüler vs. paylaşacaktır. Cristiano'nun yaptığı gibi. Bu da büyük bir siyasi ve ekonomik kazanç getirecektir." (Haldun El Şeyh / Kuds El Arabi)

'SUDAN’A ULUSLARARASI MÜDAHALE YAKIN MI?'

Sudan'a uluslararası müdahale konusunun bölgesel ve uluslararası çerçevede önemli bir mevzu haline geldiğine dair birçok gösterge var. Lakin bu durum Sudan'da ulusal düzeyde pek tartışılmamaktadır. Ancak uluslararası müdahalenin gerçekleştiği pek çok ülkede olduğu gibi, herhangi bir müdahalenin karışık ve çelişkili tepkiler bulacağı kesindir. Bu da üzerinde uzlaşı sağlanamayacak bir konudur. 

Bu konunun gündeme gelmeye başlaması, savaşın giderek uzaması ve birçoklarının bu savaşın ne haftalar ne de aylar içinde çözüme kavuşmayacağını ve belki de seneler süreceğini idrak etmesiyle ilgilidir. Özellikle başkent Hartum ve Darfur'daki çatışmalar neticesinde oluşan yıkım ve binlerce kişinin bu çatışmalara kurban gitmesi, cumhurbaşkanlığı sarayı başta olmak üzere bütün kurumların vurulması ve binlerce kişinin göçüne neden olması da sorunun hacmini göstermektedir. 

Bazı civar ülkeler, özellikle ordunun Hızlı Destek Kuvvetleri karşısında kaybettiği bölgelerdeki çatışmalardan dolayı endişe etmektedir. Üstelik son dönemlerde çekişmelerin en fazla döndüğü üç stratejik bölgenin öneminin de farkındadır. Bu bölgeler; Eş Şacara bölgesindeki zırhlı birlikler üssü, Um Durman üssü ve Vadi Seyyidna hava üssüdür. Zira bu üç bölgenin düşmesi demek, silahlı kuvvetlerin başkent Hartum'daki kontrolü kaybetmesi anlamına gelmektedir. Elinde sadece genel komuta idaresi binası ve diğer bölgelerdeki üsler kalacaktır. Ancak Sudan'daki askeri darbeler tecrübesinin öğrettiği bir şey var ki, başkent Hartum'u kim kontrol ederse, farklı eyaletlerdeki askeri birliklerin geri kalanı ona itaat etmek zorunda kalacak." (Faysal Muhammed Saleh / Suudi Şark'ül Evsat Gazetesi)