Edebiyat, değer yaratan emeğin ürünüdür

Pazar kaygısı ve beklentileri hesaba katılarak üretilen her sanat ve edebi “eser” sonuçta günün hâkim anlayışlarını görmezden gelemez. Okurun beklentisini karşılama adına pazarın ihtiyaç duyduğu ve beklediği düzeyde mata üretimine dönüşür.

Google Haberlere Abone ol

Hasan Kaya

İnsanın en güçlü yanı biriktiren yanıdır. O her şeyi biriktirebilir. Gördüğünü, dokunduğunu duyup işittiğini, okuduğunu biriktirir insan. Acıları biriktirir sevinçleri, güzellikleri. Hayallerini biriktirir düşlerini, geleceğe dair umutlarını. Bu biriktirme eylemi sözcükler, söz dizimlerine eşlik eden resimler ile süslenerek usumuzda derlenir. Her biriktirme belli bir yerden sonra dile getirilmeyi, anlatılmayı kaçınılmaz kılar. Bunu bazen sözlü bazen yazılı yol ve yöntemler kullanarak yaparız. Kullandığımız yol, yöntem ne olursa olsun paylaşım aşamasında yeni katkılarla güçlendirilir, zamanın anlamları ile geliştirilir, estetik beğenisi ile zenginleştirilir.

Bu anlatım, belli bir amaç ve disiplin içinde kendine has bir kurgu içinde yaşamın yeniden üretimini sağlayabiliyorsa edebiyat olma özeliği kazanır. Bu bazen kısa bir şiirde birkaç mısra olabilirken, bazen bir romanın sayfalarında uzun tasvirler, diyaloglar olarak kaşımıza çıkar. Bu eylemin belki de önemli bir başka özeliği ise; ister anlatarak olsun, isterse de yazarak, biriktirdiklerimizin yükünden kurtulma eylemidir.

Sanat eserlerinin tümünde olduğu gibi edebiyatta da yazar ile eseri arasında koparılması zor bir bağ söz konusudur. Yazarın sosyal, sınıfsal yapısı eserin özü ve biçimi üzerinde etkili olur. Çoğu zaman dünya görüşü olarak ifade edilen bu sosyal ve sınıfsal konumun eserdeki yansıması, yazarın öznel tercihleri yüzünden öne çıkmayabilir. Ancak yazarın inkâr etmesinden bağımsız nesnel gerçekliği, eserin hiç umulmadık bir yerinde okur ile buluşmayı yine de başarır.

İnsan tarih içinde var olabilmek ve tarih yapabilmek için yaşamak zorundadır. “İnsanların 'tarihi yapabilmek' için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünden işe başlamak zorundayız. Ama yaşamak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka şeyler gerekir. Demek ki, ilk tarihsel eylem, bu gereksinmeleri karşılayacak araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimidir”[1] (Marks-Engels) İkinci aşama ve/veya iş, karşılanmış ihtiyaçların yeni ihtiyaçlara yol açmasının karşılanmasını zorunlu kılar. Üçüncü aşama veya iş ise, gündelik yaşamın yeniden üretilmesi sürecinde yeni insan, başka insan olma ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu başka insan olma sanatçı/yazıncı olmayı da kapsar.

Her yazdığı şiir, öykü, roman için harcanmış bir emekten söz ederek bunun değerli olabileceğini sanan yazıncıların unuttuğu şey o yaratmanın içerdiği yarardır. Çünkü “bir nesne, yararlı bir şey değilse, değere sahip olamaz. Eğer o şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz ve bu yüzden değer yaratmaz.”[2] (Marx)

Kapitalist toplumlarda sanat ve edebiyat yaratmaları da metadır. Sonuçta her sanatsal ve edebi yaratma “her şeyden önce, bizim dışımızda bir nesnedir ve taşıdığı özellikleriyle, şu ya da bu türden insan gereksinmelerini gideren bir şeydir. Bu gereksinmenin niteliği, örneğin ister mideden, ister hayalden çıkmış olsun bir şey değişmez.”[3] (Marx)

Bir nesnenin nasıl üretildiği ve hangi yararı karşıladığı çok da önemli değildir. Onun değişik açılardan birçok yarar sağladığı söylenebilir. Maddi veya ruhsal yarar sağlaması değişik disiplinler tarafından değerlendirilebilecek bir şeydir. Ancak bir nesnenin yararlılığı onun bir kullanım değerine sahip olduğunu ortaya koyar.

Yalnız kulanım amacı ile üretilen nesneler meta olmazlar, başka ürünler ile değişime giren her tür üretilmiş nesne meta olma özeliği kazanır. Bu anlamda konumuz açısından ele aldığımızda bir sanat yaratması veya edebi eser, kitap, para veya başka bir nesne ile değişime girebildiğinde meta niteliği kazanır. Günümüzde paraya dönüştürülmeyecek bir sanat ve edebiyat yaratması neredeyse söz konusu değildir. Daha üretilme aşamasında pazar kaygısı ile üretilmeye başlanan eserlerin, sanatsal ve edebi yaratmalar olmasının önündeki en büyük engel olan pazar ve getiri kaygısı onun metalaşmasının nedeni olurken sanat ve edebi değerini de aşağı çeker.

Pazar kaygısı ve beklentileri hesaba katılarak üretilen her sanat ve edebi “eser” sonuçta günün hâkim anlayışlarını görmezden gelemez. Okurun beklentisini karşılama adına pazarın ihtiyaç duyduğu ve beklediği düzeyde mata üretimine dönüşür.

En az pazar kaygısı kadar günün popüler anlayışından beslenen, kimi zaman aç bir egonun doyurulması ile at başı giden, tanınma, bilinme, kabul ve onay görme ile yürüyen bir çabanın ürünü olan sanatsal ve edebi yaratmalar tırnak içine alınmaya baştan adaydırlar.

Sanatçıyı/yazıncıyı pazara bağlayan, pazar kaygısı içine çeken toplumun egemen düşünceleridir. Başarılı olanların zengin olması, göz önünde olması toplumun egemen düşüncesidir. Bu düşünceden etkilenen sanatçı veya yazıncı, daha çok bilinmek, çalışmalarının daha çok kişiye ulaşması için, çoğu zaman farkında olmadığı bir uğraş içinde bulur kendini. Bu kendine yetmezliğin dışa vuruşunu çoğu zaman çalışmalarının daha çok insana ulaşması, yararlanması haklı ve bir o kadar masum istemden kaynaklandığına bağlar.

Cehennemin yolunun da iyi niyetle döşendiğini unutmuş görünen bu öz savunma gerçeğin örtülmesine yetmez.

Ama bundan daha da önemlisi “Fikirlerin, anlayışların ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine (Verkehr), gerçek yaşamın diline bağlıdır. İnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri (geistige Verkehr), bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Bir halkın siyasal dilinde, yasalarının, ahlakının, dininin, metafiziğinin vb. dilinde ifadesini bulan zihinsel üretim için de aynı şey geçerlidir.”[4] (Marks-Engels) Öyleyse bir sanat ve edebiyat eserini onu yaratandan koparılması bir yana, yaşadığı toplumdan ve toplumun ne ürettiğinden, nasıl ürettiğinden koparmak da olanaksızdır. Burada o toplumun yaşadığı coğrafya ve geçmiş kültürlerin etkisinin de yaratılan sanat ve edebiyat esiri üzerinde etkisi olduğunu da belirtmek gerekir.

Üretimin merdiven altı olduğu bizim gibi bir ülkelerde siyasetin, bilim ve kültürün olduğu gibi sanat ve edebiyat yaratmalarının bundan uzak ve bundan çok ileride olması beklenemez.


[1] Marks-Engels Alman İdeolojisi sf 50

[2] Marx, Kapital Birinci Cilt sf. 55

[3] Marx Kapital 1. Cilt sf 49

[4] Marks-Engels Alman İdeolojisi sf 4-5