Andropoz: Yakarsa dünyayı erkekler yakar!

'Andropoz' eğlenceli bir seyirlik. Kara mizah unsuru ve uzayan espriler yer yer mesajların önüne geçse de geneli itibarıyla orta yaş bunalımındaki erkek çaresizliğini başarıyla yansıtmakta...

Google Haberlere Abone ol

Kadıköy İskelesi'nin girişinde üstte, ilanlar için ayrılmış panoda 'Andropoz' dizisinin tanıtım afişi uzanıyor. Boydan boya Andropoz, pembeyle yazılmış. Poz kısmının orta yerine ise şirin bir surat kondurulmuş. Kaşları kalkık, tüm Türkiye'nin tanıdığı bir ifade tamamlıyor reklamı. Pozun hakkını veren bu ifadeyi poz kalmaktan kurtarıp bir toplumsal göndermeye çeviren Engin Günaydın var karşımızda.

Günaydın'ın yazıp Yağmur-Durul Taylan Biraderlerin yönettiği 'Andropoz', ilk sezonuyla Netflix'te yayınlandı. Andropoza giren bir adamın yaşamına âdeta "kaş kaldırdığı" dizi, toplumumuzda artık müzminleşmiş; yer yapmış, iz yapmış "olamama" hâlinin de bir nişanı... 

ESNAFI TABURESİNDEN KALDIRAN ANDROPOZ

Taylan Biraderler ile Günaydın'ı "Vavien" ve "Azizler"in ardından tekrar bir araya getiren dizinin öyküsünü kısaca analım. 'Andropoz', orta yaş sancıları çeken kendi hâlinde bir esnafın rutini dışına çıkmaya çalışınca başına gelenleri konu alıyor. 

Yusuf (Engin Günaydın), Marmaris'te tuhafiye işleten, iç çamaşırı pazarına sosyal medya üzerinden girip yavaş yavaş büyümeyi aklına koymuş bir yurdum insanıdır. Çocukları Akya (Doğa Zeynep Doğuşlu), Velihan (Ergin Torun) ve eşi Meryem (Derya Karadaş) ile ortalama mutluluk ve kayıtsızlıkta bir aile tablosu çizerken bir şeylerin değişmeye başladığını fark eder. Yaşlanmakta, canı sıkılmaktadır, her şey aynı gelmeye başlamıştır. Boyacıyla, berberiyle önüne gelen herkesle dertleşir. Kuyruk sokumundaki iltihap ömrünün öylece akıp gideceği endişelerine tüy diker. Hekime göre bu türden iltihaplar fazla oturmaktan kaynaklanır. Yusuf'un mazereti hazırdır: Esnaftır, tabii oturacaktır. Mazeret getirir ama içi içini kemirmektedir. Bu değişim arzusuna daha fazla direnemez ve "kalkmaya" karar verir. Bu karar Marmaris'i birbirine katacak olayların da başlangıcıdır. 

Yusuf, bir yandan kız kardeşi Fadime (Şebnem Hassanisoughi) ve alkolik eniştesi Halit'le (Tamer Karadağlı) uğraşırken bir yandan da malı mülkü satıp deniz kıyısında villa almanın hesabını yapmaktadır. Üstelik her şey yolunda giderken birkaç tesadüf, birkaç karışıklık tüm hayatını tepetaklak eder.

.

GÜNAYDIN-TAYLAN BİRADERLER ORTAKLIĞI VE BİR TAŞRA ÇARESİZLİĞİ DAHA!

Diziyi değerlendirmeye geçmeden Taylan Biraderler-Engin Günaydın ortaklığına değinmek yerinde olacak. En son "Azizler"de, kentte buluşan üçlünün hikâyesi aslında daha eskiye, taşra çaresizliği temasının işlendiği 2009 yapımı "Vavien"e uzanıyor. Günaydın'ın memleketinde geçen ve ata mesleği elektrikçiliğe göndermeler taşıyan film, Taylan Biraderlerin kara mizah tarzı ile öne çıkıyordu. Diyebiliriz ki yıllar sonra gelen 'Andropoz'un kahramanları da birtakım farklılıklar arz etse bile çıkış noktası ve olay örgüsü bakımından "Vavien"inkilerle benzerlik taşıyor. Öte yandan metin, yönetim ve oyunculuğun benzerliği söz konusu. Nelerin benzediğine kısaca bakalım. Her iki anlatı da bir değişim düşüncesi ekseninde gelişip ilerleyip başkahramanının başına gelenleri konu alıyor. Anlatı boyunca tuhaf gelişmeler yaşanırken kara komediden destek alınıyor. Her iki anlatı da uçurumları ve cesetleri çok fazla kullanıyor. Biri orta Anadolu'da diğeri deniz kıyısında geçse de esnaflıkta ortaklaşılıyor. Çayın yerini bira alıyor sadece. Üstelik Engin Günaydın'ın her iki anlatıda canlandırdığı çaresiz hisseden esnaf karakteri, aynı zamanda baba ve büyüme çağında oğluyla gerilimli bir ilişki yaşıyor.

Nedir ki farklılıklar da yok değil. Örneğin "Vavien"de baş karakter Celal, her ne kadar başarısız pasif bir çizgide salınsa da özne. Teşbihte olmayan hataya sığınarak söylersek müteşebbis... Karısını ortadan kaldırmak istiyor mesela! Eyleme geçiyor, sonuçlarını göze alıyor. 'Andropoz'da ise olayların etrafında geliştiği kişi olan Yusuf, büyük ölçüde nesne... Basılmaması gereken bir tuşa basmış ve tesadüflerin iç içe geçeceği bir oyun başlatmış gibi. Tabii bu fark Günaydın üzerine oynandığı gerçeğini değiştirmiyor. Saz bir kez daha Günaydın'a verilmiş ve canlandırdığı karakterinin duyguları esas alınmış.

YAŞ PROBLEMİ, SIRA PROBLEMİ

'Andropoz', sadece Yusuf'a değil orta yaşlı iki erkek karaktere daha ev sahipliği yapıyor: Halit ile Mahmut'a. Ve ilginçtir içlerinde sadece Yusuf'un fırtınasız bir hayatı var. Eniştesi Halit alkolik, hayatına daha sonra çeşitli sıfatlarla girip ortalığı karıştıracak olan Mahmut (Turgut Tunçalp) ise su katılmamış bir maço. Bu üç andropoza karşılık bir de genç kuşak var. Bu genç kuşak, değişim rüzgârlarından enerji üretip satacak denli maddiyat düşkünü. Genç kuşağın bir diğer temsilini Mahmut'un ikiz kızları Asu ve Ahu'da (Merih ve Melisa Dilber) görüyoruz. İkizler de aklı bir karış havada geziyorlar. Örneğin Ahu, Yusuf'u 'ayartıp' tüm yaşamını altüst ederken sonuçlarını hesaplamıyor. Korkutucu bir figür olmasına karşın "babalarından korkmuyorlar", bu yönüyle bakarsak "aile terbiyesi" almamışlar(!)

Bu yaş ve kuşak problemi, geleneksel aile yapısının çözüldüğünü, yeni neslin kendi değer yargılarına yaslandığını ortaya koyuyor. Bu noktada Yusuf'un çocuklardan yana yüzünün gülüp gülmediğini anlayamıyoruz. Akya, sevgilisini ailesini mal varlığına göre seçerken, sürekli olarak henüz 15 yaşında olduğu vurgulanan Velihan sevgilisi Sıla (Zeynep Selimoğlu) ile birlikte boyundan büyük işlere giriyor. Kurumsal bir ağızla konuşan ikili yeni kuşaktaki bozukluğun başka bir boyutunu gözler önüne seriyor. Yeni kuşak sıkça vurgulandığı üzere sadece umursamaz ve para düşkünü değil, sistemin tüm işleyişiyle de barışık.

Bu yaş problemi bir diğer probleme bağlanmakta. Sınıf ve sıra problemi... İfadeyi biraz sadeleştirelim. Bu problem, matematik problemlerine benziyor. Hani sıraya kaçar kişi oturulduğunda kaç kişinin ayakta kalacağı sonucunu veren problemler vardır ya, onlardan... Olayların geçtiği yer Marmaris. Hâliyle elinizi sallasanız kodamana, parayı bulup şımarmışa çarpıyor. Bu gözde yazlık şehrinde mazbut bir hayat süren Yusuf'un ilk orta yaş sancıları da sınıfsal özlemlere işaret ediyor. Sahilde bir villaya hayran Yusuf... Oğlu tuhafiyeciyi, çağa uydurup tasarım atölyesine çevirirken kendisi de "yazlık semtteyiz deniz görmüyoruz" serzenişinde. Bu küskün ruh hâli, aklının çelinmesini kolaylaştırıyor. Hayatına alışveriş bahanesiyle giren ikizlerden Ahu'nun etkisine kapılan Yusuf, ne yapacağını bilemezken karşı tarafa bir mesafe koysa dahi şeytana uyup "seni seviyorum" mesajı atıyor. Burada sevilenin, salt Ahu'da cisimleşmiş gençlik ve karşı cins cazibesi olduğunu söyleyemeyiz. Yusuf, ikizlerin evine gittiğinde başını döndüren bir zenginlik ve pervasız bir alım gücüyle karşılaşıyor. Çeyreğine razı olduğu hayat standardı, çoluk çocuk tarafından tüm hoyratlığıyla yaşanıyor. Alışveriş çılgınlığında simgeleşmiş bir sınıfsal şiddete maruz kalıyor Yusuf ve "kendinde olmayan"a, gençliğe ve yarın yokmuşçasına harcama ekonomisine kapılıyor nihayet.

Bu varsıl sınıfta sıralara kimlerin oturacağı, kaç kişinin eksilmesi gerektiği sorunu ise finalde ilginç bir çözüme kavuşuyor ve dizide yaşın yanı sıra ekonomik eşitsizliğin sorun çıkarıcı yönüne dikkat çekiliyor. Üstü epey kapalı olsa da. 

BİRLEŞMİYOR YAKALAR, KAVUŞMUYOR DÜĞMELER

Andropoz, etimolojisi göz önüne alındığında kabaca erkeğin durması anlamına geliyor ki gündelik hayatta sıklıkla kullandığınız poz vermek de durmak, donmak anlamında ve elektronik eşyalarımızın vazgeçilmez bir çıkıntısı olan pause tuşunu hayata taşıyor. Erkeğin durması ise bir bakıma erkeklik faaliyetinin durması yahut yavaşlaması gibi bir anlam taşıyor. Kadınlarda menopozun karşılığı olarak da ifade edilebilir andropoz. Dolayısıyla Yusuf'un dönüşümü hayatın tekdüze geçtiği yönündeki varoluşsal sancının yanı sıra cinsel bir gerilim de taşıyor. Dizide bu gerilimi Yusuf'un çevresindeki ilişkiler üzerinden fark ediyoruz. Cinselliğin genç ve doğurgan kimliği, ikizler aracılığıyla aktarılırken ergin kadınları tam aksi yönde, cinsellikten soğutan bir çerçevede izliyoruz. Mahmut'un Rus sevgilisi Svetlena (Yuliia Sobol) küfürbaz ve ağzından düşürmediği "muamele" tabiriyle karşı cinsi soğutuyor. Yine Mahmut'un karısı Şahinde (Gülçin Şantırcıoğlu), elinde okla gezen erkeksi bir karakter. Mahmut'la da gençlik yıllarında okçuluk sporu vesilesiyle tanışmışlar. Yusuf'un karısı Meryem, cinsel arzularından sıyrılarak evine ve eşine bağlanmış. Halit'in eşi Fadime ise yamaç paraşütü hocasıyla bir ilişki yaşasa dahi öykünün dışında kalıyor.

Buna karşın ikizler, Yusuf'un sattığı giyim eşyasına (sütyene) atıfta bulunan karakterler ve özellikle Ahu'da gördüğümüz teşhiri temsil ediyorlar. Asu, Ahu'yu frenlemeye çalışsa da hemen her sahnede düğmelerin kavuşmaması durumu var. Ahu, Yusuf'u baştan çıkarmak için birçok yol deniyor. Seksi iç çamaşırlarıyla karşısına çıkıyor, gözleriyle süzüyor, mesaj atıyor. Burada ilginç olan cinselliğin çıplaklıkla bir arada verilmesi. Diğer yandan gençliğin baştan çıkarmayı cinsellikle örtüştürmesi de dikkat çekici. Aslında bu cinsel yoğunluğun dizinin adına ve özüne işaret ettiğini söyleyebiliriz.

.
YA BENİ BOŞA YA YARDIM ET!

'Andropoz', Taylan Biraderlerin yine Netflix'e çektikleri "Azizler" filminden daha keyifli ve iyimser bir dizi, yine ona kıyasla dizi olmasının da getirdiği avantajı kullanarak öyküsünü yayabiliyor. İleride, dizinin zayıf taraflarını ele alırken bu duruma değinmeye çalışacağım fakat ilk elden şu söylenebilir: 'Andropoz' -muhtemelen bilinçli bir tercih doğrultusunda- tüm olayları zapturapt altına almayan, akışına bırakan bir anlatı. Yönetmenlerin, olayları araya tuhaf karışıklıklar katarak köpürtelim ama çok da abartmayalım, girift görüntü vermeyelim ama düğümler de atalım tarzında, ne şiş yansın ne kebap düsturuyla ördükleri dizide absürt çözümler ve gülünç anlaşılmazlıklar öne çıkıyor. Yusuf'un tuhafiyesi ve elbette hayatı bu tuhaf çözümlerin, anlaşmazlıkların odağında. Tuhafiyenin dönüşümü ile dağ evinin satışı oldukça kontrol dışı ilerlerken küçük bir dükkâna kurumsal ama bir o kadar da şirin bir görünüm katılması, profesyonelliğe övgü (ve elbette küçük esnafla yergi) olarak karşımıza çıkıyor. Veli ile Sıla'nın, Yusuf'un dalgınlığından faydalanarak "her şeyci"den şık bir butik mağaza yaratmaları, Instagram üzerinden reklam yapıp sipariş almaya başlamaları yine dağ evinin müşterisi ile telefon görüşmesinde yaşanan tuhaf anlaşmazlık diziye renk katan unsurlar. Burada temelin Yusuf'un değişim çabasıyla kazıldığını fakat yapının Yusuf'un rızası dışında, değişimlerle yükseldiğini de görüyoruz. Yusuf, olayların merkezindeki kişi olarak tek dönüşümü ironik bir biçimde nesneye indirgenerek yaşıyor. Hiçbir olaya etki edemezken her olaydan kendisi etkileniyor.

Taylan Biraderler'in üslubunda olayların nereye bağlanacağını kestirmek güç. Üstelik Biraderler olağanüstü sonuçlarla ilgilenmiyorlar. Ancak çok fazla risk almasalar da olayları kontrol dışı bıraktıkları için seyirciyi şaşırtabiliyorlar. Biraz Türkiye'ye benziyor Taylan Biraderler'in anlatı tarzı... Alabildiğine risksiz ancak tövbe kapısı daima açık! Yusuf da Meryem'e yediği haltları itiraf ettikten sonra "ya beni boşa ya yardım et" diyebiliyor. Günaydın'ın senaryosu ile Taylan Biraderler'in yönetimi olayların gelişimi noktasında kesişirken anlatıda taraflar ikiye ayrılıyor: Üste çıkanlar ve altta kalanlar.

DOZUNDA BİR KARA MİZAH VE DUYGUDA DEVAMLILIK SORUNLARI

Taylan Biraderler'in dizisi, tesadüflere ve absürt olaylara dayanan "bir çılgınlığı" ipleri salmadan aktarmasına rağmen açık da veriyor. Olay örgüsündeki bazı boşluklar dizinin zayıf karnı... Öte yandan bazı esprilerde uzun süre kalınması tat kaçırıyor. Boşluklardan başlayalım. Meryem'in hikâyesi bu noktada dikkat çekici... Hakkında pek fazla bilgi sahibi olmadığımız, baktığı fal ve vardığı sonuç ile olaylarda sembolik bir ağırlığı olsa dahi ileri gitmiyor. Yatan bir adam var diyor yengesi Meryem'e. Sonra dizi boyunca kendisi yatıyor aslında! Doğrulup anlatıya giremiyor bir türlü. Hakkında bir şeyler dinliyoruz ama dayak yediğinde bile sahnenin devamını göremiyoruz. Bu şüphesiz tercih fakat karakter anlatının genelinde silik kaldığından sahnenin bağlanmaması "unutulmuş" havası yaratıyor.

Mahmut'un öfkesi de bir tür duyguda devamlılık sorununa yol açmış. Bu adam psikopatsa dahi cana kıymak o kadar kolay mı? Dağ evinde hedef gözeterek ok atan Mahmut birkaç sahne önce aynı hedefe silah sıkan Svetlana'yı durdurmuştu. Dağ evinden sonra Yusuf'u bu kez yatında ağırladığında bir kez daha yumuşuyor ve bir implantını kırmakla yetiniyor. Kızının bana dokunmadı beyanı bunda rol oynasa da bir iş insanı olan Mahmut'un bunca tanığa rağmen Yusuf'u orada öldürmesi pek kolay sayılmaz. Öyleyse kıyasıya sallanan okların anlamı nedir? Tabii yat sahnesinde başka bir mantık hatası göze çarpmakta... Yusuf, dağ evini sattıktan sonra sahildeki evi almak için Mahmut'un yatına gidiyor. Daha doğrusu Mahmut, tapu müdürünün arkadaşı olduğunu söyleyerek işlemlerin orada yapılabileceğini belirtip yata davet ediyor Yusuf'u. Oysa Yusuf ile Meryem az önce görmüşler prosedürü. Tapu dairesinde kameraya bakarak rıza veriyor, satan da alan da. Alan da satan da razı dedikleri! Bu prosedürün yatta gerçekleşemeyeceğini hiç mi düşünmüyorlar? Yahut Mahmut'un kudreti mi bağlıyor gözlerini?

Dizideki esprilere gelirsek öncelikle basit esprilerin yeğlendiğini söyleyebiliriz. Karışıklıklar, anlaşmazlıklar, tesadüfler aksı belirlemekle kalmıyor, esprilere de malzeme veriyor. Düşen implantı örnek verebiliriz. Dağ evi anlaşmazlığı gibi implant esprisi de uzatılmış ve hatta bu protez bir nevi lens muamelesi yapılmış. Hani zayıf karakter eğilip de düşürdüğü lensin veya gözlüğünü arar Yusuf da implantının peşinden koşuyor. Kararında kalsa tüm bir diziyi özetleyebilecekken uzadıkça tat kaçırıyor.

ÇİKO YİNE Mİ AĞLIYIN!

Yazıyı oyunculukları değerlendirerek bağlayabiliriz. Öncelikle 'Andropoz', renkli bir dizi ve cast başarısı göze çarpıyor. Oyuncu-rol eşleşmesinden maksimum verim alınmış. Bazı karakterler oyun açısından etkisiz kalmış ama oyunculuklarda boş yok. Dizinin sürprizi ise şüphesiz Tamer Karadağlı. Son dönemde mesleğinden ziyade polemiklerle gündeme gelen Karadağlı oyunculuğa dönmüş. Dizide yıllardır yaptığına, maço erkeğe benzer bir şey yapıyor ama iyi yapıyor. Ayrıca 'Çocuklar Duymasın'dan itibaren izlediğimiz kaba saba duruşunu yumuşatması, değişmeye ve değiştirmeye çalışan bir portre çizmesi zamanlaması ile anlam kazanıyor. Şive yapmasa nasıl olurdu diye düşündürmüyor değil ancak bu şive belli ki galerici sonradan görme zengin rolü için uygun görülmüş. Derya Karadaş, her zamanki Karadaş, "esnaf eşi" rolü ile yenilikten uzak fakat performansı göz dolduruyor. Aynı şeyleri Tunçalp için de söyleyebiliriz. Gülçin Şantırcıoğlu ve Ukraynalı oyuncu Yuliia Sobol, ağzı ve davranışı bozuk rollerde karşımıza çıkan oyuncular, savaşçı, absürtler... İkizleri canlandıran Melisa ve Merih Dilber kardeşler; yine Yusuf'un çocuklarını canlandıran genç oyuncular Doğa Zeynep Doğuşlu ile Ergin Torun da üzerine düşeni yapmışlar.

.

Tabii dizinin yıldızı şüphesiz senaryoyu da yazan Engin Günaydın. Girişte de not düştüğümüz üzere "olmama" hâlini tastamam karşılayan ve defoları çok iyi gösteren karakterleriyle toplumsallık kazanan bir oyunculuk sergiliyor yıllardır Günaydın. Onu gördüğümüzde artık Burhan Altıntop (Avrupa Yakası) karakteri geliyor akıllara. Fakat Günaydın bundan çok daha fazlası... 'Bir Demet Tiyatro'da Zabıta İrfan, 'Aşkım Aşkım'da Tarık Usta, "Vavien"de Celal, "Yeraltı"nda Muharrem. Çok farklı kalemlerden çıkıp çok başka amaçlar için bambaşka rejilerden geçen bu film ve dizilerin ortak noktası "bize bizi anlatan" bir tipleme sunmaları, uyanık, fırsatçı yahut yenilmiş... Yahut matrak kaybeden... Yahut hepsinin ötesinde büsbütün ve esasen kültürel olarak kaybeden ve hatta belki siyasi iktidarın kültürel hegemonyayı bir türlü kuramayışının da ardında yatan eğreti bir duyguyu yansıtması. Nişantaşılı olamaması mesela... Avrupai olamaması, Koreli olamaması... Kaybettiğinde üçkâğıtçı, kazandığında medeni olamaması... Başka bir deyişle üçkâğıtçı olmadığında kaybedip, medeni olamadığı için kazanamaması. Çoğun üç kuruşun hesabını yapması, bazen menfaat peşinde bazen de platonik aşkının peşinde koşması ama her daim belli bir mesafede kalması... Soluğunun kesilmesi... Bu kadar bizden iken bu kadar ayrı durması ve günün sonunda maalesef "olamaması". 

Engin Günaydın 'Andropoz'da ayrıksı bir kompozisyon çizmiyor, şapkadan tavşan çıkarmıyor, kaldı ki şapkası da yok... Altında taburesi, elinde çay bardağından başka kaybedecek şeyi yok. Yine de bu sadeliğe, bu aynılığa karşın esnafı, idare müdürünü, zabıtayı tek bir bedende birleştirip naif bir çerçeveye sığdırmayı başarıyor. Günaydın, televizyon ve sinema yakın tarihimiz için önemli bir isim, kelimenin tam anlamıyla topluma mal olmuş bir isim. Çiko ağladıkça o da var olacak!

* * 

'Andropoz' eğlenceli bir seyirlik. Tempolu, seyirciyi bir sonraki bölüme bağlayan dinamik bir anlatıya sahip. Doğrusu bir çırpıda bitirebilirsiniz. Alt metni pek zengin değilse de ele aldığı meseleyi yoruma açık bir biçimde tartışıyor. Son hükmü açıklama yanlışına düşmüyor. Kara mizah unsuru ve uzayan espriler yer yer mesajların önüne geçse de geneli itibarıyla orta yaş bunalımındaki erkek çaresizliğini başarıyla yansıtmakta.